7 Haziran 2015 AKP’nin seçimlerle, oyla elde ettiği “meşru” iktidar döneminin sona erdiği tarihtir. 8 Haziran’dan itibaren bir tür “gayrimeşru” iktidar dönemi başladı ve bunun ne kadar süreceğini, hatta hangi siyasi biçimleri alacağını henüz bilmiyoruz. 7 Haziran gecesi aslında Tayyip Erdoğan ve AKP’nin beklemediği bir Türkiye ortaya çıktı ve geride kalan aylarda bu hakikate direnen, bunu tanımamaya çalışan bir lidere ve onun etrafında kenetlenen bir siyasi harekete tanık oluyoruz.
Bir siyasi hareketin iktidara tırmanması rastgele, tesadüfi bir hadise olmadığı gibi iktidardan düşmesi veya uzaklaşmaya başlaması da aynı şekilde rastgele veya tesadüfi değildir. Türkiye’de daha önce Demokrat Parti’nin (DP) yaptığını yapan tek parti Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) oldu; üst üste üç seçim kazandı. DP 1950, 1954 ve 1957 seçimlerini kazanırken AKP de 2002, 2007 ve 2011 seçimlerini kazandı. 1960 askeri darbesiyle devrilen DP’nin bu darbe olmasaydı da 1961’de yapılacak seçimlerde iktidardan gideceğine, seçimleri kaybedeceğine inanan çoktur. Ama buna imkân tanımadan ordunun yaptığı darbe hem DP iktidarına son verdi, hem de 1961 anayasasıyla Türkiye’de yeni bir siyasal rejim kurdu. Üç dönemden sonra dördüncü dönem ve aslında yeni bir siyasal rejim, “Türk usulü başkanlık sistemi” için toplumdan destek isteyen ve bulamayan, hatta tek başına iktidarı da kaybeden AKP bu kez iktidardan ayrılmamak için kendi kendine darbe, Peru eski devlet başkanı Fujimori gibi “El Autogolpe” yapmaya kalkışıyor.
7 Haziran seçimlerinden çok önce, 10 Nisan 2015’te Bianet’te şöyle yazmıştım:
7 Haziran seçimlerinin artık Türkiye için bir yol ayrımı olduğu aşikâr. 8 Haziran’dan itibaren Türkiye ya bir viraj alarak daha demokratik bir ülke olmak üzere yeni bir yola, yeni bir hatta girecek ya da AKP lideri Tayyip Erdoğan’ın “tek adam” yönetiminde daha baskıcı bir rejime, bir tür diktatörlüğe doğru sürüklenmeye devam edecek…
Aslında “parlamenter rejim bekleme odasına alındı” diyerek şimdilik “partili cumhurbaşkanı” olarak devleti yönetmekte olan Erdoğan’ın tutum ve davranışlarıyla bu sürüklenme zaten başlamış bulunuyor; seçimlerin sonuçları nasıl ilerleyeceğini veya sona ereceğini ortaya koyacak. ABD ve Avrupa tarafından dışlanmış, “paralelle mücadele” adı altında eski koalisyon ortağına savaş açmış ve iktidarını koruyabilmek için ordu ile ittifak yapmaktan başka çaresi kalmayan Erdoğan 7 Haziran seçimleri için kendi kampanyasını açıkça ve fütursuzca yürütüyor. Ancak AKP’nin seçimlerden büyük başarıyla çıkacağı, örneğin Anayasa’yı değiştirecek 330 milletvekilini bulacağı hiçbir araştırma sonucu tarafından söylenmiyor. Hatta tam tersine AKP oylarında yüzde 40’ların altına doğru bir düşme eğilimi dikkat çekiyor. Ama başarısızlık ihtimali arttıkça Erdoğan’ın göze alabileceği şeyler de artacaktır. Dolayısıyla hem “partili cumhurbaşkanı” Erdoğan’ın hem de AKP’nin kampanyalarına rağmen umduklarını bulamazlarsa ne yapacakları meçhuldür! Peru’nun şimdi hapiste olan eski devlet başkanı Alberto Fujimori 28 Temmuz 1990’da seçilmişti ve iktidardayken, 5 Nisan 1992’de “El Autogolpe” yani “kendi kendisine darbe” yapmıştı!
