Savaş ya da ekonomik sebeplerle yaşanan göçlerin dünyanın sorunu haline geldiği bir dönemde, iktidarın uyguladığı açık kapı politikası, sığınmacıları koz olarak kullanması, milisleri savaşçı olarak ülkeler arasında dolaştırması ile birlikte sığınmacı olarak Türkiye’de bulunan Suriyeliler, siyasi gündeminin konusu olmaya devam ediyor…
İstanbul çoğunluğunun Suriyelileri kültürel açıdan ötekileştirdiği ve sosyal ilişki kurmaktan kaçındığı, İstanbulluların genel olarak yabancı göçmenler özel olarak ise Suriyeli sığınmacılar hakkında son derece olumsuz hisler taşıdığı belirtilirken, resmi devlet söyleminin temelini oluşturan “din kardeşliği” vurgusunun öncelikle ekonomik, sonrasında milliyetçi ve yabancı karşıtı eğilimler nedeniyle etkisini yitirdiği ifade ediliyor ve kutuplaşmanın oldukça yoğun olduğu Türkiye toplumunun Suriyeli sığınmacılara karşıtlık konusunda birleştiği ileri sürülüyor.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun sosyal medya üzerinden, “Irkçılık yapmıyorum. Suriyeliler bizim akrabalarımız ama onlar doğdukları topraklarda mutlu olurlar. Dolayısıyla Suriyeli kardeşlerimizi huzur içinde kendi ülkelerine göndereceğiz. Allah’ın izniyle iktidar olduğumuzda Suriye konusunu, Suriye sorununu, Suriyelilerin sorununu da iki yıl içinde çözeceğim” diyerek Suriyeli sığınmacıları Suriye’ye göndereceklerini ifade etmesi ile Suriyelilere yönelik yabancı düşmanlığı ve ırkçılık tartışmaları yeniden alevlendirdi.
Geçenlerde açık havada arkadaşlarla buluştuğumuzda bir sebeple Suriyeli sığınmacılar konusu açıldı ve bir arkadaşım, “bayramlarda memleketlerine gidebiliyorlarsa demek ki gitmelerine engel bir durum yok, memleketlerinde kalsınlar, Türkiye’nin demografik yapısını değiştiriyorlar” gibi gerekçelerle Suriyeli sığınmacılara yönelik bildik argümanları sıraladı. Kendisine “seni bu ülkenin sahibi yapan ve sana “gitsinler” deme haddini veren nedir” sorumu ise bu ülkede doğması, dilini konuşuyor olması ve aidiyet duygusu ile açıkladı.
Ülkelerinde yaşanan çeşitli sorunlar -ki bu sorunların içinde en önemlisi savaş- nedeniyle göç etmek durumunda kalan Suriyelileri, göç ve mültecilik sorunundan ayrı tutarak bir sorun olarak gören anlayış, görünen o ki çoğunluk anlayışı haline gelmiş durumda. Çoğunluğun bu anlayışı bir haklılığa denk düşer mi? Kemal Can medyascope’da mülteciler üzerine yaptığı programda bunun doğru olmayacağını, bu durumun ırkçılık ya da yabancı düşmanlığının açık göstergesi olduğunu söylüyor.
“İnsanları kendi etnik kimlikleri ya da sadece yabancı olmaları dolayısıyla bir sorunun nedeni haline getiriyor, onları hedef haline dönüştürüyorsanız ve bunların çoğunu onların vasıflarıyla ilişkilendiriyorsanız ırkçılık yapıyorsunuz, yabancı düşmanlığı yapıyorsunuz. Bunun haklı ya da haksızlıkla gerekçelendirilmesi bu durumu değiştirmiyor… Sorun olarak Suriyelilerden bahsediyorsanız, bir göç ve mültecilik sorunundan bahsetmiyorsanız sınırı zorluyorsunuz demektir. O yüzden de sorunu, sorun teşkil ettiğini düşündüğünüz insanların özellikleriyle tarif etmenin kendisi zaten ırkçı bir tutumdur.
