Hayrettin BELLİ yazdı – 1960’lı ve ‘70’li yıllarda yayımladığı kitaplarla sosyalizmin, Marksizmin tanınıp yayılmasında çok büyük rol oynayan Sol Yayınları’ının “hamalı”, devrimci sosyalist aydın İlhan Erdost’un 12 Eylül cuntacıları tarafından öldürülüşünün 40 yılı. Hayrettin Belli, Erdost’un anısına yazdı…
İlhan Erdost’un faşist 12 Eylül Cuntası tarafından öldürtülmesinin üzerinden tam 40 yıl geçmiş. Siyasi Haber’den İlhan abi ile ilgili bir yazı yazmam sipariş edilince tanıdığım İlhan Erdost’u anlatarak duygusal bir yazı yazmak istedim. 12 Eylül’ün ilk günlerini nasıl yaşadığımızı acı tatlı anımsamak gerekti.
12 Eylül askeri darbesinin ilk saatlerinde Türkeş’in birkaç gün ortadan kaybolması, askerlerin özenle hem sağ hem sol teröre karşı mücadele edeceğini vurgulaması, İlk bildirilerde aylardır ekonomik grevde olan DİSK Maden-İş ve diğer sendikalara bağlı grevlerin yasaklanması ama işçilere de %70 (gerçi enflasyon kısa sürede bu oranı geçti ama…) zam yapılması demokrat sayılabilecek bazı unsurlarda gelecek aylarda yaşanacaklara ters hayırhah bir beklenti içine girilmesine de yol açmıştı ilk birkaç gün. Selimiye kapısında teslim olup ifade vermek için birikip kuyruğa giren DİSK’li sendikacıların durumunu açıklamak da belki bu beklentilerle açıklanabilir. Ama legal planda kalarak faşistlerle alan kavgasına girişen, dolayısıyla her an bir köşede ya da evinde kıstırılıp öldürülme tehlikesine maruz kalan devrimcilerin ilk günlerde daha henüz takibata uğramamışlarsa birkaç hafta en azından uyuyabildiklerini söyleyebiliriz. Riskli alanda kalıp alanı korumak zorunluluğu kalmamıştı en azından…
Herkes teslim oluyormuş, ölümler ve cinayetler bir anda durmuş gibi gösterilse de daha darbenin ardından ilan edilen sokağa çıkma yasağı bitmeden darbenin ilk infazı absürd bir çatışma gibi gösterilerek ilan edildi. Bu cinayet tıpkı İlhan Erdost cinayeti gibi beni derinden yaralamıştır çünkü aynı liseden benden 2 sınıf büyük arkadaşım MLSPB’den Zeki Yumurtacı 10 Eylül’de yakalandıktan sonra, polislerin güya tatbikat için götürdükleri bir yerde örgüt arkadaşları ile çatışma olmuş ve Zeki 2 ateş arasında kalmıştı. 16 Eylül akşamı bu saçma haberi televizyondan izlemiştim. Ve sokağa çıkma yasağı ertesi sabah sona erecekti. Kargaların bile güleceği bir iddia. Besbelli Zeki açıkça infaz edilmişti. Daha sonra infazın haberden sonra, ertesi günü 17 sinde yapıldığı bile iddia edildi.
Bilindiği gibi 8 Ekim’de bir soldan Necdet Adalı, bir sağdan Mustafa Pehlivanoğlu idam edildiler. Tarafsızlık görüntüsü devam ediyordu…
Sağdan soldan bir sürü tutuklama haberi geliyordu. Bu arada Erdost kardeşlerin ikisinin birden tutuklandıkları haberi geldi. Birkaç gün sonra da Ankara’dan bir telefon geldi. Annem Sevim Belli kapatınca, İlhan abinin öldürüldüğünü söyledi. Barışta ve eşi Ferda liseden sonra Boğaziçi Üniversitesi’nde okumaya gelmişler ve anneannemin alt katında oturuyorlardı. O zamanlar her evde telefon yoktu ve alabilmek yıllar sürebiliyordu. Bu acı haberi onlara verme işi de annem ve bana düşmüştü…
Evet, 12 Eylül’den en fazla 50 gün sonra Mamak Cezaevi’nin ring aracında özel olarak seçilmiş bir astsubay aracılığıyla özel olarak seçilip örgütlenmiş erlere dövdürülerek öldürtülmesi Eylül darbesinin bu pis cinayet gibi birçok cinayetinin çok önceden belki darbeden bile önce planlanarak hazırlandığı intibaını veriyor.
