Mustafa Durmuş – Diğer Yazıları
Dünya 21.Yüzyıla iktisadi krizlerle, artık kalıcı hale geldiği iyice anlaşılan küresel ekonomik durgunlukla ve tarihinde görülmemiş ölçüde küresel yoksulluk, gelir ve servet eşitsizlikleri ve adaletsizliklerle birlikte girdi.
İktisadi alt yapıda bunlar olurken üst yapıda da burjuva demokrasilerinin giderek eridiği, Avrupa’nın göbeğinde kurulan teknokrat hükümetlerin yanı sıra ABD başta olmak üzere birçok ülkede (ve Türkiye’de) otoriterleşme ve totaliterleşme eğilimlerinin arttığı görülüyor. Militerleşme ve doğrudan ABD, AB güçleri ya da NATO güçleri ile Rusya ve Çin arasındaki bölgesel düzeydeki gerilimler giderek artıyor. Orta Doğu ve Afrika’daki emperyalist savaş ise, değişik biçimler alarak, sürüyor.
Mart 2015 tarihli ve “21yy’ın Deniz Gücü Kurumsal Stratejisi (CS21R)” başlıklı en son ABD deniz strateji belgesi[1], ABD’nin Asya’da pivot rolü oynamak için nasıl bir baskı yaptığını ve Çin’e karşı askeri bir yığınağa başladığını ortaya koyuyor.
Keza Temmuz 2015 tarihli ‘Ulusal Askeri Stratejisi Raporu’nda[2] ABD Savunma Bakanlığı Pentagon önümüzdeki dönemde uluslar arası çatışmaların artık çok daha hızlı gelişeceğinin, çok daha uzun süreceğinin altını çiziyor ve bu bağlamda Çin, Rusya, İran ve K. Kore’den oluşan dört ülkeyi ve IŞID’i düşman kuvvetler olarak tanımlıyor. Aynı belgede ‘dost ülkeler ABD’nin sürüklediği uluslar arası düzenin yanında olanlar’ olarak belirleniyor.
(Kırmızı bölge: NATO üyesi veya müttefiki ülkeler, mavi bölge: ABD Afrika ve Merkez Komutanlığı’na bağlı operasyonların yürütüldüğü ülkeler, sarı bölge: ABD Asya Pasifik Komutanlığı altındaki askeri birliklerin bulunduğu ülkeler. Kaynak için bkz. Patrick Martin, The global scale of US militarism, http://www.wsws.org, 3 January 2015).
Bu belgeler ABD emperyalizminin bu yüzyıldaki niyetlerini sergilerken, ABD fiilen, değişik biçimlerde dünya çapında NATO üzerinden ya da doğrudan operasyonlar yürütüyor. Örneğin dünyada askeri gücünü ve operasyonlarını yoğunlaştırırken aynı zamanda da bir çeşit doğrudan ya da dolaylı barış müzakerelerini sürdürüyor. Kolombiya’da barış görüşmelerinin ortasında gerilla kampları bombalanıp gerillalar öldürülürken (buna “müzakere yürütürken savaşmak” stratejisi adı veriliyor, Küba’da “Truva Atı Stratejisi” uygulanıyor, bazı politik tavizler almanın karşılığında İran ile ilişkiler sürdürülüyor[3]).
Bu arada ABD “Birleşik Özel Operasyonlar Komuta Gücü” olarak adlandırılan ‘ölüm timleri (SOF)’ oluşturarak[4], Irak ve Afganistan’da (Usame Bin Laden) yaptığı gibi belirlediği hedefleri bir bir yok ediyor.
‘Soğuk Savaş’ın sona erdiği 1991 yılından bu yana, NATO en büyük askeri tatbikatını “Birleşik Zıpkın 2015” adı altında yapmaya hazırlanıyor. Bu tatbikat 28 Eylül – 6 Kasım 2015 tarihleri arasında; İtalya, İspanya ve Portekiz’de 33 ülkenin (28’i NATO üyesi ve 5’i müttefik) hava, kara, deniz ve özel kuvvetlerinden oluşan birliklerle ve 200 savaş uçağı, 50 savaş gemisi ve 35,000 kara askeri ile yapılacak[5].
ABD emperyalizminin hedefleri arasında Asya –Pasifik Bölgesi ve Rusya da var. Özellikle de hem dünyada hem de orta Doğu’da inişe geçen hegemonyasını yeniden tesis edebilmek amacıyla şiddete dayalı gerilimi artıran ABD, Çin ile ‘Asya Yatırım Bankası’ve Güney Çin Denizi Adaları’ndaki gerilim üzerinden karşı karşıya geliyor. Rusya’nın Vietnam ile yakınlaşması da ABD’nin bu bölgeye ilişkin endişelerini artıran bir faktör.
