HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, partisinin Meclis grup toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Temelli, “Savaş siyaseti devam ediyor, çünkü bundan beslenen bir iktidar var. Bu savaş siyasetinden beslenerek iktidarda kalmaya çalışıyorlar” dedi.
Partisinin Meclis grup toplantısından konuşan HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli siyasal gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Temelli’nin konuşmasını sunuyoruz:
12 Mart döneminde Kızıldere’de katledilen devrimci yoldaşlarımız Mahir Çayan ve arkadaşlarını anıyorum. 70’lerin karanlığı devam ediyor.
Bugün Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Tiyatro bölümünden ihraç edilen sevgili Süreyya Karacabey’den küçük bir alıntıyla başlamak istiyorum: Birlikte oyunu seyretmenin neşesine çağır bizi, tarihte ustaların yaptığı gibi cesarete ve umuda çağır bizi. Tüm tiyatro emekçilerinin gününü kutluyorum. Sahneye özgürlük yazmaya devam ediyorlar. Biz de alanlara yazıyoruz. Newroz’da bunu yaptık. Özgürlük yazmaya devam edeceğiz.
Newroz ateşleri yandıkça özgürlük mücadelesi devam edecek
Geçen hafta Newroz için alanlardaydık. Diğer Newrozlardan farklılıkları vardı. Bütün saldırılara rağmen İzmir, İstanbul ve Amed bütün alanlarda kendini gösterdi.
Faşizme karşı omuz omuza mücadele yükselmektedir. Afrin ile dayanışma yükselmektedir. Savaştan beslenen siyasilere karşı, Newroz alanlarında büyük bir dayanışma ortaya konulmuştur.
Kawa taş mıdır? Kawa vicdandır, mücadeledir. Dehaqlara karşı özgürlüğün mücadelesidir. Newroz ateşleri yandıkça da özgürlük mücadelesi devam edecektir. Kemal Kurkut’u da anmak istiyorum. Geçen Newroz’da hunharca öldürülen kardeşimizi unutmayacağız. Newroz’da Kürt halkının emek ve demokrasi mücadelesinin barış mücadelesinin nasıl birlikte verilebileceğini, o doğru mücadeleyi yükseltmeye devam edeceğiz. Tabii biz faşizme karşı mücadeleyi yükselttikçe onlar da gözaltılarını sürdürdü. Böylece yıldırabileceklerini düşünüyorlar. Kimse yılmayacak. Newroz’a gelen halklarımız yılmayacak.
Harekete geçilmedikçe cezaevlerindeki işkence artıyor
70’lerin karanlığından bahsettim. Aynı 12 Mart, 12 Eylül günlerinde olduğu gibi arkadaşlarımız işkenceye maruz kaldı. 12 Mart’tan 12 Eylül’den biliyoruz. Berat Kıran ve genç arkadaşlarımıza bunu yapanlarda hesap sorulmalıdır. İçişleri Bakanlığı’nı göreve çağırıyoruz. Kimdir arkadaşlarımıza işkence yapanlar? Bütün bunlara rağmen mücadele sürüyor. Ceyhan M Tipi Cezaevinde, 21 Şubat’tan bu yana devam eden bir açlık grevi var. Sebebi, cezaevlerindeki sistematik işkence. Daha önce de bu kürsüde ifade etik; Türkiye cezaevlerinde sistematik bir işkence var dedik. Rize’de Demokratik Bölgeler Partisi Eş Genel Başkanı Mehmet Arslan’a yapılan işkenceyi de dile getirdik, harekete geçilmedi. Harekete geçilmedikçe cezaevlerindeki işkence artıyor. Cezaevlerindeki sistematik işkenceye bir an önce önlem alınmalı sorumlular yargı önüne çıkarılmalı.
İktidarda kalmalarının yegane yolu savaş
İnsanların özgürce kendilerini ifade etmelerine engel olacak şekilde her yer kuşatılmış. Savaş siyaseti. Savaş siyaseti devam ediyor, çünkü bundan beslenen bir iktidar var. Bu savaş siyasetinden beslenerek iktidarda kalmaya çalışıyorlar. “Afrin yetmez Minbiç’e götür” diye pankart astırıyorlar ya bu savaş siyasetinden beslenerek iktidarda kalıyorlar. Afrin’den ötesini de konuşuyorlar. İktidarda kalmanın yegane yolu savaş. Ama sadece sınırda değil. Cezaevinde, sokakta, evlerimizde savaş… Şengal, Êzidî halkının o katliam karşısında yaşadıkları, direnişi hala hafızalarda. Şimdi IŞİD yeniden canlanıyor.
