SEÇTİKLERİMİZ – Hale Dalkıran Somut Haber’e yazdı: “Sağlık sistemimiz, ‘koruyucu hekimlik’ anlayışından vazgeçilerek, ‘hasta garantili’ hale dönüşmüştür. Vatandaşın yolu hastaneye düşse de düşmese de yüklenici şirket, garanti edilen parasını alacak.”
HALE DALKIRAN
Kamu-Özel Ortaklığı, uluslararası alanda bilinen adıyla PPP (Public Private Partnership), son 20 yıldır sağlık hizmeti sunumunda oldukça rağbet gören bir finansman modelidir. Bu nedenle özel sağlık hizmetlerine verilen devlet desteği de yıllar içinde giderek artmıştır.
Yeni bir sömürü modeli olarak ilk kez Şili diktatörlüğünde deneyimlenen “Kamu Özel Ortaklığı” projesi, Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (DB) ve Avrupa Birliği (AB) tarafından uluslararası kaynak desteği sağlanan bir projedir. Buradan da anlaşılıyor ki Türkiye’deki Sağlıkta Dönüşüm Programı, “Kamu Özel Ortaklığı” projesi RTE’nin ”8 yıllık rüyası” değil, bir IMF, DB ve AB projesidir. Dünya ekonomisinin dizginlerini elinde tutan bu muhteşem üçlünün, çıkarı ve karşılığı olmayan hiçbir hayale ortak olmayacağı aşikârdır.
AB’nin kurnaz mimarları, Türk halkının sağlığına yatırım yapılması için kredi musluklarını sonuna kadar açmış, bunun karşılığında da bir takım taahhütler verilmiştir. Özellikle sermayenin ağzını sulandıran, bakir bir rant kapısı olan sağlık, kamudan gizli yapılan anlaşmalarla kamu kisvesi altında bütünüyle özelleştirilmiştir. Kamu özel ortaklığıyla hayata geçirilen şehir hastaneleri için yüklenici şirketlere verilen sözlerden biri de “% 70 doluluk garantisi”dir. Bu taahhüdü aklamak için hükümet yetkilileri birçok açıklama yaptı. İtiraf gibi olan bu açıklamalardan bazılarını halen sağlık hizmeti alabilen sade bir vatandaş gözüyle okuyalım.
TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı Vural Kavuncu, "Şehir Hastanelerinde hasta garantisi değil, işlem ve hizmet var. Garanti nedeni ile devletin, milletin cebinden para çıkması olası değil. Bu da çok yanlış bilinen bir konu. Yatak doluluk oranına göre yatmayan hasta sayısı ya da polikliniğe gelmeyen hasta kadar tamamlayıcı bir ödemenin yapılması mümkün değil. Yüzde 70 işlem hacmi garantisi verilenler görüntüleme, laboratuar, fizik tedavi gibi tıbbi hizmetler ile çamaşır, sterilizasyon gibi destek hizmetleri.”
Başkan Kavuncu’nun bu cümleleri birçok soruya açıklama getiriyor.
“Şehir Hastanelerinde hasta garantisi değil, işlem ve hizmet var. Garanti nedeni ile devletin, milletin cebinden para çıkması olası değil. Yatak doluluk oranına göre yatmayan hasta sayısı ya da polikliniğe gelmeyen hasta kadar tamamlayıcı bir ödemenin yapılması mümkün değil.” : Bu cümleler %70 (YGAP: Yüksek Güvenlikli Adli Psikiyatri için bu oran %80) olarak garanti edilenin hasta sayısı olmadığını vurguluyor. Garanti olan gelen hastaya uygulanacak olan işlem ve hizmet oranıdır. Yani Kavuncu bu konuda haklıdır ve hasta sayısının fazla bir önemi yoktur. Aylık başvuru sayısı kaç olursa olsun öncelikle işlem hacmi olarak bu kota doldurulacaktır. Bu minvalde şeytan dürtüyor, düşünmeden edemiyorum. Artık birer şirket yöneticisi olan idarecilerin gölgesinde çalışan sağlık çalışanlarının hangi işlem veya hizmeti sağlık için, hangisini garanti edilen kotaları doldurmak için yaptığını nasıl bilebiliriz? Ya da verilmeyen hizmetlerin yapılmayan işlemlerin yapılmış gibi fatura edilmesini nasıl takip edebiliriz? Sermaye, kurallarını kendisinin belirlediği, günahını bile bedavaya vermediği acımasız bir dünyanın baş aktörüdür. Bu halde garanti nedeni ile devletin, milletin cebinden çıkmayacak denen para kimden çıkacak?
