25 Kasım kadına yönelik şiddetle uluslararası mücadele günü vesilesiyle Kürdistan’ın her yerinde ve Türkiye’de kadınlar protesto eylem ve gösterileri yaptılar. Mirabal kardeşlerin katledildiği gün olan 25 Kasım gününde dünya kadınları da her yerde protesto eylemleri yaptılar.
Yapılan protesto eylem ve gösterilerin en yoğun ve kitlesel geçenleri Kürdistan’da oldu. Kadına karşı şiddetle mücadele için böyle bir günün belirlenmiş ve tüm dünyaca kabul görmüş olması, dünya kadın tarihi açısından oldukça önemli bir gelişme olmuştur. Ancak kadına uygulanan şiddetin her an ve her yerde gerçekleştiğini hesaplarsak, böylesi bir mücadeleye sadece yılın bir gününü ayırmak devede kulak misalidir. Kadına uygulanan şiddet, her an her yerde sürüyorsa buna karşı mücadeleyi de her gün, her an ve her yerde vermeyi gerektirmektedir.
Böylesi bir konuyu tartışırken, kadına ve halklara yönelik uygulanan şiddetle resmi olarak tam otuz altı yıllık mücadele veren PKK’yi anmadan geçmemek gerekir. PKK, her türlü şiddetle mücadeleyi direnişinin merkezine koymuştur. Karşısında mücadele ettiği şiddet çeşitlerinin başında ise kadına yönelik şiddet gelmektedir. Geçen haftaki yazıda, Kürt Halk Önderi’nin özgürlük tezleri, erkeğin şiddet tekelini parçalıyor demiştik. Erkeğin şiddet tekelini parçaladığı gibi, Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’ni de yüzyılın temel dinamiği haline getirmiştir.
Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin Türkiye’de kadının konumunu ve gündemini büyük oranda etkilediği inkar edilemez bir gerçektir. Çünkü Kürdistanlı kadınların geliştirdiği dev gibi mücadelenin günlük yoğunluğu, Türkiyeli kadınlara direk yansımaktadır. Türkiyeli kadınların yanı başında kadın lehine ortaya çıkan bunca gelişmeye gözünü kulağını kapatması beklenemez. Türkiye’de ev hapsi yaşamak zorunda olmayan her kadın, kadın lehine yaşanan bu gelişmeler karşısında ya ilişkilenme arayışına girmekte ya da bile bile milliyetçi, tekçi, devletçi ve cinsiyetçi bir yaşamdan yana tercihini yapmaktadır. Yani karşısında tutum geliştirmek durumunda kalmaktadır. Bu anlamda Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi, kendi duruşuyla duruş kazandırmaktadır.
Türkiyeli kadının ortaya çıkan bu demokratik gelişmelerden etkilenme düzeyini gören Cumhurbaşkanı Tayip Erdoğan’ın ödü kopmaktadır. Aldığı oyların büyük bir kısmını kadınlardan alan Erdoğan’ın bu kadar koyu bir cinsiyetçilikle elde ettiği egemenliğini nereye vardıracağı ve vardıracağı yer belli değildir. Ancak varacağı yerin, kadınların çıkarına asla olmayacağı kesindir.
“Kadınla erkek arasında eşit konumdan bahsetmek fıtrata terstir” diyor. Yani yaradılıştan gelen, doğuştan gelen bir eşitsizlik olduğunu ve yaradılıştan gelenin değişemeyeceğini iddia ediyor. Bu öylesine ortaya atılan bir fikir değildir. Bu bir ideolojidir, bir paradigmadır. Erkeğin şiddet ideolojisidir. İçinde akıllı, iradeli ve özgür ve kendine ait kadına yer yoktur. Bu ideolojide her şeyi elinden alınmış hiçbir şeysiz, iradesiz, kendisiz bir kadına ancak yer vardır. Asla kendisi olamayan, kendisi ve yaşamı hakkında karar iradesi gösteremeyen, ona sahip olan erkeğin mülkü konumunda, nesnesi konumunda olan bir kadına ancak yer verilebilir.
İşte Erdoğan’ın “varsın kadın hareketleri eşitlik, özgürlük demeye devam etsin. Bizimkiler bize yeterdir” derken kastettiği “bizimkileri” bu konumdaki kadınlar olmaktadır.
“Bizimkiler” dediği, “onunkiler” olmayı nereye kadar sürdürecek acaba?
Etrafındaki kadın kesimine bu kadar mülkleştirici yaklaşıp iyice nesne konumuna sokması ve aynı kesimden hiç tepki gelişmemesi, eminim ki örgütlü kadın yapılarının hemen hemen tümünün kadınlık onurunu incitmektedir. O kadınlar adına bunu kabullenmek kadın refleksi bakımından mümkün değildir. Oldukça üzücüdür. Cins bilinci edinmiş hiçbir kadın onlara, “oh olsun size” diyerek içini rahatlatmakla yetinemez.
En büyük cehalet, bildiğini sanma cehaletidir. Kürdistan ve Türkiye’deki kadın oluşumlarının kafa kafaya verip, bu kadar cinsiyetçi ve mülkiyetçi olan Erdoğan’ın arkasından giden bu kadın kesimini aydınlatmanın bir yolunu bulması gerekir. Bu kesimin tümü olmasa da büyük bir kısmı koyu bir cins cehaleti yaşamaktadır.
Kadını bu kadar mülkü gören bir yaklaşım, sadece protestoyu değil karşısında ciddi bir mücadeleyi ve “benimdir” dediklerini elinden almayı ve kadın safına katmayı gerektirir. Cumhurbaşkanı böyle bir ideolojiden geçinen bir ülkenin, birbirinden farklı kadınlarının mutlaka dayanışmasını ve ortak mücadelesini farz kılar.
Konuyu ortaya atan Erdoğan iken, sorunun ne tür bir eşitlik sorunu olduğunu tartışmaya getirmek ise konunun esasının üstünü örtmek anlamına gelmektedir. Kadın ile erkeğin aynı biyolojilere sahip olmamasının, asla eşit ve özgür yaşamaları önünde engel olmadığını en azından Kürdistan’da bu gün herkes bilmektedir. Türkiye toplumunu da bu konuda aydınlatmaya ihtiyaç vardır.
(Özgür Gündem – 30 Kasım 2014 – Zilar Sterk)