Türkiye televizyonları ÖSO’yu neredeyse BM barış gücü olarak gösterecek
Şengal’e de gireriz diye tehditler savuruluyor ama bunun bir karşılığı olmadığını onlar da biliyor. Giremeyeceklerini onlar da biliyor. Afrin’de ortaya çıkan tablo tüm çıplaklığıyla savaş siyasetinin nasıl sonuçlar doğuracağını tüm dünyanın gözü önünde sergilemiştir. Yağmacıları, ganimet peşinde koşanları izledik. Türkiye medyasında bunu izleme şansımız yok tabii. Bunu BBC, CNN International’dan izledik. Türkiye televizyonları ÖSO’yu neredeyse BM barış gücü olarak gösterecek. İki tabloyu yan yana izleseniz, nasıl bir algı operasyonuyla karşı karşıya olduğumuzu göreceksiniz. Birinde yağmayı, katliamları, diğerinde ÖSO güzellemelerini seyrediyoruz. Bunu Türkiye televizyonları yapıyor. Türkiye televizyonları yetmiyor ki artık sosyal medya üzerinde de bazı yaptırımlar getirerek bu gerçeğin,hakikatin teşhiri engellemeye çalışıyorlar.
“Afrin, Afrinlilerin” ise sen çık oradan!
Bir konuşmamda dedim ki “Afrin, Afrinlilerindir” dedim. Hükümet Sözcüsü bu sözü beğenmiş olacak, o da “Afrin, Afrinlilerindir” diyor. Evet sen iktidarsın. Bu sözü bize tekrar söyleme. Eğer “Afrin, Afrinlilerin” ise sen çık oradan! O götürdüğün ÖSO’cuları da, IŞİD artıklarını da al oradan çık. Afrinliler evlerine geri dönsün. Bu ÖSO’culardan hiçbiri Afrinli değil. Afrinli olsa evine, ailesine gider değil mi? Bunlar dükkan soymaya, yağmaya gidiyor. Afrin halkı Afrin’e geri dönmelidir ama bunun olması için sizin ÖSO’cuları da alıp çıkmanız gerekir. Afrin halkının da mağduriyetini, zararını tazmin edin. Evini kaybedenlerin mağduriyetini tazmin edin.
Bütçe meselesi, kaynak meselesi gündeme geldiğinde konuşacağız, en önemli şey, burada yaratılmış tahribatın bir an önce giderilmesidir. İnsanlar yerinden yurdundan edilmiştir, açlığa yoksulluğa mahkum edilmiştir. Afrin’de huzur kalmamıştır. Bu duruma bir an önce son verilmelidir. Güzel sözü alıp, AKP her zaman yaptığı gibi kötülükleri devam ettirmiştir.
İttihatçı kafa insanlara karşı en büyük suçlardan biridir
“Afrin, Afrinlilerindir” dedikten sonra Afrin’e vali atamaya kalkıyorlar. Nasıl belediyelere kayyum atadılar, aynı şekilde bugün de Afrin’e vali atama peşindeler. Gerçek yüzleri burada ortaya çıkmaktadır. Savaş siyasetiyle, Kürt düşmanlığıyla beslenerek iktidarda kalmak ve sınırda Suriye’nin kuzeyinde kontrol edecekleri bir bölge yaratmak. Nüfus politikası izliyorlar İttihattan beri bu kafa değişmiyor. Demografiyi değiştirmeye yönelik nüfus siyaseti. Bu ittihatçı kafa insanlara karşı en büyük suçlardan biridir. İnsanları yerinden yurdundan eden, katleden bir zihniyet… Bu ittihatçı kafanın değişmesinin, 100 yıllık bu zulme son vermenin zamanı gelmiştir.
Televizyona çıkmak için ilçe kongrelerine giden bir Cumhurbaşkanı var
Artık her gün televizyonlara çıksın diye ilçe kongrelerine bile giden bir Cumhurbaşkanı var. AKP Genel Başkanlığı ve Cumhurbaşkanlığı kimliğinin bir arada nelere sonuç vereceği ilçe kongrelerinde ortaya çıkıyor. Diyor ki “Metal yorgunluğu” var. Konuştukları aslında metal değil, seçmenleri. Seçmenlerini metal olarak görüyor. “Şimdi diriliş zamanı” diyor, “Afrin’de diriliş başladı diyor. Bu Afrin meselesinin neye alet edildiğinin itirafı. “Afrin’e gitme sebebim, seçim kazanmak” diyor.