Önemli bir sorunu işaret etmek, haklı bir gerekçeye dayanıyor olmak bir masumiyet sağlar mı? Bir suçlamadan ya da eleştiriden korur mu? Haklı tepki ya da haklı gibi gösterilebilecek bir tepki kendi başına masum bir şey değil. O tepkinin kime ve nasıl verildiği çok belirleyici bir şey. Bu açıdan baktığımızda faşizm de gayet “makul” tepkileri kullanır. Hatta yaptığı şey aslında tepkileri makul hale getirerek büyük kalabalıkları çok sert düşmanlıklara sevk edebilmektedir. Bu yüzden haklı bir gerekçe ya da bir rahatsızlık kendi başına buna karşı verilen tepkiyi “masum” ve “adil” kılmaz. Rahatsız olmak sadece verilen tepkinin niteliğini de belirlemez. Ayrıca çok kalabalık kesimler tarafından bunun benzer biçimde düşünülüyor olması da açıkçası bunu makul ve masum yapmaz. Yani büyük kalabalıklar daha haklı değildir.”
Türkiye Ekonomik Sosyal Siyasal Araştırmalar Vakfı (TÜSES) tarafından, Suriyelilere yönelik algı ve tutumları, en çok Suriyeli göçü alan İstanbul üzerinden araştıran çalışmanın raporu “İstanbul’da Suriyeli Sığınmacılara Yönelik Algı ve Tutumlar: Partizanlık, Yabancı Karşıtlığı, Tehdit Algıları ve Sosyal Temas” başlığıyla yayınlandı. Kerem Morgül, Osman Savaşkan, Burcu Mutlu’nun yürüttüğü çalışmanın raporda elde edilen verilerle birlikte çözüm önerileri de yer alıyor.
Yapılan görüşmelerden anekdotların da yer aldığı raporda, İstanbul çoğunluğunun Suriyelileri kültürel açıdan ötekileştirdiği ve sosyal ilişki kurmaktan kaçındığı, İstanbulluların genel olarak yabancı göçmenler özel olarak ise Suriyeli sığınmacılar hakkında son derece olumsuz hisler taşıdığı belirtilirken, resmi devlet söyleminin temelini oluşturan “din kardeşliği” vurgusunun öncelikle ekonomik, sonrasında milliyetçi ve yabancı karşıtı eğilimler nedeniyle etkisini yitirdiği ifade ediliyor ve kutuplaşmanın oldukça yoğun olduğu Türkiye toplumunun Suriyeli sığınmacılara karşıtlık konusunda birleştiği ileri sürülüyor.
Araştırmada, Suriyeli sığınmacılara yönelik his ve tutumların oluşumunda en önemli faktör olarak milliyetçilik ve yabancı karşıtı eğilimlere işaret edilirken, diğer bir faktörün de Araplara ilişkin ön yargıların etkili olduğu tespiti yapılıyor.
Araştırmada, elde edilen verilerle birlikte, Suriyeli sığınmacılara yönelik dışlayıcı tutumların toplumsal cinsiyet boyutu da ele alınıyor. Buna bağlı olarak hiyerarşik bir ilişki içerisinde kurgulanan kadınlık ve erkeklik temsillerinin egemen toplumsal cinsiyet norm ve ideallerini yeniden üreterek Suriyelilere yönelik dışlayıcı algı ve tutumları beslediği, katılımcıların kendi kadınlık ve erkeklik konumlarını, Suriyeli sığınmacılara atfettikleri olumsuz kadınlık ve erkeklik temsilleriyle karşıtlık üzerinden inşa ettiklerinin gözlendiği vurgulanıyor.
