27-28-29 Mayıs 2014 tarihlerinde T.C.Orman ve Su İşleri Bakanlığı İstanbul Haliç Kongre Merkezi’nde “3. İstanbul Uluslararası Su Forumu”nu gerçekleştiriyor. Forumun teması “Su Güvenliği ve Uluslararası Su Hukuku” olarak belirlenmiş. Kongre açıklamalarında “Gıda ve enerji güvenliğinin yanında, insan refahı için su ve bir insan hakkı olarak su ve sanitasyon konuları önemli” olduğu vurgusu yapılmış. Ayrıca “Birleşmiş Milletler Binyıl Kalkınma Hedefleri’nden Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ne geçerken, 3. İstanbul Uluslararası Su Forumu küresel su güvenliği konularına yanıtlar arayacak ve su ile ilgili risk ve zorluklarla yüzleşmek için araç ve mekanizmaları tartışacak”larmış.
Daha önce yazılarımızda sürekli belirttiğimiz bir vurgu var, “Sürdürülebilir kalkınma” vurgusu. Kapitalist sistem tarafından ağızlara yapıştırılmış, sanki yaşamın geleceğini dert edermiş gibi yapan fakat aslında tek dertlerinin “kapitalizmin sürdürülmesi” ve “sömürünün bekası” olan bu söylem geleceğimizi ellerimizden çekip alan ve bunu yaparken de bizlerin onaylamasını sağlamaya çalışan bir yaklaşım. Binyıl bir yana, kapitalizm koşullarında yüzyıl bile insan ve birçok canlı için yaşamın sonu demek.
Gıda ve enerji güvenliğinin aynı cümle içinde kullanılması bir algı operasyonudur. Yani gerçeğin gizlenme arzu hali. Kapitalizm gıdayı bir pazar metası olarak görür bunun dışında bir anlam yüklemez. Bu nedenle tarımın ve gıda üretiminin tekeller eliyle yürütülmesini savunur ve bu durumu sağlayacak adımları hızla atar. Türkiye’de de bu yönde adımlar büyüyerek devam ediyor. Soma’da yaşanan katliamın ardında bu gerçeği görebiliriz. Geçimlik tarımın tamamen ortadan kaldırılmasını, tarım politikalarıyla taban fiyatları, kotalar, tohumun tekelleşmesi, suyun özelleştirilmesi ve toprakların bütünleştirilmek istenmesi, miras hukuku gibi birçok unsurla tekelleşme süreci hızla yürütülmektedir. Tarımdan kopan insanlar kapitalist üretim noktalarında (maden vb.) ve kölelik koşullarında ucuz iş gücü haline getirilmektedir.
Enerji ise suya hükmetmekteki asıl hedefleridir. Su, rüzgar enerjileri hariç tüm enerji sistemlerinin olmazsa olmazıdır. 1000MW lık herhangi bir santralin (kömür, nükleer, güneş, gaz vb.) saatte buharlaştırdığı ortalama su miktarı 7.000 M3’tür. Şu an Türkiye’nin enerji üretim kapasitesi 66.000 MW’tır. Hükümet 2023 hedeflerinde enerji üretim miktarını enaz 100.000MW olarak açıklamıştır. Verilen lisanlara ve teşviklere bakınca bu yönelimi görmek mümkündür. Hükümet 2023 yılına kadar koyduğu hedefi yakalarsa santrallerde ilk adımda kullanılan su miktarı her 1000MW için 150.000M3 yani 15 Milyon M3 su gerekecek demektir. Bu su miktarı santrallere alındıktan sonra her saat 700.000 M3 su buharlaştırma için gerekli olacaktır. Yani günlük 16,8 Milyon M3, aylık 500 Milyon M3, yıllık ise yaklaşık 5 Milyar M3 buharlaşacak ve kirlenecek suya ihtiyaç duyulacak demektir. HES’lerin kullandığı su miktarı ise bu rakamların içinde yok.
Nükleer ve termik santrallerde kullanılan soğutma suları ise bu rakamları ikiye katlamaktadır. İç kesimlerde kurulmuş olan santrallerin kullanacağı soğutma sularıda temiz sulardır. Deniz kıyılarında ise sadece soğutma suyu denizden kullanılmaktadır. Onun sakıncaları ise bulunduğu bölgede deniz sularının aşırı ısınması ve yoğun su çekimi nedeniyle deniz ekosistemine inanılmaz zararlar verilmektedir.
DSİ 2012 verilerine göre şu an Türkiye’nin su hacmi 98 Milyar M3’tür. 2012’de Türkiye’nin enerji kurulu gücü 55.000 MW. Türkiye’de tüketilen su miktarı ise 44 Milyar M3. Şu an tüketilen su miktarını ise yaklaşık 50 Milyar M3 olarak düşünebiliriz. Tespit edilen su miktarı, tüm akarsular, dereler, göller, sulak alanlar, yer altı sularının tamamı yani tüm suyumuz bu kadar. Diyarbakır’da başlayan ve Trakya ile Niğde civarlarında da başlanacağı beklenen “kaya gazı” üretimi süreci için gerekli su ise arta kalan tüm suyu alacak gibi görünüyor.
Kaya Gazı üretiminde bir sondajda bir defada 18.000 M3 su kullanılıyor ve her kuyuya 15-20 kez bu miktar 495 adet kimyasal ve kumla birlikte uygulanıyor. Yani 300.000 M3 su sadece bir kuyuda kullanılacak ve kesinlikle geri kazanımı mümkün olmayacak. Kuyu sayısını binlerle ifade ettiğimizde yeraltı sularını ve tarım topraklarını geri dönülmez biçimde tahrip edeceğini yani yok edeceğini düşündüğümüzde uykularımız kaçıyor.
Kurulacak enerji santralleri ve 2023 yılına kadar küresel ısınma nedeniyle Türkiye’yi bekleyen kuraklık ve susuzluk günlerini de değerlendirdiğimizde tüm suyumuzun enerji, sanayi, kaya gazı, tekelci tarım süreçleri için bile yetmeyeceği gerçeği ile karşı karşıyayız. Bu nedenle yok edilecek doğal alanlar ise hiç düşünülmemektedir. Kıbrıs’a olduğu gibi boru hatları ile Arap yarımadasına ve diğer bölgelere su satmaya başlayacaklarını da eklediğimizde geleceğimiz tamamen kararıyor. Bir bardak suya muhtaç olacağımız, parası olmayanın suya erişiminin mümkün olamayacağı ve birçok canlının soyunun tükeneceği günler o kadar yakın ki!
Sonuç olarak gerçekleşecek olan forumda, yukarıda saymaya çalıştığımız gerçeklerle suyun, insandan, doğadan ve doğada yaşayan binlerce canlının elinden çalmak ve kontrol etmek için uluslararası su hukukunu ve güvenlik sorunlarını masaya yatırmaktalar. Dünya su konseyinin 3 yılda bir düzenlediği ve 2009 yılında 5. Türkiye’de düzenlenmiş olan “dünya su forumlarının” amacı kapitalizmin ihtiyaçlarını öncelemek, sonuçları ise insanlığa ve doğaya cehennemi yaşatmaktır. Gelecek yıl Seul’de düzenlenecek olan 7. Dünya Su Forumu’na Türkiye sermayesi hazırlıklı giderek uluslararası alanda su üzerinden etkin olma çabasını taşımaktadır.
Neye rağmen? ve ne yapmalıyız? sorularına cevabı ise sadece biz ezilen sınıflar ve halklarla, parçası olduğumuz doğanın ve yaşayan binlerce canlının haklarını da gözeterek vermek zorundayız…
Özgür Gündem Gazetesi