Erdoğan’ın geldiği nokta Fujimori ile aynı değil mi?
Türkiye’de en fazla üç dönemden sonra seçimlerde iktidar değişikliği oluyor ve bu akıbetten AKP de kurtulamadı. 7 Haziran nasıl AKP’nin zamanının dolduğunu ilan ettiyse, aynı zamanda bir başka siyasi hareketin, HDP’nin de zamanının geldiğini, daha doğrusu yükselmekte olduğunu ilan etti. Bir siyasi hareket oylarını tesadüfen iki misli artırmaz; böyle olağanüstü bir sıçramanın olduğu her yerde geleceğin iktidarının orada mayalanmakta olduğu anlaşılır. 7 Haziran’da oylarını iki misli artıran HDP’nin önünde müthiş bir alan açıldı. Bu potansiyeli nasıl değerlendireceği veya değerlendirip değerlendiremeyeceği ayrı bir mesele ama HDP’nin önünde böyle imkânın olduğu söylenebilir.
Her siyasal hareket yükselmeye başladığında içinden kendi liderini de çıkarır; bir siyasi lider parlamaya başlamış ve kendi siyasi hareketi/partisi dışından da destek bulmaya başlamışsa üstlenebileceği çok önemli roller var demektir.
1950’li yıllarda DP’de Celal Bayar kurucu liderdi ama Adnan Menderes halkın peşine düştüğü siyasal lider oldu; DP’ye üç seçim kazandıran parlak isim Menderes’ti. 1960’larda AP’de Ragıp Gümüşpala’dan sonra Saadettin Bilgiç partinin başına gelecek sanılıyordu ama Süleyman Demirel fırlayıverdi; AP’ye 1965 ve 1969 seçimlerini kazandırdı ve 40 yıl boyunca siyasette etkili oldu. 1970’lerde CHP’de Ecevit, İnönü’yü devirerek 1973 ve 1977 seçimlerinde partisini birinci yaptı ve iktidara taşıdı; 1980’lerde Turgut Özal, Evren cuntasına rağmen iktidar oldu; sona ermekte olan Soğuk Savaş ve başlamakta olan küreselleşme sürecinin ruhuna en uygun düşen isimdi; 1983 ve 1987 seçimlerini kazandı. Soğuk Savaş’ın sona erdiği 90’lı yıllarda ne yapacağına karar veremeyen Türkiye bir tür siyasi kaosun içine sürüklendi ve ancak 2000’li yıllarda AKP ve Tayyip Erdoğan’ın sahneye çıkmasıyla bir tür siyasal istikrara kavuşabildi. Uluslararası koşulların yardımı ve ABD ile AB’nin de desteğiyle Erdoğan hızla parladı ve 13 yılda 9 seçim kazanmak gibi müthiş bir başarı gösterdi. Ama her çıkışın bir inişi var ve bu iniş de 7 Haziran 2015’te başladı…
Erdoğan’ın ve AKP’nin yıldızı sönerken Selahattin Demirtaş’ın parlaması da tesadüf değil. HDP’nin ifade ve temsil ettiği yeni bir siyasal hareket yükselişe geçerken içinden Demirtaş gibi bir lideri de ortaya çıkardı. Elbette bu liderin, Demirtaş’ın diğer siyasi liderlerden çok farklı yönleri var ve elbette HDP de diğer partilerden çok farklıdır. Ancak bir siyasal hareketin toplumun kılcal damarlarında oluşması, dip akıntılarında güçlenmeye başlaması ve bu durumun siyasi alanda kendini dışa vurması bakımından benzerlikler, paralellikler söz konusudur. Sönen yıldız Erdoğan’ın parlayan yıldız Demirtaş’la mücadelesi bu hakikat nedeniyledir. Erdoğan’ın esas olarak HDP ve Demirtaş’ın üzerine gitmesinin, onu tasfiye etmeye, yok etmeye çalışması bu koşulların sonucudur. Erdoğan’ın amaçlarına ulaşıp ulaşamayacağı sadece kendi gücüne bağlı değildir. Kürt siyasi hareketi başta olmak üzere HDP’yi yaratan güçlerin de bu hakikati ne kadar anladıklarına ve Erdoğan’ın hamlelerine nasıl karşılık vereceklerine bağlı olarak önümüzdeki siyasal süreç şekillenecektir.