Avrupa’da ise, açıktan desteklediği ‘Ukrayna darbesi’, 5,000 NATO askeri, Almanya’da konuşlanmış 40,000 ABD askeri ve 179 askeri üssü[6] ve AB ile birlikte uyguladığı ‘ekonomik yasaklar’ ile Rusya’yı kuşatmış durumda.
Avrupa tarafında ise 2. Paylaşım Savaşı’ndan bu yana gerileyen askeri emperyalist gücünü yeniden tesis etmek isteyen Almanya’nın militerleşme çabaları belirgin bir biçimde göze çarpıyor.
Alman ordusu Rusya’ya karşı kullanmayı planladığı tank taburlarını hem modernleştiriyor hem de büyütüyor. Bu amaçla 3,1 milyar avroluk bir bütçe oluşturuldu[7]. Ayrıca Almanya 2025 yılına kadar 180 adet Taktik Hava Savunma Sistemi ve Çok Amaçlı Savaş Gemisi satın alacak ve yeni bir füze sistemi (MEADS) kuracak. Bu sistem 8 milyar avroya mal olacak[8].
Tüm bu uluslar arası siyaset ve askeri alanda ortaya çıkan gelişmeler ‘Soğuk Savaş günlerine geri dönüş’ olarak ya da ‘hali hazırda bir 3. Dünya Savaşı’nın devam ettiği’ biçiminde yorumlandığı gibi, küresel kapitalist kriz ile bağlantısı açısından ‘yeni bir paylaşım savaşının hazırlıkları’ olarak da yorumlanıyor.
Diğer taraftan bu tabloyu tamamlayan, ancak dünya kamuoyunca bilinmediği için yeterince dikkate alınmayan bir başka önemli gelişme de kapitalist güçler arasındaki faiz ve döviz kuru savaşlarına ilave olarak üç önemli uluslararası ticaret ve yatırım anlaşmasının 2011 yılından bu yana görüşmelerinin sürdürülüyor olması. Bu konuyu dünyanın gündemine taşıyan ise Wikileaks tarafından sızdırılan belgeler oldu.
Wikileaks’in 3 Haziran 2015 tarihinde basına sızdırdığı bu belgeler, 2011 yılından bu yana uluslar arası mal ve hizmet ticareti ve finansal yatırımlarla ilgili olarak uluslararası finans kapitalin, emperyalist devletlere birlikte nasıl bir yeni rejim oluşturmaya çalıştığını ortaya koyuyor.
Yeni ticaret ve yatırım rejiminin baş aktörleri, tahmin edilebileceği gibi, ABD ve AB ülkeleri. Başını Çin’in çektiği ve Rusya, Brezilya, Hindistan ve Güney Afrika’dan oluşan BRICS ülkeleri bu hazırlıkların dışında tutuluyor.
Bu yönelim emperyalist kapitalist sistemin 21yya ait stratejilerini ortaya koyduğu kadar sistemin kendi iç çelişkilerinin de derinleşmekte olduğunu gösteriyor. Kuşkusuz bu durum başta işçi sınıfı olmak üzere dünya halklarının geleceğini, emekçilerin kazanılmış haklarını, kamusallığın kapsamını ve içeriğini değiştireceği gibi, burjuva demokrasilerinin nereye doğru evrilmekte olduğunun da ipuçlarını veriyor.
Kısaca TPP, TTIP ve TISA olarak adlandırılan üç temel uluslararası anlaşma artık ABD Senatosu’nun gündeminde. Temmuz ayında bu yasaların “Hızlı Şerit” (Fast Track) biçiminde geçirilmesi için Obama’nın yaptığı baskılar geri tepmiş ve Temsilciler Meclisi, anlaşmaların üzerlerinde hiçbir tartışma yürütülmeksizin sadece “evet” ya da “hayır” oylaması biçiminde geçirilmesine olanak sağlayan bu girişimi reddetmişti. Ama bir kaç gün sonraki ikinci denemede, torba yasada bazı tatlandırıcı değişiklikler yapılarak, Temsilciler Meclisi’nde 208 “hayır” oyuna karşılık 218 “evet” oyu ile yasa kabul edildi. 23 Haziran’da ise “Hızlı Şerit” yasalaştı. Böylece artık bu üç yasa kısa süre sonra Kongre’nin önüne gelecektir. AB tarafında da benzeri bir hummalı yasalaştırma çabası sürüyor.
