SYKP Kurucu Eş Başkanı Tuncay Yılmaz Avrupa’da başlatılan HDK çalışmalarına dair değerlendirmelerde bulundu. Yılmaz, “HDK, Avrupa’daki emek, demokrasi ve özgürlükler mücadelesinin de bir parçası olarak örgütleniyor.” şeklinde konuştu.
Osman Oğuz / Yeni Özgür Politika
Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi Kurucu Eş Başkanı Tuncay Yılmaz HDK Avrupa kuruluş süreci ve örgütlenişini anlattı. Yılmaz, HDK-A çalışmalarına dair "Ayağımızı bastığımız yer, direnişin merkezidir" diyerek örgütlenmenin Avrupa'da da sürdürülmesinin elzem olduğuna dikkat çekti.
HDK-A’nın Avrupa’daki daha önceki birliklerden “ortaklaştırılmış program, yaşam perspektifi” yönüyle ayrıldığını belirten Yılmaz, “HDK, eylemini örgütleyen değil sadece, kendini de örgütleyen bir yapı olarak ilerlemek zorunda. İnsanları örgütlemeyi hedefleyeceğiz” ifadelerini kullandı.
SYKP'li Yılmaz, HDK-A'nın anayasa referandumu için ciddi bir 'hayır' kampanyası yürüteceğini belirterek 'hayır' için örgütlenme çağrısı yaptı: Eğer biz Hayır blokunu güçlendirmeyi başaramazsak bu, ne dersek diyelim Evet blokunun, Evet fikrinin, meşruiyetinin güçlendiği anlamına gelecektir.
Röportajın tamamı şöyle:
HDK-Avrupa, neden bir gereklilikti?
Aslında bu işin en temelinde şu yatıyor: Ayağımızı bastığımız yer, direnişin merkezidir. Bizim perspektifimiz budur. Bulunduğumuz her yerde, eğer eşitsizlik, adaletsizlik, ötekileştirme varsa, bunun karşısında gadre uğrayanların örgütlenmesi kaçınılmazdır, doğaldır. Biz de ezilenlerin, emekçilerin kurtuluşunu, özgürleşmesini örgütlemek isteyenler olarak Avrupa’da da tabii ki bir örgütlenme içine girmeyi hedefledik.
Ama daha önce de Avrupa’da birlikler vardı. Mesela Demokratik Güçbirliği Platformu vardı, başkaları vardı. Neden özellikle HDK?
Şüphesiz HDK, ilk birlik girişimi değil. Bunun öncesinde Güçbirliği, ABDEM ya da benzeri birlik girişimleri, yan yana gelişler var. Ancak biz HDK’yi Türkiye’de kurarken de aslında buradakine benzer biçimde pek çok birlikteliğimiz vardı. Gerek seçim sathında yaptıklarımız, gerek tek tek kimi meseleler üzerine yaptıklarımız… Ancak uzunca zamandır Türkiye ve Kürdistan sol, sosyalist güçlerinin ortaklaşması ihtiyacı vardı. HDK’nin farkı şuydu: Yalnızca bir iş üzerinden yan yana geliş değil, bir programatik çerçevede yan yana gelişti. Aslında Avrupa’da da uygulanan budur.
Yani, basitçe bir demokrasi cephesi, örneğin yalnız Hayır Platformu gibi bir şey değil; HDK, bir yaşam projesi, programatik çerçevesi olan bir birlikteliktir.
Bizim, örneğin Demokratik Güçbirliği’nden öteye geçmemizi gerektiren en önemli nedenlerden biri şudur: Emeğin sömürüsüne karşı tutumumuzdan halkların, inançların, kültürlerin özgürleşmesine; kadınların kurtuluş mücadelesiyle kurduğumuz rezonanstan LGBTİ hareketine bir programatik bütünlük var HDK’de.
Şayet bu programatik çerçeveyi biz Demokratik Güçbirliği’ne önermiş olsak, bin parçaya bölünür. Çünkü bambaşka programatik zeminler var. Burası ise sadece “Yan yana duralım ve güçlü olalım” diyenlerin değil, belirli bir perspektifle yan yana duranların yaptığı birliktir.
