28 Şubat 1997 postmodern darbe girişimiyle başlayan süreç, 15 Temmuz 2016 Fethullahçı darbe girişimiyle sona ermiştir.
Tuncay Yılmaz
8 Şubat 1997 postmodern darbe girişimiyle başlayan süreç, 15 Temmuz 2016 Fethullahçı darbe girişimiyle sona ermiştir. Önümüzdeki yıllarda ayrıntılarını uzun uzun tartışacağımız ve halen canlı, hareketli, sonuçlanmamış müdahaleler dizisinin ana belirleyeni, Kemalist rejim sonrası inşa edilmeye çalışılan ılımlı İslam rejiminin tek başına iktidarlaşamaması ve şimdi bu iki rejimin sentezi üzerinden Türkiye’nin yeni nizamının kurulmaya başlanmasıdır.
ABD’nin Yeni Ortadoğu Projesine paralel şekilde iktidara taşınan ve hakim rejim haline getirilmek istenen “Ilımlı İslam” tıpkı Mısır’da olduğu gibi tutmamış ve ancak eski statüko güçleriyle sentezlenerek ayakta kalmayı başarmıştır. Yeni sentezin halklarımız ve bölge barışı açısından önceki ikisinden daha da tehlikeli olduğu ise kuşkusuzdur.
Fethullahçı darbe girişimine karşı oluşan ittifak yeni değildir. Cumhuriyet tarihinin en uzun MGK toplantısı olarak tarihe geçen ve 28 Şubat sürecinin 9 buçuk saatlik toplantısını da aşarak 10 buçuk saat süren 30 Ekim 2014 MGK toplantısı, bugün yaşanmakta olanların planlandığı toplantıdır ve bu toplantının sonuç metni (http://avrupaforum.org/cumhuriyet-tarihinin-en-uzun-mgksinda-alinan-kararlar/ ) yeni uzlaşmanın mutabakat deklerasyonu niteliğindedir.
30 Ekim 2014 mutabakatının karakterini veren iki temel unsur, Kürtlerle ve paralele yapıyla mücadeledir. Bu mutabakat sermaye tarafından da desteklenmiş ve ardından yeni iktidar bloğu uzlaştıkları zemin üzerinden etraflarını örmeye başlamıştır. Merkezinde Erdoğan kliği, Ordu içindeki eski statükonun derin yapılanması ve TÜSİAD ve MÜSİAD’ın büyük sermaye gruplarının olduğu yeni oligarşik Blok MHP ve CHP’yi de kendisine eklemlemeyi başarmış ve Türkiye’nin yeni nizamını inşa etmeye başlamıştır.
Elbette bu uzlaşı ve sentezleşme iktidar güçleri arasında çekişme, itişme, yer kapma ve hatta mümkünse diğerini iktidar bloğu içerisinden tamamen atmaya çalışma gibi yaklaşımların varlığını ortadan kaldırmaz. Zaten bu davranış modları kapitalizm içi bütün iktidarlaşmalarda olasıdır.
Ancak işaret etmeye çalıştığım, 28 Şubat sonrası AKP’nin iktidara taşınmasıyla başlayan ve ılımlı İslamı tek başına hakim rejim haline getirme hamlesi başarısızlıkla sonuçlanmış ve (şimdilik) belirleyiciliğini korusa da iktidarını ancak paylaşarak devam ettirebileceği, eski rejimle kendini sentezlemek zorunda olduğu yeni bir dönem başlamıştır.
Hakeza, eski statüko güçleri açısından da, Erdoğan rejimini tamamen iktidar bloğundan uzaklaştırarak eski müesses nizamlarını reorganize etme imkanı olmadığı anlaşılmış ve ancak kendisilerini iktidardan uzaklaştıranlarla (şimdilik) uzlaşarak yeniden iktidar bloğu içerisine girilebileceği kabullenilmiştir.
Ergenekon tırnağını çıkardı
İlk zaferini Ergenekon ve Balyoz dosyalarını rafa kaldırtarak kazanan eski statüko güçleri, yeniden başlayan çatışma süreci ve FETÖ-RETÖ (Fethullahçı Terör Örgütü – Recep Tayyip Terör Örgütü) savaşlarının yarattığı ortamda daha da palazlanmış ve yeniden iktidar ortağı olacak güce erişmiştir.
Öncesinden de yeniden ordu içerisine yerleşmesinin önü açılan eki statüko güçleri Fethullahçı darbe girişimiyle elini daha da güçlendirmiş, Ordu içerisinde boşalan pek çok kritik noktaya kendi kadrolarını yerleştirme imkanını yakalamıştır.
