Şimdi tüm farklılıklarıyla insanların yan yana durabileceği algısını güçlendirecek bir sofra kurulacaksa bu artık oruç tutanlarla empati kurulacak “Yeryüzü Sofraları” değil, tutmayanlarla empati kurulacak “Hoşgörü/Muhabbet Sofraları” olmak zorundadır.
Tuncay Yılmaz
Antikapitalist Müslüman’lar tarafından beş yıldızlı otellerdeki iftar yemeklerine tepki olarak İlk kez 2011 yılında kurulsa da asıl olarak Gezi isyanı döneminde kitleselleşip popülerleşen “Yeryüzü Sofraları”nı sorgulama vakti geldi sanırım.
Kemalist statüko, cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Sünni İslamın modernist/devletçi bir yorumunu ideolojik, inançsal bir harç olarak tüm topluma enjekte etmeye çalıştı. Halifeliğin kaldırıldığı gün (3 Mart 1924) yerine kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı’yla mezhepçi devlet anlayışı Osmanlı’dan devralındı. Bir buçuk yıl sonra (30 Kasım 1925) uygulamaya sokulan “Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması” kanunuyla ise Alevilerin ibadetleri, ibadethaneleri, örgütlülükleri ve yol göstericileri (şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik seyitlik, çelebilik, babalık, vs.) yasa dışı ilan edildi. (https://goo.gl/Zpj8mP )
İslam inancından olanlar bir devlet kırılması/dolayımıyla da olsa inanç ve ibadetlerini büyük oranda özgürce yerine getirirken, dışında kalanlar ise (Aleviler, Hıristiyanlar, Yahudiler, ateistler) her daim kendilerini “kollamak” zorunda olanlarıydı toplumun.
Kemalist Statüko toplumsal yaşamı Sünni İslam ideolojisine göre dizayn etmiş, bunu uygun devlet kurumsallaşmaları (Diyanet İşleri Başkanlığı, İmam Hatipler, Zorunlu Din dersleri, vs.) oluşturmuş olsa da oligarşik elit içerisinde seküler ideolojiyi hâkim kılmış, Sünni İslam ideolojisine hegemonya kurduracak düzeyde yer açmamıştı.
AKP’yle birlikte oligarşinin içinde de Sünni İslam ideolojisi hâkim kılınmış, önceki dönemden farklı olarak tüm devlet kurumları bu ideolojiye göre yeniden şekillendirilmiştir. Yani zaten halk içerisinde egemen durumda olan Sünni İslam ideolojisi devlet nezdinde de egemen hale gelmiştir.
Antikapitalist Müslümanlar
Sünni (siyasal) İslamın iktidarlaşmasıyla birlikte Müslüman kitle içerisinde sınıfsal farklılıklar daha görünür hale geldi ve yeni hâkim ideoloji bütün nobranlığıyla toplumsal yaşamın tüm alanlarını doldurmaya başladı.
Antikapitalist Müslümanlar tam da doğru zamanda bir çıkış yaparak Müslüman kitle içerisindeki bu sınıf çelişkilerine işaret etmek, dinin dünyevi zenginleşmeye yönelik olarak bu kadar hoyratça kullanılmasına itiraz etmek için ortaya atmıştı “Yeryüzü Sofraları” taktiğini.
Antikapitalist Müslümanların ideolojik önderi sayılabilecek İhsan Eliaçık, “giderek yozlaşan din anlayışına” içeriden bir eleştiri olan Yeryüzü Sofraları’nın aynı zamanda “Dini çevrelerin eleştirdiğimiz tutumları nedeniyle dinden soğumuş diye nitelendirdiğimiz kesimleri” yeniden kazanmak gibi bir hedefi olduğunu da dile getirdi zaman zaman. (http://goo.gl/arfvFX )
Yeryüzü Sofraları ve Sol
Kemalist statükonun kamusal alanda yer yer sınırlandırdığı İslami kitleyle bugüne kadar doğru bir tarzda ilişkilenmeyi başaramamış sol açısından da bir ilişkilenme denemesi oldu Yeryüzü Sofraları. Hikmet Kıvılcımlı’nın pratikte pek de karşılığını bulamamış ancak teorik olarak oldukça isabetli yaklaşımı dışında sosyalist hareket Müslüman kitleyle eksik aktarıma dayalı “din kitlelerin afyonudur” belirlemesini aşmayan yaklaşımlarla ilişkilendi hep.
