Yapay zekâ (YZ), hayatımızın her alanına nüfuz ederken teknolojik bir devrim olarak pazarlanıyor. Ancak bu zekâ şimdilik ne yapay ne de zeki.
YZ işlemlerinin arkasında devasa veri havuzları, ölçülmesi zor enerji tüketimi ve görünmez kılınan insan emeği yatıyor. Teknoloji şirketleri, servetlerini sağlıksız ve tekinsiz koşullarda düşük ücretlerle çalışan işçilere borçludur.
Sihir değil makine parkuru
Silikon Vadisi yöneticileri, yapay zekâyı sihirli bir değnek gibi sunuyor: İnsanüstü işler yapan algoritmalar, sınırsız verimlilik ve yaratıcı çözümler… Ama YZ aslında bir mutfak robotu gibi çalışıyor. Haznesine koyduğunuz meyvelerin suyunu sıkıyor ve posasını çıkarıyor. Enerji, su, insan emeği, veri ve yaratıcı içerik sistematik bir şekilde emiliyor, sömürülüyor ve paketleniyor.
Uganda, Kenya veya Filipinler’de veri etiketleme merkezlerinde günde 14 saat çalışan gençler, Türkiye’de bir çağrı merkezinde travmatik videoları filtrelemeye çalışanlar, ABD’deki bir Amazon deposunda barkod okuyucuların peşinde koşan kuryeler veya Hindistan’daki içerik üreticileri ve YZ programlarının kullanıcıları, hepsi/hepimiz bu merdiven altı atölyenin görünmez işçileriyiz.
YZ’nin sadece yazılım veya kodlardan ibaret olmadığını anlamalıyız. Her işlem dizisi, her veri seti somut ve fiziksel altyapılarla destekleniyor: Su tüketen veri merkezleri, elektrikle çalışan sunucular, kimyasal madencilikle elde edilen çipler… Hepsinin çevreyi ve insan sağlığını tehdit eden maliyetleri var. Ekrana dokunurken bunu fark etmiyoruz.
Yeni bir sömürgecilik dalgası
YZ ve algoritma yönetimi, yalnızca teknolojinin getirdiği yeniliklerle sınırlı değil; aynı zamanda eski sömürgeci güç yapılarını da yeniden üretiyor. İngilizce bilen gençlerin ucuz iş gücü olarak Hindistan gibi eski sömürge ülkelerine yönlendirilmesi, tarihi bir sömürü düzeninin devamı niteliğinde. Batı’da tasarlanan yazılımlar, küresel Güney’de düşük ücretlerle ve yoğun sömürü koşulları altında çalışanlar tarafından hayata geçiriliyor. Teknoloji çağında bile demir ökçenin altında yaşıyoruz.
Bir yapay zekâ modelini eğitmek, büyük bir şehri günlerce aydınlatmaya yetecek enerji harcıyor. Son beş yılda Google’ın karbon emisyonları %50, Microsoft’un ise %30 arttı. Veri merkezleri, bazı ülkelerde toplam elektrik tüketiminin dörtte birini oluşturacak seviyelere ulaştı. Şirketler, bu devasa tüketimi “verimlilik artışı” söylemiyle gizlese de çevresel maliyetler her geçen gün artıyor.
Direniş ve alternatifler
Amazon grevleri, yapay zekânın nasıl bir emek sömürüsü üzerine kurulduğunu gösteriyor. Algoritmalar bazen sadece “verimliliği artırmak” için değil, işçilerin bir araya gelmesini zorlaştırmak için de kullanılıyor. Bu yüzden Amazon işçilerinin mücadelesi yalnızca bir grev değil; teknolojinin, robotların ve YZ sistemlerinin insan emeğini görünmez kılmaya çalıştığı bir dünyada, emeğin yeniden görünür olma savaşıdır.
YZ’nin sömürücü ve çevreye zarar veren yapısını değiştirmek imkânsız değil. Hollywood Grevi ve Yazarlar Sendikası’nın (WGA) YZ teknolojisinin kullanılmasını düzenleyen toplu iş sözleşmesi, bu alanda önemli bir zafer olarak tarihe geçti. Oyuncular, müzisyenler ve senaristler grevlerle teknoloji şirketlerini kurallara uymaya ve yapay zekânın ardındaki emeğin ücretini ödemeye ikna ettiler.
Bazı işçiler kritik noktalarda çalışmayı durdurarak baskı oluşturuyor, bazı işçiler de şirketlerin ahlak kuralları benimsemesini talep ediyor. Bu mücadelenin başarıya ulaşması için sendikaların teknoloji politikalarına ağırlık vermesi gerekiyor.
Cizre’den silikon vadisine
Yapay zekâ, insan emeğini, çevreyi ve toplumsal adaleti tehdit etse de teknolojiyi hayatımızın bir parçası olarak kabul etmek kaçınılmaz görünüyor. Ama bu teknolojilerin nasıl ve kimin yararına kullanılacağını belirlemek elimizde. İşçiler, sendikalar ve toplumsal hareketler, yapay zekâ teknolojilerini insan emeği ve çevreyle uyumlu hale getirmek için mücadele ediyor.
YZ bir “kader” değil; insan emeği ve doğa pahasına inşa edilmiş, sömürüye dayalı bir sistem. Bunu değiştirmek ve daha adil, insan odaklı ve sürdürülebilir hale getirmek mümkün.
Bunun için emeği ve insan hikâyelerini yapay zekânın arka planından başrolüne taşımalıyız.
Yapay zekâ terbiyecilerine insanca bir yaşam istemeliyiz.
Bu köşede, Orta Doğu hakkında yazılar okumaya alışanlara kısa bir hatırlatma yaparak bitirelim: Yapay zekânın tarihsel kökleri Şırnaklı Ciziri ve Samsatlı Lûkîyan’ın yazılarında yatıyor… İnanmadıysanız, yapay zekâya sorun!