Hazır tutulan listeler tasfiye ve konumlandırma mekanizmasına çoktan sunulmuş durumda. Yeniden göreve çağrılan Balyoz, Ergenekon emeklilikleri yeniden konumlanışta buzdağının sadece görünen kısmı. Şüphesiz ki bu yeniden konumlanış sadece ordu içerisinde değil başta MİT olmak üzere, emniyet, yargı, akademi, medya ve bürokrasi içerisinde de yansımasını bulacaktır.
Erdoğan imkanı olsa İslam Cumhuriyeti kurardı
Erdoğan’ın bu uzlaşıya razı olması fikrinin değiştiği anlamına gelmez elbette. 14 yıllık pratiği, toplumsal yaşama müdahaleleri, gündelik yaşamı organize etme ve şekillendirme ağları (camiler, cemaatler, vakıflar, vs), IŞİD, Nusra gibi güçlerle ilişkileri, dayandığı kitle tabanı, darbe girişimine karşı sokağa sürdüğü güruhun siyasi kodları güçler dengesi imkan tanısaydı nasıl bir rejimle karşı karşıya kalacağımızın açık göstergesidir.
IŞİD, Nusra ve benzeri güçlerle ilişkileri sadece bölge dengelerinin gereği ve ulusal ihtiyaçların ürünü olarak görmek, bu çevrelerle ortalama AKP kitlesi arasındaki gönül/fikir bağını, etkileşimini görmemek tam bir hesapsızlık olacaktır.
Erdoğan kliğinin mutlak iktidar olduğu bir Türkiye’de Sünni/İslami yaşam usullerine uymayan bir toplumsal kategorinin var kalabilmesi mümkün olmayacaktır.
Ortada çıkan karmaşada inisiyatifi kaybetmemek, iktidar bloğu dışındaki muhaliflerini tasfiye etmek ve beraber çalışmak zorunda kaldıklarını da mümkün olduğunca sınırlandırmak için OHAL ilan eden Erdoğan, bu devreyi mümkün olduğunca uzatmak isteyecektir.
Erdoğan, 14 yıllık kesintisiz iktidarının tüm birikimlerini Yeni Türkiye Nizamının karakterini belirlemede sonuna kadar kullanarak kendisine maksimum iktidar alanı açmaya çalışırken, dışındaki muhalefetin de yapısını, sınırlarını kendisi belirlemek, en azından etkilemek isteyecektir.
CHP “Yeni Nizam”ın parçasıdır
Gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra Erdoğan’ın müzakere masasını devirmesi ve Kürt hareketine/halkına savaş açmasıyla MHP zaten bu yeni ittifaka yedeklenmişti. CHP ise bu yeni uzlaşının (eski statüko güçleri aracılığıyla) zaten tarafı durumunda. Ekmeleddin’in adaylığı, seçimlerde sağa açılma politikaları, sınır ötesi operasyon tezkeresinin onaylanması, Sur, Nusaybin, Cizre savaş alanına çevrilirken AKP’ye “PKK’nın baş yardım yatakçısı” jargonuyla yüklenmeye devam edişi, en son ve de en belirgin olarak 30 Nisan’da Genel Kurmay Başkanıyla yaptığı görüşmenin ardından dokunulmazlıkların kaldırılmasına destek verişi, CHP’nin uzun zamandır bu yeni oyun planının bir elemanı olduğunun somut göstergeleridir. Baykal’ın kendisi değil ancak çizgisi CHP yönetimindedir.
CHP’nin 24 Temmuz’da yapmayı planladığı ve AKP tarafından da (aslında yeni iktidar bloğu tarafından da) desteklenen “Cumhuriyet ve Demokrasi” mitingi AKP’nin arkasına dizilmeyen toplumsal güçleri CHP’nin arkasına dizme hamlesidir. Yeni Nizam AKP ve CHP’den oluşan bir siyaset dengesi istiyor. Bunun dışında kalan güçlere ise mızmızlanarak da olsa bu partilerin arkasına dizilmeyi ya da “terörist” ilan edilmeyi göze almayı dayatıyor.
CHP, darbe girişiminin bastırılmasından sonra ortaya çıkan tablodan gerçekten rahatsız olsa ve adeta bir cadı avına, büyük bir tasfiye operasyonuna dönüşen sürece demokratik bir müdahale düşünüyor olsaydı, yapması gereken şey başta emek ve demokrasi güçlerinin temsilcileri olmak üzere gelişmelerden rahatsız olan tüm kesimlerin bu mitingin parçası olmasını sağlamaktı. Oysa biliyoruz ki, CHP kürsüde ve mitingin organizasyonunda Emek örgütleri, Demokrasi Bloğu, Haziran Hareketi, HDP temsilcilerine yer vermektense AKP’yi davet etmeyi tercih etmiştir.