Bu uluslararası anlaşmalar neler, hangi ülkeleri kapsıyor, uluslar arası sermaye açısından önemleri ne ve işçi sınıfı, emekçi halklar ve onların kazanımları ve kamusal hizmetler ile ilgili ne tür tehditler içeriyor? Daha da önemlisi bu anlaşmaların ilk ikisinde taraf olmasa da Türkiye bu anlaşmalar yasalaştığında bu durumdan nasıl etkilenecek? Ve kuşkusuz bu anlaşmalar başta uluslararası işçi sınıfı ve emek örgütlerinin mücadelesini nasıl etkileyecek?
(Reisin Davis, WikiLeaks Releases ‘Largest Leak of Trade Negotiations in History’,http://www.truthdig.com, Jun 4, 2015)
2011 yılının 12 Kasım’ında başını ABD’nin çektiği 9 ülkenin (ABD, Avustralya, Brunei Darussalam, Şili, Malezya, Yeni Zelanda, Peru, Singapur ve Vietnam) açıklamasıyla gündeme gelen ortaklık[9], daha sonra gruba Meksika, Kanada ve Japonya’nın da katılmasıyla büyüyerek 12 ülkeyi kapsamına alan bir ortaklık anlaşmasına dönüştü. Ortak açıklamada anlaşma ile ortak ülkeler arasındaki ticaret ve yatırımların artırılması, inovasyonların teşvik edilmesi, ekonomik büyüme ve kalkınmanın hızlandırılması ve istihdam yaratılmasının hedeflendiğinin altı çiziliyor.
ABD dışındaki 11 ülke bugün itibariyle dünya hâsılasının % 40’ını üretirken, bu ülkelerin küresel ticaret içindeki payları % 30’ın altında değil[10].
Müzakerelerine 2013 yılında başlanan bu ortaklık anlaşmasının ana tarafları ABD ve 28 Avrupa Birliği (AB) ülkesi. Anlaşmanın hedefleri olarak; iki bölge arasındaki yatırım ve ticaretin geliştirilmesi, ekonomilerin canlandırılması, ihracatların kolaylaştırılması ve bürokrasinin azaltılması, dış ticaretle ilgili yeni adil kuralların konulması, yükselen ekonomilerle uyum sağlanması gibi hedefler konuldu[11].
TPP ve TTIP ikisi bir arada dünyanın en büyük iki ekonomisi olan AB ve ABD ekonomisini ve 40 ekonomiyi birbirine ilişkilendiren iki anlaşma niteliğinde.
TISA, 2013 yılından bu yana ABD, 28 AB ülkesi, Kanada, Meksika, Avustralya, İsrail, Güney Kore, Japonya, Norveç, İsviçre, Türkiye ve Orta ve Güney Amerika’dan (Kosta Rika, Panama, Peru, Kolombiya), Asya’ya (Pakistan, Tayvan, Hong Kong) kadar değişik coğrafyalardan oluşan toplam 50 ülkenin 23 Hükümetiyle müzakereleri devam eden ve küresel hizmet ticaretini konu alan bir anlaşma. Bu müzakereci ülkelerden 12 tanesi G-20 ülkesi ama diğer iki anlaşmada olduğu gibi Çin ve Rusya gibi ülkeler şimdilik bu müzakerelerin dışında kaldı.
TISA ülkeleri küresel hizmet ticaretinin üçte ikisini gerçekleştirirken, bu ticaretin % 90’nı da OECD ülkelerinden kaynaklanıyor[12].
Anlaşmanın resmi metinlerine göre, Anlaşma küresel hizmet ticaretini daha da serbestleştirmeyi hedefliyor. Bu hizmetlerin içinde deniz yolu taşımacılığı, kargo dağıtımı, e-ticaret, tele-komünikasyon, muhasebe, mühendislik, danışmanlık, sağlık, özel eğitim ve bankacılık ve sigortacılık başta olmak üzere çeşitli finansal hizmetler gibi, örneğin ABD ekonomisinin % 80’ini, 2012 yılında OECD ülkelerinin GSYH’sinin % 71’ini (bu pay 1970 yılında % 53 idi[13]) kapsayan geniş bir hizmetler ağı var.
Bu durum bu anlaşmalar içinde en geniş kapsamlı etkiye sahip olabilecek olanların başında TISA’nın geldiğini gösteriyor.