“Nitekim pek çok katılımcı Suriyeli erkekleri ülkelerinde kalıp savaşmak yerine Türkiye’ye kaçan; “bizim askerlerimiz orada şehit düşerken” parklarda, sahillerde keyif çatan; üstelik de “kadınlarımızı” ve “çocuklarımızı” taciz eden figürler olarak tarif etmiştir. Suriyeli kadınlar ise daha çok doğurganlıkları ve cinsellikleri üzerinden dışlayıcı tutumların hedefi olmuştur. Böylece katılımcılar kendi kadınlık ve erkeklik konumlarını, Suriyeli sığınmacılara atfettikleri olumsuz kadınlık ve erkeklik temsilleriyle karşıtlık üzerinden inşa etmiştir.”
Katılımcılarla yapılan görüşmelerde, ekonomik kaygıların da Suriyeli sığınmacılara yönelik yaklaşımlarda etkili olduğu gözlemlenirken, “bizden olmayan” bir grubun “bize ait” ekonomik kaynakları sömürdüğü algısının eksik ve yanlış bilgilerle beslendiği, benzeri yaklaşımın güvenlikle ilgili tehdit algılarında da geçerli olduğunun ortaya çıktığı ifade ediliyor. Buna bağlı olarak gasp, cinayet ve tecavüz gibi suç olaylarının artmasından Suriyeli sığınmacılar sorumlu tutuluyor.
İstanbul’da yaşayan 18 yaş ve üstündeki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Suriyeli sığınmacılara yönelik algı ve tutumları incelendiği araştırmaya göre;
Dini ve tarihsel ortaklıklara rağmen İstanbulluların çoğu Suriyelileri kültürel açıdan ötekileştirmekte.
İstanbullular Suriyelileri hem maddi hem de manevi açıdan tehdit olarak algılama eğiliminde.
İstanbulluların büyük çoğunluğu Suriyeli sığınmacılarla sosyal ilişki kurmaya istekli değil.
Ankara’nın Suriye’deki iç savaşın ilk yıllarında Türkiye’ye sığınanlar için uyguladığı açık kapı politikasının doğru olduğunu düşünenler yüzde 35.49’da kalmakta.
Suriyelilerin güvenliklerine bakılmaksızın sınır dışı edilmelerinden yana olanlar çoğunlukta.
İstanbulluların Suriyelilere yönelik sosyal hizmet ve yardımlar konusunda nispeten toleranslı. Buna karşın sosyal hizmet ve yardımların ötesine geçerek sığınmacılara yerel halkla eşit statü ve haklar veren politikalara destek ise son derece düşük.
Araştırmacılar yaptıkları araştırmanın, Suriyeli sığınmacılara yönelik olumsuz algı ve tutumların tek bir nedene bağlanamayacağını, aksine siyasi, kültürel ve maddi boyutları olan çok katmanlı bir mesele olarak görülmesi gerektiğini, Suriyeliler hakkındaki dışlayıcı tutumların kısmen daha genel bir yabancı karşıtlığını yansıttığını ve Türkiye’nin kendi toplumsal bölünmelerinden beslendiğini gösterdiğini ifade ediyorlar ve çözüm önerileri sunuyorlar;
Çalışmamız İstanbul’da yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının şehirlerindeki yoğun göçmen varlığına rağmen Suriyeli sığınmacılarla çok sınırlı düzeyde sosyal temas kurduklarını göstermiştir. Bu sebeple vatandaşların Suriyelilere dair düşünce ve izlenimleri çoğunlukla kulaktan dolma bilgilere ya da sosyal medyada yayılan tevatürlere dayanmaktadır. Nitekim Suriyelilerin vergi vermedikleri, elektrik ve su gibi hizmetlerden ücretsiz faydalandıkları, devletten maaş aldıkları, üniversitelere sınavsız girdikleri ve hastanelerde öncelik sahibi oldukları gibi söylentiler odak grup görüşmelerinde sıklıkla karşımıza çıkmıştır. Gerek bu tür asılsız söylentilerle gerekse de göçmenler hakkındaki olumsuz kalıp yargılarla mücadele etmek için devlet-sivil toplum iş birliğiyle yürütülecek uzun soluklu bir kamuoyu bilgilendirme kampanyasına ihtiyaç vardır. Kampanya hem geleneksel medya (televizyon, gazete ve radyo) hem de internet aracılığıyla yürütülmeli, farklı toplumsal kesimlere hitap edebilecek düşünce insanları, sanatçılar ve sporcular sürece dahil edilmelidir.