Şayet aylardır konuştuğumuz ancak bir türlü kurmayı ve etkili şekilde çalıştırmayı başaramadığımız “Demokrasi Bloku/Cephesi” kurulabilmiş ve bu süreçte yer tutabilmiş olsaydı, şüphesiz CHP Yeni Nizam’ı daha solda durarak temsil edecek, bu bloğu o şekilde etkisizleştirmeye çalışacaktı. Bu bloğu kurabilme ihtimalimiz dahi yeni iktidar bloğunu endişelendiriyor olmalı ki yol yakınken muhalefetini CHP’nin etrafına toplamak için hep birlikte “Cumhuriyet ve Demokrasi” mitinginin arkasında duruyorlar. Bütün bunları bilerek her fırsatta CHP’yi sıkıştırmaya, demokratik muhalefet üzerinde hegemonya kurmasını engellemeye ve CHP tabanına seslenmeye çalışmaktan elbette vaz geçmemeliyiz. Ancak, kendi bağımsız hattımızı görünmez kılarak hatta silikleştirerek CHP’yle kurulacak her türlü ilişki, bırakalım demokrasi mücadelesini geliştirmeyi, CHP’nin daha da sağa kaymasına yol açarak demokratik muhalefetin önünü kapatacaktır. Bütün bunları bilerek her fırsatta CHP’yi sıkıştırmaya, demokratik muhalefet üzerinde hegemonya kurmasını engellemeye çalışmaktan elbette vaz geçmemeliyiz.
CHP içerisindeki kimi demokrat vekillerin ve halen CHP’yi destekleyen demokrat bir tabanın oluşu CHP’yi bu yeni oyun planının dışında görmek için gerekçe yaratmaz. Bu saydığım kesimler vardır ve gerçektirler. Ancak onların da CHP’nin ana konumlanışına etki edecek güç ve örgütlülükleri yoktur. Hele ki son gelişen süreçle bu imkanları daha da kısıtlanmış, hitap alanları daralmıştır. CHP’yi “Amerika destekli Fethullahçı darbeye karşı” oluşan “milli cephenin” dışında kalmaya, gerçek demokrasi güçleriyle etkili bir demokrasi bloğu kurmaya ikna etmeye çalışan bu kesimler artık en yakınlarındakilere bile inandırıcı olmakta zorlanacaklardır. Bu durum “demokrasi cephesi” argümanlarımızı ve formülasyonlarımızı yeniden gözden geçirme, CHP’den kopamayan demokratik tabanı gerçek demokrasi güçleriyle birlikte davranmaya ikna etme yol ve yöntemlerini bulma gereğini zorunlu kılmaktadır.
Yeni Nizam sancısız kurulamaz
Yeni Nizam sancısız kurulamaz çünkü bizzat kurucuları arasındaki hegemonya kavgası hala diri ve sıcaktır. Konumlar, paylar, hâkimiyet alanları henüz net olarak paylaşılmamıştır. Tayyip Erdoğan’ın darbenin bastırılmasının ardından taraftarlarını hala sokaklarda tutmasının, durmadan “ikinci bir darbe girişimi” tehdidini dillendirmesinin asıl sebebi Fethullahçılardan yeni bir girişim beklemesinden çok, yavaş yavaş taşların yerine oturacağı bu süreçte masada kaybetmemek için kitle desteğini arkasında tutma çabasıdır. Ve elbette bu kaos içerisinde iktidar bloğundan tasfiye edilme korkusu da gerçek ve yerindedir. Ordunun hiyerarşik yapısının küçük bir kısmının ve silah gücünün çok çok azının aktive olduğu başarısız darbe girişiminin yarattığı çalkantı düşünüldüğünde; 4000'e yakın tank, 7500 zırhlı savaş aracı, 240 savaş uçağı, 100'e yakın taarruz helikopteri, 16 Fırkateyn, 8 Korvet, 50 sahil güvenlik botu ve 650 bin askerlik devasa gücüyle ordu hiyerarşisinin tamamının katıldığı bir darbe girişiminin sonucunun nasıl olabileceğini en iyi Erdoğan bilir.
Tam burada küçük bir not olarak eklemek isterim ki Kürt Halk Önderi Öcalan’ın işaret ettiği “darbe mekaniği” asıl olarak bu devasa gücün devreye girmesidir ki hali hazırda yaşanan bu değildir. Aksine, Öcalan’ın işaret etiği “darbe mekaniği” şimdi iktidar bloğunun içerisindedir ve uygun zamanı/koşulu kollamaktadır.