Toplamda bu üç anlaşma 53 ülkeyi, 1,6 milyar insanı ve küresel ekonominin üçte ikisini kapsıyor. Tek başına TPP ise tarihteki en kapsamlı ticaret anlaşması olarak tirilyonlarca dolarlık bir ticaret hacmi anlamına geliyor[14].
Bu anlaşmalar içinde TPP doğrudan mal ticaretini, TISA doğrudan hizmet ticaretini TTIP ise her iki tür ticareti de içeriyor. Öyle ki TTIP, TISA’dan daha kapsamlı bir hizmetler sektörü bölümüne sahip.
TTP ve TTIP’nin savunucuları, daha da serbestleştirilmiş uluslararası ticaret ile üye ülkelerin ihracatlarının ve istihdamın artacağını, etkinlik ve uzmanlaşmanın gelişeceğini ileri sürseler de bu sav teorik olarak kendi içinde çelişiyor. Çünkü etkinlik ve uzmanlaşmanın artacağı tezi Ricardo’cu ‘Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisi’ne, ihracat ve istihdamın artacağı tezi ise kapitalizmin ilk ortaya çıktığı, sanayi kapitalizmi öncesi döneme ait bir teoriyi anlatan ‘Merkantilist Teori’ye karşılık geliyor.
Bu iki teori ya da tez ise birbirleriyle çatışan bir karaktere sahip. Çünkü karşılaştırmalı üstünlükler ithalattan sağlanır, ihracat ise, bu teoriye göre, bir fedakarlıktır. Uluslararası ticaret anlaşmaları ise istihdam yaratmazlar, sadece istihdamı sanayilere yeniden dağıtılırlar. Merkantilist yaklaşımda ise ithalat kötü, buna karşılık ihracat iyidir. İhracatını artıran ülke kazanır. Ticaret anlaşmaları istihdam yaratabilir ama bunun karşılığında diğer ülkelerin istihdamını kötüleştirir. Kısaca her iki tez de anlaşmalardan her iki tarafın yararlanacağı ve istihdam artışı olacağını ileri sürse de bu gerçeğe uymuyor[15].
[1] Peter Symonds, “US ramps up anti-China “pivot to Asia”, http://www.wsws.org/en/articles/2015/03/14/pers-m14.html, 14 March 2015.
[2] The National Military Strategy of the United States of America 2015, Joint Chiefs of Staff, June 2015.
[3] James Petras,” Peace Negotiations or War Preparations? Colombia, Iran, China, Cuba, Ukraine, Yemen and Syria”, http://www.globalresearch.ca, June 06, 2015.
[4] Joachim Hagopian, “Towards A Global Military Fighting Machine: One World Government Protected by a One World Military”, http://www.globalresearch.ca, June 18, 2015
[5] Manlio Dinucci, “More US-NATO Wars on the Horizon? NATO Launches “Trident Juncture 2015″, Largest Military Exercise since the End of the Cold War”, http://www.globalresearch.ca, June 18, 2015.
[6] “These Are all the Countries Where the US Has a Military Presence”, Global Research News, http://www.globalresearch.ca,April 12, 2015.
[7] Johannes Stern, “German army expands its tank battalions targeting Russia”, http://www.wsws.org, 29 June 2015.
[8] Johannes Stern, “German army receives €8 billion for new missile system and warship”, http://www.wsws.org, 12 June 2015.
[9] Office of the United States Trade Representative, “Enhancing Trade and Investment, Supporting Jobs, Economic Growth and development: Outlinesw of the Trans-Pasific Partnership Agreement”, https://ustr.gov/tpp/outlines-of-TPP, (23.06.2015).
[10] Jack Rasmus, “TPP Trade Negotiations At Critical Juncture”, https://zcomm.org, March 25, 2015.
[11] http://ec.europa.eu/trade/policy/in-focus/ttip/about-ttip/
[12] Scott Sivlair and Hadrian Mertins-Kirkwood, “TİSA versus Public Services”, PSI Special Report, April 28,2014.
[13] Kemal Derviş, “A New Birth for Social Democracy”, https://www.project-syndicate.org , June 9 2015.
[14] Jon Queally, *Wanted* Dead or Alive: $100,000 for Full Text of Trans-Pacific Partnership”, http://www.commondreams.org/news/2015/06/02/wanted-dead-or-alive-100000-full-text-trans-pacific-partnership, June 02, 2015.
[15] Dani Rodrik, “The Muddled Case for Trade Agreements”, https://www.project-syndicate.org, Jun 11, 2015.