İkincisiyse, bugüne kadarki birlik girişimlerimizden farklı olarak sadece kurumların temsiliyetiyle değil, aynı zamanda şu ya da bu sebeple örgütlenmelerin dışına düşmüş binlerce bireysel emek, enerji ve birikimin harekete geçmesine imkan tanıyan bir örgüt modelidir HDK. Genel Meclis’in sadece kurum temsiliyeti üzerinden değil, bireylerin katılımıyla da oluşmasını önemsiyoruz.
Bu özelliklerin ben HDK-Avrupa’nın kurulmasıyla yaratılacak farkı ortaya koyduğunu düşünüyorum.
Mücadele kapsamı açısından da farklar var galiba…
Evet, biz Avrupa’da yaşayan göçmenleriz aynı zamanda. Buraya gelen Türkiyeli, Kürdistanlı, Rojavalı, İranlı, Iraklı, Suriyeli… Göçmenlerin göçmenlikten kaynaklı sorunları var. Tabii ki buradaki diğer emek, özgürlük, demokrasi mücadelelerinin de bir parçasıyız ama farklı olarak göçmen olmamızdan kaynaklı başka bir sömürüye, tahakküme, ötekileştirmeye tabii tutuluyoruz. Buna karşı bir göçmen örgütlülüğü olma özelliği de taşıyor HDK.
HDK, aynı zamanda Avrupa’daki emek, demokrasi ve özgürlükler mücadelesinin de bir parçası olarak örgütleniyor.
Yani HDK, Avrupa’da sadece Türkiye ve Kürdistanlılar üzerinden şekillenen bir örgüt olmayacak mı?
Hayır, olmayacak. HDK, kuruluş feyzini Türkiye’deki HDK’den alan, temel paradigmasını oradan devralan ama kendisini bulunduğu koşulların ihtiyaçlarına göre revize eden, geliştiren bir örgütsel paradigmaya sahip.
Peki, şu tam netleşmiş değil insanların kafasında: Burada HDK, nasıl bir örgütsel şemayla ilerleyecek? Mesela yerellerde HDK’nin somut karşılığı ne olacak? Sadece Güçbirliği gibi dönem dönem toplantılar yapan ve eylem örgütleyen bir odak mı olacak, yoksa daha başka bir şey mi?
Bu da bence HDK’nin ayırıcı özelliklerinden biri. Belirttiğiniz gibi, önümüze gündem geldiğinde buna tepki örgütleyen bir yapılanma olarak değil, bizzat kendisi gündem örgütleyen, yaratan, gündeme müdahil olan bir yapılanma olarak kuruluyoruz. Politik çalışma perspektifi olarak söylüyorum bunu.
Bunun örgütsel karşılığı da meclisler ve bu meclisler içindeki seçilmiş koordinasyonlar, yürütmeler biçiminde olacak. Biz kalıcı, düzenli toplanan, yapabildiğimizce bütün yerelliklere indirgenmiş bir kurumsallaşma hedefliyoruz. Yani sadece bir ülke meclisi değil; o ülkenin içinde kanton, eyalet, illere girmek istiyoruz. Semt meclislerine kadar… Yani toplumu hangi düzeyde örgütleyebiliyorsak oraya kadar girmiş bir meclis örgütlenmesinden bahsediyoruz.
Şunun mutlaka anlaşılması lazım: HDK bir parti örgütlenmesi değildir. HDK, tek başına siyasi bir yapının örgütlenmesi değildir. HDK, adında da geçtiği gibi bir kongredir, halkların demokratik kongresidir. O yüzden mesela HDK’de üyelik yoktur, katılım vardır. Kongrelere isteyen herkes katılabilir. Kuruluş felsefesini kabul eden herkes, görev alabilir.
HDK, eylemini örgütleyen değil sadece, kendini de örgütleyen bir yapı olarak ilerlemek zorunda. İnsanları örgütlemeyi hedefleyeceğiz.
HDK’yi Avrupa’da örgütleme fikrinin herhalde en azından 1 yıllık geçmişi var. Neden bu kadar uzun sürdü?