Kenan Evren "bir sağdan, bir soldan astık" diyerek bunu “tarafsız” davrandıklarına örnek olarak gösteriyordu. Ancak İlhan Erdost gibi bütün ülkenin tanıdığı bir aydının, bir kültür insanının başkentin orta yerinde dövülerek öldürülmesi “tarafsızlık” iddiasının ucuz bir yalan olduğunu ortaya koydu. Darbenin yegane hedefi solun ve demokrasi güçlerinin ezilmesiydi ve bu hedefe ulaşmak için en insanlık dışı yöntemlere başvurmaktan çekinmeyeceklerdi. CIA’nın “bizim oğlanlar” dediği generaller Adalı, Erdost ve tam 1 ay sonra yaşı büyültülerek asılan Erdal Eren’i de eklediler ve gerisi gelecekti.
12 Eylül darbesi, emek hareketinin, sosyalist geleneğin, toplumsal muhalefetin, demokrasinin, bir bütün olarak Türkiye’nin üzerinden buldozer gibi geçti. Adalet Bakanlığı’nın resmi rakamlarına göre 600 bin yurttaş gözaltına alındı, 210 bin kişiye dava açıldı, 23.700 dernek kapatıldı, 517 kişiye ölüm cezası verildi, bunlardan 50’si infaz edildi, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı, yüzbinlerce yurttaş işkenceden geçirildi… 12 Eylül’ün yarattığı tahribatın etkileri bugüne kadar devam etti.
SOL yayınlarının Türkiye’de ’60’lar ve 70’lerde sosyalizmin, Marksizmin tanınıp yayılmasında rolü başattır… Türkiye’de ‘60’larda bir çığır açmış, ‘70’lerdeki kitleselleşmede rolünü oynamıştır. Darbeyi planlayan dış akılın SOL yayınlarının da icabına bakmayı ihmal etmediği anlaşılmıştır.
Gerçekten de Marksist klasikler ‘60’lı, ‘70’li yıllarda yeni basıldıklarında 20 bin basardı. Bir yıla kalmaz baskısı bitince yeniden baskıya girerdi. Bunca kitabın tüketildiği Türkiye’de devrim olamadı. Olamadığı için de darbe oldu. Olamamasının küçük burjuva mülkiyetçi örgüt anlayışları ile ilgili eleştirisi başka bir yazının konusu.
İlhan Erdost’un SOL Yayınları’nın her şeyi, öncelikle hammalı olduğundan bahsetmemek olmaz. Benim çocukluğumda ‘67-78’de Ankara’da Ulus semtinde sadece 2 odalı bir büroydu ve Muzaffer, İlhan ve belki 1 kişi daha çalışırdı. O yıllar Mihri Belli de randevularını SOL Yayınları’nda verir tercümelerde de aktif çalışırdı… Bazen yaz tatillerinde hammallığa yardım için gittiğimizde çok insana rastlardık, çoğunu tanımazdık ama bir gün İlhan, Deniz Gezmiş’in İstanbul’a götürmesi için 2 büyükçe kitap kolisi hazırlıyordu. İçindeki kitapların her birinin ayrı olduğunu farketmiştim. İlkokul çocuğu aklı: “bu kitaplar kaç para tutar“ diye sormuştum. İkisi de kahkahalarla güldüler.
İstanbul Dev-Genç’in Türk Solu ve Aydınlık dergilerini inceleyip içerikten her gün devrimci bir eylem çıkardıkları günlerdi…
12 Mart döneminde Muzaffer Erdost 3 yıla yakın hapse düştüğünde tek başına kalmıştı. Sol yayınları adına layık yeni kitap basmanın siyasal şartları da olmadığından ONUR yayınlarını kurdu. İlk bastıklarını eve getirmişti. O zaman Mihri Belli kaçak, Sevim Belli de henüz tutuklanmamıştı. Sanırım 1971 yaz sonuydu. Kitap Charles Darwin’in TÜRLERİN KÖKENİ idi…
İlhan abi ile ‘70’li yılların sonuna kadar yani benim ilk gençlik yıllarımda da çok yakın kişisel ahbaplığımız oldu… İlhan Erdost Ankara sol kamuoyunda insan sıcaklığı ile tanınan bir kişilikti.