Erdoğan’ın iktidar direnişi ve başkanlık hesaplarının önündeki en büyük engel HDP ve lideri Demirtaş’tır. Kürt siyasi hareketinin etki alanını çok genişletip, Kürt halkının artık büyük çoğunluğunu kazanması ve üstüne üstlük Türklerin de bir kısmıyla ilişki kurması, yüzbinlerce Türk’ten de oy alması ve önümüzdeki süreçte bu ilişkinin daha da güçlenerek ve HDP’yi büyüterek sürmesi durumunda neler olacağını Erdoğan gördü ve harekete geçti. Onun için 7 Haziran sonrasında Erdoğan’ın siyasi hamleleri, başlayan savaş sadece bir erken seçim olayı değildir. Amaç HDP’de ifadesini bulan bir siyasi seçeneğin tasfiye edilmesi, yükselmekte olan ve sonuçta AKP’nin egemenliğine son verecek olan bir siyasi hareketin yolunun kesilmesidir.
Eğer bir erken seçim olacaksa bu seçimlerin 7 Haziran seçimleri gibi olacağını, “normal koşullarda” cereyan edeceğini düşünmek fazla saflık olur. Her beş seçmeninden birini kaybeden AKP bir erken seçimde bunları nasıl geri alacak? Savaşla, siyasi istikrarsızlık ve güvensizlik ortamı yaratarak alacağını düşünüyorsa evdeki hesabın çarşıya uymama ihtimali de az değildir. Dolayısıyla muhtemel bir erken seçim ancak yazı da gelse tura da gelse Erdoğan’ın kazanacağı şartlarda yapılmaya çalışılacaktır. Örneğin, HDP’nin seçime sokulmaması, Demirtaş’ın tasfiye edilmesi gibi hamleler beklenmeyecek şeyler değildir. İktidardan gitmemek için savaş dahil her yola başvurulduğu söyleniyorsa yapılamayacak şey olabilir mi?
Aslında Erdoğan’ın bu direnişi beyhude ama başka çaresi yok; kendini kurtarmak üzere bir yola girdi, dönüşü yok ve sonuna kadar da gidecek gibi görünüyor. Oysa 28 Şubat nasıl onu hapse atıp, siyasi yasaklı hale getirse bile sonuçta iktidara gelmesini engelleyemediyse aynı durum onun bugünkü siyasi rakibi için de geçerli.
Bugünkü siyasi mücadele esasen Tayyip Erdoğan ve Selahattin Demirtaş, AKP ve HDP arasındadır. AKP ve yandaşları Erdoğan’ın arkasında safa geçtiler, HDP ve yandaşları, elbette Kandil’den İmralı’ya kadar bütün bir Kürt hareketi ve Türkiye’nin demokratik güçleri de Demirtaş’ın arkasında yer alırlarsa kazanan yükselişte olan siyasi güç olur, inişe geçen, çöküşe doğru giden değil…
Ve Türkiye’nin önünde yepyeni bir dönem açılır.
(Seyfi Öngider / Bianet / 18 Ağustos 2015)