HDK’nin Türkiye’deki kuruluşunda da yer alan biri olarak bunu uzun bir süre olarak görmediğimi belirteyim. Çünkü HDK’yi kurana kadar biz epey bir badirelerini atlattık. Örneğin HDK dediğimiz şeyin fikir orijini, Çatı Partisi girişimidir. Bin Umut Adayları’ndan sonra ortaya çıkan… Hemen ardından şu tartışmayı yapmıştık: Biz sadece seçimden seçime, olaydan olaya yan yana gelen bir grup olmayalım. Bir fikri zemin kuralım ve bu zemini sürekli, kalıcı, sürece etki edebilen bir özne haline getirelim. Buradan baktığımızda HDK’nin Türkiye’deki kuruluşu, 4-5 yıllık bir süreçtir. Biz o birikimin üzerine burada kurulduğumuz için 1 yılda örgütlenebildik. Ama somuta baktığımız zaman aslında Nisan 2016’dan bu yana geçen 8-9 aylık bir süreçtir bu. Kısa bir süre sayılır.
Üstlelik bu süre sadece fikrin olgunlaşmasıyla geçirilmedi; bizzat örgütlenmeyle geçirildi. Örneğin Almanya eyalet eyalet kongresini yaptı, İsviçre hakeza öyle, Fransa öyle, Hollanda öyle. Aslında fikrine sadık olarak HDK, yerellerde kendini kurarak merkezi örgütüne kavuştu. Bugün başlıyor değil, başlamış bir çalışma bugün yeni bir merhaleye geçiyor. Olmadığı yerlerde kendini örgütlemek açısından daha büyük imkanlar yaratacak bir eşiği aşıyor, HDK.
HDK-Avrupa Kongresi’nde olmayan Demokratik Güçbirliği bileşenleri de var. Mesela bunlardan en önemlisi, Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu. Yine mesela Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu’nu, Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu’nu da göremedik. Böyle birkaç örgüt, Güçbirliği’nde var ama HDK-A’da yok. Bunu bir dezavantaj olarak değerlendiriyor musunuz ve önümüzdeki süreçte onları da kapsamayı hedefleyen bir yaklaşımınız var mı?
Kesinlikle bunu bir eksiklik olarak görüyoruz. Bizim kabaca, “Yahu gelmediler” deyip kestirip atma şansımız yok. Burada biz, kurucu özneler olarak kendi eksikliğimizi ön plana çıkarmak zorundayız. Kendi hatalarımızla, konunun bu noktaya gelmesiyle ilgili zaaflarımızla yüzleşmek zorundayız.
Bugün Avrupa’daki en büyük Alevi örgütünün bileşeni olmadığı bir Halkların Demokratik Kongresi olmamalı. Mesela demokratik Müslümanların bileşeni olmadığı bir HDK de olamaz. Çeşitli siyasi öznelerin, ATİK’in, ADHK’nin bileşeni olmadığı bir HDK, eksik olacaktır. Böyle bakmak zorundayız.
Bu, “Onlar gelene kadar duralım” anlamına gelmez elbette. Biz örgütümüzü, davamızı, mücadelemizi büyütmeye çalışacağız. Ama onlarla kurduğumuz dil, bir haklı, üstten bakan vakurluk değil; eksiğini bilen, o eksiği tamamlamaya çabalayan, ayağındaki aksamanın farkında olan ve gidermeye çalışan kapsayıcı, kazanıcı bir dildir, öyle olmak zorundadır.
Ben çok güçlü bir örgütlülük olarak Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun HDK-A’nın içinde olmamasını HDK bileşenleri ya da özneleri, hatta bizzat halklarımızın kendisi açısından bir sorun, eksiklik olarak görüyorum. Aleviler için bu bir eksikliktir, Kürtler için eksikliktir, ezilen emekçiler için eksikliktir. Çünkü egemenlerin bu kılıcı bu kadar kolayca tepemizde sallayabilmesinin en önemli nedeni, bizim ayrı ayrı duruşlarımızdır; ortak mücadele cephesi etrafında odaklanamamızdır.
Bakın, 7 Haziran’da bunu başardık. O başarı, birliğin başarısıdır. 1 Kasım’daki eksiklik de zaaflarımızın eksiklikleridir. Alevilerin her düzeyde temsiliyetinin garantisi, HDK olmak durumundadır. Bu konuda yaptığı eksiklerle de yüzleşmek ve düzeltmek zorundadır.
Devrimci nereye düşerse düşsün direnir
İlk olarak SYKP Eşbaşkanı olarak tanıdık sizi. Bir süredir ise Avrupa’dasınız. Neden buradasınız?