AKP seçmenlerinde metal yorgunluğu yok, Erdoğan yorgunluğu var
Onlarda metal yorgunluğu yok, onlarda yani senin seçmenlerinde Erdoğan yorgunluğu var. O Erdoğan yorgunluğundan da yakında kurtulacaklar. Sen bakma seni alkışladıklarına, bezmişler senden. Çok yordun bu insanları, en kısa zamanda kurtulacaklar senden.
Bu Kürt düşmanlığı siyaseti, militarist bir aklın eseri. Her yere bu militarist siyaseti yaymaya çalışıyorlar, Herkesi bununla kuşatmaya çalışıyorlar. Ve bunun etkisinde kalanlar, bu etkiyle aslında Kürt düşmanlığını yükseltmiş oluyor ya da bunun yükselmesine katkı sunuyorlar.
Kürt sorununun çözümünden mi çözümsüzlüğünden mi yanasınız?
Türkiye’de Kürt sorunu bir turnusol kağıdıdır. İnsanların demokrasi, barış meselesine nasıl yaklaştığının turnusoludur. Siz Kürt sorununu çözümünden mi yanasınız, ki bu güvenlikçi politikalar çözümsüzlüğe dayalı bir iktidar anlayışıdır, yoksa siz Kürt sorununu çözümsüzlüğünden mi yanasınız? İşte bu mesele, sizin için aslında bir test unsuru. Kürt sorununu nasıl ele alıyorsunuz?
Tam da herkesin test edebileceği bir şey. Siz demokrasiden mi yanasınız? O zaman bu sorun sizin açınızdan ayırt edici unsur. Çünkü Kürt sorunun çözümü, Türkiye’de demokrasi sorunun çözümüdür. Kürt sorununun çözümü, Türkiye’nin bu savaş siyasetinden kurtulması için en önemli meseledir. Eğer siz bu militarizm etkisiyle konuşuyorsanız demokraside yol almanız mümkün değil.
Demokrasiye bağlı ilkeleri Yenikapı’da bulamazsınız
Bugünlerde bir ilkeler modası var, herkes ilkelerden bahsediyor; “İlkelerde anlaşalım, ilkelerde buluşalım”. Tamam, harika. Peki bu ilkeler ne? Bu ilkerin altında demokrasi meselesi var; iyi. Demokrasi meselesi varsa iyi. Çünkü o zaman siz, Kürt sorununu çözümünden yana adım atacaksınız demektir. Yok eğer ilkelerin altında demokrasi meselesi yoksa, yok siz eğer güvenlikçi politikalarla tornistan yapıyorsanız orada bir sorun var demektir. Demokrasiye bağlı ilkeleri Yenikapı’da bulamazsınız. Bu meselede adım atmak istiyorsanız çözümü dokunulmazlıkların kaldırılmasında bulamazsınız. Tezkerelere evet demekte bulamazsınız sayın Kılıçdaroğlu! Bunu bulacağınız yer, evrensel hukuk kurallarıdır. Bunu bulmak için 50 tane Afrin’i feda etmeyeceksiniz. Tam tersine size hatırlatayım; “Yurtta sulh, cihanda sulh” diyeceksiniz.
Bu savaş siyasetinin, bu militarizmin bizi sürüklediği yele karşı ancak anti-militarist bir yaklaşımla dur diyebiliriz. O zaman demokrasinin altına ilkeler yazmak mümkün olur. Demokrasi meselesinin nereden geçtiği, tabanda hiç de öyle büyük laflar ederek değil, Newroz alanlarına gelerek, halkımız aslında hepimize yol gösterdi.
Türkiye ekonomisi kırılgan değil, kırıldı
Aslında bu ikisi birbirini besleyen, büyüten unsurlar. Artan baskı ve şiddetin olanaklı hale gelebilmesinin yolu da savaş siyasetinden geçer. Bugün yolsuzluk ve savaş ekonomisinin bir arada olması bizi şaşırtmıyor. Türkiye’de yolsuzluk yapılabilir biri iklim var çünkü.