Bu yüzeysel yaklaşım iki somut pratikte aşıldı ve Müslüman kitlelerle etkileşimin kapıları zorlandı. Bunlardan birincisini Kürt Hareketi gerçekleştirdi ve egemenlerin elindeki bu silahı onlara çevirmeyi büyük oranda başardı (Bu tespit Kürt Hareketinin bu konudaki tüm yaklaşımlarına katıldığım anlamına gelmez). İkincisi ise feminist kadınlar “bedenimiz bizimdir” perspektifiyle destek oldukları “başörtüsüne özgürlük” kampanyasıdır.
Gezi isyanı döneminde yeniden popülerleşen Yeryüzü Sofraları Antikapitalist Müslümanlar açısından başka anlamlar taşıyor olsa da, liberal, sol ve sosyalistlerin bir kesimi açısından Müslüman kitlelerle ilişkilenme denemesi olarak görüldü. Oruç tutmamasına rağmen azığını alıp bu sofralara giden kesimlerin “AKP’nin elinden kurtarılması gereken” Müslüman kitleyle bir empati kurma çabasıydı.
Bugünkü durum
Siyasal İslam iktidarının hayatın tüm alanlarını henüz bu kadar doldurmadığı ve toplumun Sünni Müslüman olmayan kesimleri üzerindeki faşizan tahakkümünü bu kadar zorlamadığı bir dönemde pek çok açıdan anlam taşıyan Yeryüzü Sofraları’nın bugünün ihtiyacı için isabetli bir taktik olmadığını düşünüyorum.
Sonuç itibarıyla Yeryüzü Sofraları toplumun çeşitli kesimlerine mesaj verme hedefiyle kuruluyor ve bugün açısından verilen mesajın toplumsal mücadelenin güncel gerilimlerinin ihtiyacına denk düşmüyor.
Bugün, Yeryüzü Sofraları’nın ilk kurulduğu ve popülerleştiği dönemden farklı olarak ideolojik ve fiziki baskı altına alınan toplumun Sünni Müslüman olmayan kesimleridir. Devlet mekanizmasını da ele geçiren siyasal İslam kendinden olmayanın yaşamını adeta bir cehenneme çevirme pratiği sergiliyor. Oruç tutanın, İslami vecibeleri yerine getirenin, türban takanın, vs. değil, bunları yapmayanların gündelik hayatı kabusa dönüşmüş durumda. Resmi, sivil, yasal, yasadışı, fiziki, psikolojik, medyatik her düzeyde toplumun Sünni İslam olmayan kesimleri baskı altına alınmış durumda. Sünni İslam olmayanların yaşam tarzına yönelik tüm saldırılar cezalandırılmak bir yana adeta mükafatlandırılıyor. Savunmada olan, nefes alması gereken, empati kurulması gereken oruç tutanlar değil, tutmayanlardır bugün.
Hoşgörü/Muhabbet Sofraları
Şimdi tüm farklılıklarıyla insanların yan yana durabileceği algısını güçlendirecek bir sofra kurulacaksa bu artık oruç tutanlarla empati kurulacak “Yeryüzü Sofraları” değil, tutmayanlarla empati kurulacak “Hoşgörü/Muhabbet Sofraları” olmak zorundadır.
Bugün inançlar, insanlar arası empati ve birlikte yaşam duygusu güçlendirilmek isteniyorsa demokrat Müslümanlar oruç tutmayanlarla öğle vakti Gezi Parkında “Hoşgörü pikniği” yapmalıdır. Akşam iftarını açtıktan sonra bir Kafede yemeğini yiyip belki birasını yudumlayanla “muhabbet sofrası”na oturmalıdır. Bunu da göstere göstere yapmalı, yüksek sesle savunmalı ve kendi inancını başkalarına dayatanları hoşgörüye, anlayışa, muhabbete çağırmalıdır.
Bugünün bu alandaki taktiğinin ruhu, iktidarın her türlü güç ve mekanizmasını arkasına alarak toplumun geri kalanına kendi inancını ve yaşam anlayışını dayatanlarla empati yapılmasını istemek değil, her geçen gün daha da köşeye sıkıştırılanlarla dayanışma ve empatiyi arttırmak olmalıdır. Ancak öyle karşılıklı gelişecektir gönül bağları.
Tuncay Yılmaz
27 Haziran 2016