AKP, çok uzun zamandır şunu görüyor: Kendi karşısında bir umut örgütleniyor. Bu umudu dağıtacak hamleleri, çeşitli zamanlarda devreye soktu. KCK Operasyonları’yla devreye soktu. Benim dahil edildiğim Devrimci Karargah Operasyonu’yla devreye soktu. Daha sonra tutuklamalarla… Ana fikir şuydu: Gerçekten halkı örgütleyebilecek, toparlayabilecek ve sistemin o veya bu kadar dışında bir üçüncü yolu açabilecek özneleri iş yapamaz hale getirmek istediler.
Ben kendi buraya gelişimin yargılandığım davayla bir ilişkisi olmadığını, asıl olarak soyunduğumuz bu rolle ilişkili olduğunu düşünüyorum. Çünkü gözaltına alındığımda da, sorgulandığımda da, mahkemede de bana sordukları şuydu: “Siz niye Kürtlerle beraber Çatı Partisi kuruyorsunuz, Demokrasi İçin Birlik Hareketi kuruyorsunuz?”
Burada neden olduğumuzu iyi biliyoruz. Türkiyeli sosyalistler olarak, emekçilerin, ezilenlerin, kadınların haklarını savunanlar olarak biliyoruz: Kürtlerle beraber bu ortaklığı kurduğumuzda bizim karşımızda duramazlar. Birbirimizden ayrı özneler olarak durduğumuzdaysa bizi rahatlıkla elimine edebilirler, kriminalize edebilirler, alternatif olmaktan uzaklaştırabilirler.
Kişisel olarak buraya düşüşümü böyle görüyorum. Ama hiçbir zaman da şöyle bir şeye düşmedim, düşmeyeceğim: Yahu düştük buralara, falan… Hayır. Bir devrimci nereye düşerşe düşsün, cezaeviyse cezaevi, sürgünse sürgün… Direnişin imkanlarını yaratmak zorundadır. Kendimi her sabah böyle yeniliyorum.
Avrupa’da da geldiğim günden bu yana HDK’nin kurulması için, SYKP’nin örgütlenmesi için, bulunduğum yerelde dahil olduğum derneğin örgütlenmesi için elimden gelen çabayı sarf ediyorum.
Ama bir gün memlekete döneceksiniz, değil mi?
Mutlaka döneceğiz. Ben Hayır derken de memlekete dönmek için Hayır diyorum; kişiselleştireyim de meseleyi. Hayır demek zorundayım, çünkü ben o memlekete dönmek istiyorum. Oradaki güzel günlerin hamalı olmaya devam etmek istiyorum. Verdiğimiz Hayır, bu açıdan da benim gönlümü rahatlatacak.
Bütün birimlerimizin gündemi referandum
HDK-Avrupa daha kongresini yapar yapmaz bir referandum gündemiyle karşı karşıya kalacak. Ona dair ne yapabildiniz şimdiye kadar?
Evet, yeni bir gündemle karşı karşıyayız; ama bu referandumun arkasındaki temel motivasyonlara bakarsak yeni bir konumlanışla karşı karşıya değiliz. Biz bu referandumla 7 Haziran’da da, 1 Kasım’da da karşı karşıyaydık. Biz bu referandumla sadece seçimler düzleminde değil, sokağın her düzeydeki örgütlülüğünde, etkinliğinde de karşı karşıyaydık. Yani biz Avrupa’da da bu referandum meselesini sadece Evet-Hayır oylarının çıkarılması olarak ele almayacağız.
Evet, şu anda referandumun bir tarihi bile söz konusu değil. Buna uygun olarak da işte konsolosluklara ne zaman başvurulacak, kayıtlar ne zaman, bunlar bile ortaya çıkmış değil. Ama biz buna rağmen HDK’yi kurduğumuz her yerde referandumda Hayır’ı yeni yaşam bilinciyle örgütlemeye başladık.
Bakın bugün HDK-Avrupa’nın kurulduğu bütün yerel birimlerin gündemi, referandumdur. Çalışmalar başladı. Yeterli mi? Asla değil. Daha ucundayız bu çalışmanın. Biz genel seçimlerde yakaladığımız başarının çok daha üzerine çıkabilecek potansiyele sahibiz. Somut sayı konuşursak, 230 bin oy aldık.