En çok yolsuzluk yapılan ülke sıralamasında birinci. Yolsuzluk ekonomisinin kaynağını ne oluşturuyor diye baktığımızda, uygulanan ekonomi politikaları bunu açıklıyor. İki yılda 20’ye yakın torba yasa çıkmış bir torbacılık var ortada. İçinde ne var, HDP muhalefeti varsa anlaşılabiliyor onun karşısında telaşla bu yasalar hayata geçiyor. Çünkü herkes Türkiye’nin savaş gündeniyle ilişkili.
Bu iki yıl içinde bir sürü teşvik. İnanılmaz teşvikler. “Ben, bana yakın olan sermayeye biraz daha kaynak aktaracağım, bunu yaparken de siyaseti finanse edeceğim”. Böyle bir tezgah ve vergi adaletsizliği diz boyu. Vergi cenneti. Ama halka yararlı bir şey değil. Vergi kaçırılabilirliğin, bizzat devlet eliyle vergiden kaçma olanaklarını sağlanması; özelleştirme. İşte şeker fabrikaları gündemde. Nükleer santraller bu torba yasalarda geçiyor. Bu arada, işçinin emekçinin fonları çarçur ediliyor.
Son bir düzenleme, “KDV reformu”. Ortada reform falan yok. 160 milyar liralık bir vergi ifadesi var. Bunun bütçede karşılığı var mı, bilmiyoruz. Bu katma değer iadelerinin kimlere nasıl ödeneceği de Maliye Bakanının keyfine bırakılmış. Ne kadar yandaşsanız o kadar çabuk alırsınız. Tabi vergi adaletsizliğinin bu kadar derin olduğu bir yerde… İşte savaş siyaseti çok maliyetli. Dolayısıyla onu finanse etmek için, akla hayale gelmedik bir şeyler hayata geçiriyorlar. Her şey satmaya, ne olursa olsun bir kaynak bulmaya çalışıyorlar.
Dolar 4 liraya geliyor, algıymış. 2 kuruş düşse bayram edecekler. 3,98 olunca harika. 5 yıl boyunca yüzde 115 devalüasyon olmuş bize en yakın ülke Brezilya yüzde 38 olmuş.
Türkiye kırılgan ekonomi diyorlar demesinler, Türkiye ekonomisi kırılgan değil, kırıldı. Bunun bize zararı yok diyorlar, doğru. Sizin tuzunuz kuru. Parayı da dolarda tuttuğunuzu biliyoruz, Size bir şey olmuyor ama bakın çiftçiye çok şey oluyor, çünkü dolar arttıkça mazotun yemin, gübrenin fiyatı artıyor. Şİmdi çiftçi kalıp bize bir şey olmuyor mu diyecek? Çok şey olur. Evet size bir şey olmuyor ama işçiye, emekçiye, köylüye, esnafa çok şey oluyor. Son 4 yıl içinde 430 bin esnaf batmış, daha ne olsun?
Yağma sadece Afrin’de değil, orada ÖSO kıyafeti giymiş burada Çiftlik Bankçı olmuş
Nasıl oldu bu Çiftlik Bank? Nasıl oldu da insanlar böyle bir tuzağa düştü? Biraz önce de belirttik; savaş siyaseti, yoksulluk ekonomisi. Bugün gelmiştir Çiftlik Bank’la karşımıza çıkmıştır. Çünkü ülkeyi kendi çiftliği sanan bir zihniyet yönetiyor. Ama gel bu işten vazgeç sen Uruguayda yapamazsın.
Bütün bu soygun bu talan bu yağma sadece Afrin’de değil her yerde. Farklı farklı uygulamalarla yağma her yerde devam ediyor. Orada ÖSO kıyafeti giymiş burada çiftlik bankçı olmuş. Bütün bunlara karşı hem savaşa karşı hem demokrasi mücadelesinde yan yana gelmeliyiz.
Köylünün tüm borcunu alsanız Çiftlik Bank’ın verdiği hasarı karşılayamazsınız
Devlet aslında tasarruf da yapıyor. Kızıltepe’den Viranşehir’e kadar olan bölgede 200’den fazla köyde elektrik yok. Köylünün borcu varmış. Köylünün borcunu alsanız Çiftlik Bank’ın verdiği hasarı karşılayamazsınız. Peki bu köylüler elektrikle ne yapıyorlar tarlalarını suluyorlar. Pompaların çalışması için elektriğe ihtiyaç var. Yani gerçek çiftlik var. Çiftlik Bank gibi değil. Ama sen oradan nemalanmıyosun, orada halk var, orada Kürtler var. Bu siyaset sizi bu acze sürüklüyor. Bunun mücadelesini her yerde vereceğiz. Bunlar bizim en temel haklarımız. Zor günler ama asla geri adım atmayız. Çünkü siz bizim yaşam hakkımıza, haklarımıza saldırıyorsunuz.