Yerel halkın Suriyelileri yekpare bir grup olarak görme eğilimini kırmak ve sığınmacılara dair daha gerçekçi bir portre sunmak amacıyla söz konusu kampanya kapsamında çeşitli yaş, cinsiyet, eğitim ve meslek gruplarından sığınmacıların hayat hikayelerine yer verilmelidir. Bu kişiler bir iç savaşın yardıma muhtaç kurbanları olarak değil, başlarına gelen felakete rağmen hayata tutunmaya çalışan, herkes gibi hayalleri olan ve bu hayaller için mücadele eden çok boyutlu bireyler olarak resmedilmelidir.
Kamuoyunun Suriye’deki iç savaşa dair daha iyi bilgilendirilmesi gerekmektedir. Sorunu basitçe rejim ve halk arasındaki iki kutuplu bir çatışma olarak ele alan bakış açısı, sığınmacıların neden ülkelerinde kalıp savaşmadıkları sorusuna zemin hazırlamaktadır. Bu sebeple Suriye’deki iç savaşın her biri kendi siyasi gündemine sahip çok sayıda iç ve dış aktörü içerdiği, önemli bir bölümünü aşırılıkçı grupların oluşturduğu isyancıların kendi aralarında da çatıştıkları ve farklı ölçülerde olmakla birlikte hemen her kesimin sivillere silah doğrulttuğu vurgulanmalıdır.
Elbette ayrımcı ve ön yargılı tutumlarla sadece yanlış bilgileri düzelterek mücadele etmek mümkün değildir. Zira ayrımcılık ve ırkçılık toplumsal normlardan beslenen, tepki görmedikçe doğallaşan olgulardır. Dolayısıyla yukarıda sözü edilen kamuoyu kampanyasının normatif bir ayağı da olmalı, farklı etnik, dini ve kültürel gruplara yönelik ötekileştirici söylem ve davranışların kabul edilemez olduğu toplumda saygınlığı olan kişiler tarafından güçlü bir şekilde vurgulanmalıdır. Fakat bu yapılırken yerleşik toplumu suçlayıcı bir dilden de kaçınılmalı, sığınmacılarla empati kurmayı teşvik eden bir yaklaşım tercih edilmelidir.
Bu bağlamda Türkiye’de kapsamlı bir eğitim atılımına ihtiyaç olduğu ortadadır. Müfredat hamasi unsurlardan arındırılmalı, öğrencilerin kültürel farklılıkları bir tehdit olarak değil zenginlik olarak görmeleri teşvik edilmelidir. Daha genel olarak, eğitim sistemi gençlere eleştirel düşünme ve sosyal medya okuryazarlığı gibi 21. yüzyılın gerektirdiği temel becerileri kazandıracak şekilde yeniden yapılandırılmalıdır.
Toplumsal normların görünürlük kazandığı alanlardan biri eğitim sistemi ise diğeri de ceza hukukudur. Türk Ceza Kanunu’nda nefret suçlarına dair kapsamlı bir düzenleme yapılmalı, bir kişi ya da gruba karşı din, dil, renk, etnik köken ve cinsel yönelim gibi sebeplerle işlenen suçlar cezasız bırakılmamalıdır.81
Gerek okullar gerekse de belediyeler yerel halkın Suriyeli sığınmacılarla sosyal temasını arttıracak eğitim, spor, sanat ve eğlence faaliyetleri düzenlemelidir. Bu faaliyetlerde özellikle gençler hedef alınmalı ve tek seferlik organizasyonlardan ziyade sürekliliği olan organizasyonlar tercih edilmelidir. Söz konusu faaliyetler, yerel halk ve sığınmacılar arasında eşit ve anlamlı sosyal ilişkiler kurulmasına fırsat tanıyacak şekilde düzenlenmeli, sosyal yardım girişimleriyle karıştırılmamalıdır.