Bugün oradan geriye düşülmediğini mi düşünüyorsunuz?
Dağınıklık olduğu kesin ama ben geriye düşülmediğini düşünüyorum. Kendimizi güzellemeler yaparak kandıracak değiliz ama potansiyel olarak çok daha üste çıkabileceğimiz kanaatindeyim.
Çünkü o zaman biz, “Seçim var, hadi gelin şuna oy verin” diye insanların kapısına gittik; çoğuna ilk defa gittik. Ama şimdi gittiğimizde, “Yahu biz sizi geçen hafta HDK meclisine çağırmıştık” diye gideceğiz. Yani zaten temasta olduğumuz, bir fikrin etrafında örgütlemeye çalıştığımız kesimi şimdi referandumun etrafında örgütleyeceğiz.
Ek olarak ben şu açıdan da önemli bir avantaja sahip olduğumuzu düşünüyorum: Bugün Hayır fikrini en tutarlı, arka planı en dolu, sözünü söylerken sesi en titremeyecek şekilde savunanın HDK olduğunu düşünüyorum. Bugün Hayır’ları birbiriyle yarıştırmak doğru değildir kuşkusuz ama ayrımımızı netleştirme açısından önemlidir bu. Tezkereye Evet deyip referanduma Hayır diyen bir siyasi özne değildir HDK. Dokunulmazlıkların kaldırılmasına Evet deyip sonra referanduma Hayır diyen bir yapı değiliz biz. Bizim Hayır’ımız başından sonuna tutarlı, bir yaşam perspektifi etrafında örgütlenmiş bir Hayır’dır. O nedenle de ben avantajlı olduğumuzu, daha örgütlü olabileceğimizi düşünüyorum.
Bu konuda bence karşımızda olan en büyük sıkıntı, Türk devletinin belki de tarihinin gördüğü en açık ve derinlemesine şiddeti uygulamış olması… Bu, toplumumuzda reformlar kanalıyla, demokratik alan imkanlarıyla mücadeleye olan inançta belli sarsılmalar yarattı. Bu bizim gerçekliğimiz.
Evet, insanlar, “7 Haziran’da oy verdik de ne oldu” diyor…
İşte bunun üzerine gitmek zorundayız. Biz bunu mutlaka doğru anlatmak zorundayız. Çünkü referandum, topyekün yürütülen savaşın önemli cephelerinden biridir. Bu cephede kaybettiğimizde, sürdürdüğümüz diğer cephelerde de bir ayak bağı oluşmuş olur. Ama bu cephede kazandığımızda, mücadele bütünlüğünü güçlendirmiş oluruz.
Asla önemsiz değil. 7 Haziran’da böyle oy almamız hiçbir şey kazandırmadı da değil. Bugün eğer bütün dünyada AKP/Erdoğan ceberrut yönetiminin antidemokratik uygulamaları deşifre edilebiliyorsa; Ertuğrul Kürkçü ya da Faysal Sarıyıldız çeşitli parlamentolarda Türkiye’deki gerçekliği anlatabiliyorsa; bugün dünya demokrasi güçleri HDP’nin, HDK’nin aklına yer veriyorsa ve Türkiye devletinin faşist, insanlık dışı uygulamalarını deşifre edebiliyorsa, bu aynı zamanda orada kazandığımız başarının ürünüdür. Bu başarıyı biz bir kez daha Hayır’la göstermek zorundayız.
Unutmayalım: Eğer biz Hayır blokunu güçlendirmeyi başaramazsak bu, ne dersek diyelim Evet blokunun, Evet fikrinin, meşruiyetinin güçlendiği anlamına gelecektir.
Nasıl biz, “Hayır derken sadece referandumda demiyoruz; bize dayatılan zulme, savaşa Hayır diyoruz” diyorsak, Evet oyu isteyenler de şunu söylüyor: “Kürt’ü katledelim diye; Öcalan’a tecridi devam ettirelim diye; sendikacıyı, akademisyeni, işçiyi, sosyalisti hapse atalım, kadını eve kapatalım diye Evet istiyoruz.” Dolayısıyla “Yahu bu bizi ilgilendirmiyor” deme hakkımız olamaz.