Biliyoruz ki mahkemelerden adalet kovulmuş durumda. Son yargı atamalarına baktığınızda oralara ne kadar mahkeme deriz tartışılır. Bu iktidar dur durak bilmiyor. Şimdi atamalarla yargı sistemini daha ciddi mağduriyete sürüklüyor.
Eğer bu ülkede yargı liyakat esasıyla çalışmış olsaydı, tarafsız olsaydı sevgili milletvekilimiz Müslüm Doğan, Çiftlik Bank’la ilgili 25 Aralık’ta soru önergesi vermiş hiçbir savcı okumamış. Çünkü onların işi gücü HDP ile ilgilenmek. Hangi HDP’liyi tutuklayalım diye uğraşmak. Başbakan’a sormuş Çiftlik Bank’ı, Başbakan ilgilenmemiş. O sırada Başbakan’ın tosunu İstanbul’da. 50 gün sonra gidiyor. Şimdi savcılara sormak lazım. Siz biraz bizim yakamızdan düşün de bu hırsızlarla ilgilenin. Nedir bu körlüğünüz. Artık gözünüzü açma zamanı geldi. Siz Erdoğan’ın konuşmalarından kendinize vazife çıkarıyorsunuz başka hiçbir şeyle ilgilenmiyorsunuz.
Başörtülü öğrencilerin okuma hakkını gasp edenlerin söylediklerini şimdi Erdoğan söylüyor
Tıpkı Boğaziçi Üniversitesinde olduğu gibi. Savaş karşıtı öğrenciler var orada beğenin beğenmeyin. Savaş taraftarları da var orada. Savaş karşıtlığı suç. Ama siz savaş karşıtlarını alıyorsunuz. Çünkü Cumhurbaşkanı o komünistlere okuma hakkı vermeyeceğiz bu sizin kulağınızda var, hatırlıyorsunuz. Nereden? 28 Şubat’ta Kemal Gürüz söylüyordu bu sözleri başörtülü öğrencilerin okuma hakkını gasp ederken böyle söylüyordu. Şimdi Erdoğan aynı sözleri söylüyor. Basın özgür olmayınca bunları teşhiri de kolay olmuyor. Basın özgürlüğünün kalkması yetmiyormuş gibi basında tekelleşmeyi de izliyoruz.
HDP geçmiş dönemde bu konuda çok önemli bir noktaya işaret etti. Basın özgürlüğü, basın alanındaki faaliyetlerin diğer alanlardan ayrışmasıyla mümkün olur dedik. Başka işler yaparken medya alanına giren eninde sonunda iktidarın payendesi olur. Dedik.
Savaş siyaseti üzerine kendisini yapılandırmış bir hükümet AB’ye yaklaşımda samimi olamaz
Dün akşam Varna’da bir toplantı gerçekleşti. Liderler düzeyinde uzun süredir gerçekleşmeyen bir toplantı olması nedeniyle beklentiler büyüktü ama beklentileri karşılayan bir sonuç çıkmadı. Çıkmayacağını biliyorduk çünkü hem Avrupa Birliği samimi değil hem de iktidarın hesabı başka.
Savaş siyaseti üzerine kendisini yapılandırmış bir hükümet AB’ye yaklaşımda samimi olamaz. Kopenhag kriterlerinin sınırını Edirne’ye kadar tutar sonra sınırlarsanız Avrupa’da da bu sözleşme çökecektir. Avrupa’da ırkçı partiler neden yükseldi sorusunun cevabı demokrasi meselesindeki ikirciklikten kaynaklıdır. Önce silah ticareti yapalım sonra görüşmelere devam ederiz yaklaşımı Afrin halklarına nasıl müdahale ise Türkiye’de de demokrasiye yaklaşımım esasıdır.
HDP hakikatin sesini yükseltmeye devam edecek. Gün gelecek Newrozlarda olduğu gibi büyük kalabalıklarla bu mücadeleyi yükselteceğiz.