Okul çağındaki tüm sığınmacıların örgün eğitime dahil edilmeleri ve 12 yıllık zorunlu kademeli eğitimin en azından ilk 8 yılını tamamlamaları için azami çaba gösterilmelidir. Suriyeli gençlerin örgün eğitime dahil edilmeleri ve mümkün olduğunca yüksek düzeyde eğitim almaları hem onların yaşam standartlarını iyileştirmek hem de toplumsal uyumu kolaylaştırmak için elzem görünmektedir. Fakat bu okullaşma hamlesi yapılırken Suriyelilerin yoğunlaştığı bölgelerde yaşayan yerel halkın mağdur edilmemesine de özen gösterilmelidir. Bunun için Suriyeli öğrenci sayısının yüksek olduğu yerlerde ek okullar inşa edilmeli, mevcut okulların derslik ve öğretmen açıklarının giderilmesine öncelik verilmelidir.
Sığınmacıların yoğunlaştığı bölgelerde okullar dışındaki kamu hizmetlerinde de kapasite artırımına gidilmeli, özellikle hastanelerin ve toplu taşıma araçlarının artan ihtiyaca cevap verebilmesini sağlayacak yatırımlar yapılmalıdır.
Mevcut Türkçe kurslarının kapasitesi arttırılmalı ve yetişkin sığınmacıların bu kurslara erişimlerini kolaylaştıracak adımlar atılmalıdır.
Gerek sığınmacıların temel ihtiyaçlarının layıkıyla karşılanabilmesi gerekse de yerel koşulları dikkate alan sosyal uyum projelerinin hayata geçirilebilmesi için belediyelerin göç yönetiminde üstlendiği sorumluluklar arttırılmalıdır. Bu amaç doğrultusunda yerel yönetimlere sınırları içerisindeki yabancı göçmenler oranında ek kaynak yaratılmalı ve Türkiye vatandaşı olmayan kimselerin faydalanabileceği hizmetlere ilişkin yasal belirsizlikler giderilmelidir. Gruplar arasında çıkar çatışması izlenimi yaratmamak adına sosyal yardım programları mümkün olduğunca hem Suriyeli hem de Türkiye vatandaşı ihtiyaç sahiplerini kapsayacak şekilde yürütülmelidir.
Geçici Koruma statüsünün içeriği çalışma hakkını kapsayacak şekilde yeniden düzenlenmeli, sığınmacılar ek bir çalışma izni almak durumunda bırakılmamalıdır. Zira mevcut düzenleme kayıt dışılığı teşvik etmekte ve yoğun bir emek sömürüsüne kapı aralamaktadır. Bu durum emek piyasasının en alt tabakasında yer alan vatandaşlarla yoksul Suriyeli sığınmacıları karşı karşıya getirmekte ve toplumsal barışa zarar vermektedir. Suriyelilere çalışma izni verilmesine yönelik toplumsal destek an itibarıyla çok düşük olsa da böyle bir düzenlemenin getireceği faydalar kamuoyuyla paylaşılarak bu oranın yukarıya çekilmesi mümkündür.
Muhalefet partilerine destek veren yurttaşların siyasi kaygılarını hafifletmek amacıyla sığınmacılara vatandaşlık verilmesine ilişkin süreç şeffaf hale getirilmeli, vatandaşlık alanların sayıları kamuoyuyla düzenli bir şekilde paylaşılmalıdır. Öte yandan vatandaşlık konusundaki olumsuz tepkinin yaygınlığı göz önüne alınarak geçici korumayla vatandaşlık arasında ikamet ve çalışma iznini içeren ara formüller üretilmelidir.
Raporun tamamını okumak için;
https://tr.boell.org/sites/default/files/2021-06/Istanbulda%20Suriyeliler%20Raporu%20BASIM.pdf