Yukarıda da söylediğim gibi yeni iktidar bloğunun bileşenleri birbirlerini bir kaşık suda boğmaya hazır olsalar da bugün realitesi onları bir arada durmaya zorluyor. Her ne kadar “ortak düşmanlarına” karşı birlikte yürüseler de göz uçlarıyla birbirlerini takip etmeye, ellerini birbirlerine karşı da tetikte tutmaya devam edeceklerdir. Hangisi hangisi için yeniden bir uluslar arası, bölgesel konjonktür yakalarsa diğerini tepelemeye çalışacaktır.
Hali hazırda Devlet mekanizmalarından boşalan yerlerin hangi iktidar kliğine yakın güçler tarafından doldurulacağı kapışmanın ön sarsıntıları niteliğinde olacaktır. Ordu, MİT, Emniyet, yargı, akademi, medya ve bürokrasi içerisinde klikler etkinliğini korumak, yeniden tesis etmek için kıyasıya çatışacaktır. CHP ve MHP’nin görevden alınan yüz bini aşkın kamu çalışanı yerine şimdiden kadro pazarlığı yapmakta olduklarından kimsenin şüphesi olmasın. Elbette bu paylaşımlar cetvelle çizilmiş gibi olamaz. İlk paylaşımın sonucunu belirlemede devlet mekanizması içerisinde güncel ve tarihsel konumlanışların yanı sıra aktüel akışın gerilimini iyi kullanma becerisi de etken olacaktır. Erdoğan’ın sokaktaki gerilimi düşürmeme stratejisinin bir gerekçesi de budur. Ve elbette NATO’dan AB’ye, ABD’den Rusya’ya, İsrail’den İran’a tüm dış güçlerin de ellerindeki bütün imkanları kullanarak Yeni Nizam içerisindeki etkilerini arttırmaya çalıştıklarından en ufak bir şüphemiz yok.
Yeri gelmişken, Türkiye’nin NATO’dan uzaklaşarak Rusya cephesine yaklaşmakta olduğu, ABD’nin de bu yüzden darbeyi desteklediği tezlerindeki sığlık ancak cehaletle mümkün. Bunun ne demek olduğunu askeri ve ekonomik açıdan hiç düşünmeden konuşabiliyor, yazabiliyor olmak fantastik roman yazarlığına meyyallikten başka bir anlam taşımaz. Yukarıda özetini aktardığım TSK envanterinin tamamının değişmek zorunda kalacağını bilmek dahi bu yollu tezleri ortaya saçarken kırk kere düşünmenin gereğini göstermeye yeter. Hele ki bunu söyleyenler Marksizm’in abecesi olan alt yapının son tahlilde belirleyiciliğini, kapitalist – emperyalist ilişki ağlarını biliyor olsun!
Elbette TSK’daki muvazzaf rütbelilerin neredeyse üçte birine denk gelen (gözaltına alınanların tamamı Fethullahçı olmasa da) bulaştığı bir darbe girişiminden Pentagon’un haberdar olmaması mümkün değil. Hele ki bu üçte bir içerisinde pek çoğu NATO tezgahından geçmiş TSK’nın 358 general/amiralinin 132’si varsa! Belli ki ABD başarılı olsaydı darbeciler üzerinden Yeni Nizam’a müdahil olacaktı. Tutmadı, eski göz ağrılarıyla sürecin içinde olmaya zaten devam ediyor.
Aktüel olarak görünenin aksine Erdoğan’ın etrafındaki çember daralmış, oyun alanı daha da kısıtlanmıştır. Şimdi bütün küresel güçler bu yaralanmış, kıstırılmış iktidara daha fazla kendilerini dayatacak ve istediklerini yaptırmak isteyeceklerdir. ABD, AB (Almanya- Fransa), İngiltere, Rusya, Çin Yeni Nizam’da kendi yerlerini genişletmek isteyeceklerdir.
Ayak oyunları ve devlet mekanizmasına değil, gerçek bir halk gücüne dayanan Kürt hareketi ise Yeni Nizam’ın önündeki en büyük bariyerdir. En eski savaş taktiklerinden birini kullanıp bir düşmanını diğer düşmanıyla savaştırarak her ikisini de yıpratma taktiğini uygulayan yeni ittifak, Kürt Özgürlük Hareketinden Fethullahçı çeteden kurtulduğu kadar rahat kurtulamayacaktır. Sadece Türkiye’de değil, tüm bölgede Kürt Halk hareketi otoriterleşme eğilimindeki Yeni Nizam’la karşı karşıya gelecek ve onu zorlayacaktır.
Bu toprakların hasret olduğu emek, demokrasi, özgürlük ve barış güçlerinin, 7 Haziran öncesi yakaladığı etki ve gücü yeniden ve daha da genişleterek yakalaması ise Yeni Nizam’ın asıl kabusu olacaktır. İşte bize düşen görev, Gezi’de, Kobane direnişinde kendini gösteren bu devi ayağa kaldırmaktır.
22.07.2016