Devam edelim, “Yüzde 70 işlem hacmi garantisi verilenler görüntüleme, laboratuvar, fizik tedavi gibi tıbbi hizmetler ile çamaşır, sterilizasyon gibi destek hizmetleri.”: Şehir hastaneleri için yapılan ilk yasada, şirketlerden alınacak hizmetler “temel tıbbi hizmetler dışındaki hizmetler/çekirdek hizmetler dışındaki hizmetler” olarak tanımlanmıştı. Daha sonra bu tanım değiştirilip bugün “ileri teknoloji ve yüksek mali kaynak gerektiren hizmetler” olarak belirsiz ve esnek bir tanıma evrildi. Böylece, şirketler, görüntüleme ve laboratuar hizmetlerini yürütecek, radyasyon onkolojisi gibi ileri teknolojili ve yüksek maliyetli çalışmaları üstlenecekler. Şirketler bu hizmetleri Sağlık Bakanlığı’na fatura edip bedelini alacaklar. Burada öyle bir algı oyunu yapılmış ki! Şehir hastanelerinde yüklenici firmadan satın alınan 19 kalem işlem ve hizmet, bedeli karşılığında vatandaşa verilmeyecek mi? Tetkik yöntemleri, çamaşır, yemek, atık hizmetleri, ameliyathane vs gibi işlemlerin öznesi hasta değil midir? Yani % 70 işlem hacmi garantisi verdik derken laf cambazlığıyla aynı zamanda hasta garantisi de verilmiş oluyor.
Tıbbi destek hizmetleri:
Görüntüleme Hizmetleri:
Röntgen, Girişimsel Radyografi, Anjiografi, Floroskopi, Mamografi, Ultrason, Doppler Ultrason, Bilgisayarlı Tomografi, Manyetik Resonance (MRI), Nükleer Tıp Vs.
Laboratuar Hizmetleri:
Biyokimya, Parazitoloji, Hematoloji, Mikrobiyoloji, Seroloji, İmmunoloji/Genetik, Tıbbi Genetik, Patoloji/Histopatoloji, İnfertilite Tetkikleri Ve İşlemleri Vs.
Sterilizasyon Ve Dezenfeksiyon Hizmetleri
Rehabilitasyon Hizmetleri
Diğer Tıbbi Ekipman Destek Hizmetleri
Destek hizmetleri:
Bina Ve Arazi Hizmetleri
Ortak Hizmetler Yönetimi Hizmeti
Mefruşat Hizmeti
Yer Ve Bahçe Bakım Hizmetleri
Temizlik Hizmetleri
Hastane Bilgi Yönetim Sistemi (HBYS) Uygulama Ve İşletme Hizmeti
Güvenlik Hizmetleri
Hasta Yönlendirme Ve Refakat/Resepsiyon/Yardım Masası/Taşıma Hizmetleri
İlaçlama Hizmetleri
Otopark Hizmetleri
Atık Yönetim Hizmetleri
Çamaşır Ve Çamaşırhane Hizmetleri
Yemek Hizmetleri
Gasilhane Hizmetleri
Devletin temel görevlerinden olan sağlık hakkını özelleştiren AKP iktidarının sözcüleri doluluk garantisi gibi bir taahhüdün olmadığını, bunun kötü niyetli insanların provokasyonu olduğunu iddia ettiler. Peki, hastanelerdeki bu hizmetler kimlere verilecek? Ya vaat edilen oranda vatandaş hastaneye gidecek ya da sözleşmede yer alan %70 işlem-hizmet oranına ulaşmak için giren çıkamayacak. Şehir hastanesi hizmet vermeye başladığında, doğal olarak halkın sağlık giderleri 3-4 kat artacak. Sistemin gereği olarak hastane ticarethaneye, hasta ise müşteriye dönüştürülmüştür. Sonuçta daha fazla para kazanma hırsıyla hastalara gereğinden fazla veya gereksiz yere tetkik ve ameliyat dâhil tedavi yöntemleri uygulanacak, hastalar hastanelerde gereğinden fazla yatırılacak.
Kavuncu, muhalefetin şehir hastanelerinin lüks olduğu, bu kadar yüksek standartlara gerek olmadığı yönünde itirazlarının bulunduğunu aktararak, "Biz milletimizin her şeyin en iyisine layık olduğunu, hele sağlık konusunda şehir hastanelerinin lüks değil, ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Vatandaşımızı koğuşlarda yatırmayacağız, yakınlarını perişan etmeyeceğiz" dedi: Hastaneler otel hizmeti vermez. Hastane enfeksiyonlarının gelişmemesi, hizmet alanlarda ikincil patolojilerin oluşmaması için tedavi süreci en kısa zamanda tamamlanıp yatış süresi en aza indirilir.
CHP Ankara Milletvekili Murat Emir, ‘devlet hastanesi görünümlü özel hastane’ diye tanımladığı şehir hastanelerinin, sağlık sistemimizi baştan sona sarsacağını söyleyerek Meclis gündemine taşıdı. Emir’in, TBMM Başkanlığı’na verdiği soru önergelerinde dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ’a, şehir hastanelerine ilişkin yönelttiği sorulardan ikisi oldukça dikkate değerdir.
“%70 doluluk oranı kapsamında karşılanacak eksik kısım tamamlanırken hangi hasta esas alınacak; kısa süreli yatarak tedavisi görecekler mi, ameliyatlı ya da yoğun bakım hastaları mı?
‘Koruyucu hekimlik’ gibi hastalığı önleyen sağlık sisteminin yerine, ‘garanti edilen hasta doluluk oranı sağlansın’ diye vatandaşların özellikle hasta edildiği veya gereksiz yere ameliyat edildiği, bunun üzerinden de özel şirketlere para kazandırıldığı bir sisteme mi geçilmektedir?”
Artık devlet koruyucu sağlık hizmetlerine yatırım yapmayacak. Hâlbuki önleyici sağlık hizmetleri tedavi hizmetlerinden çok daha ucuzdur. Hasta olmayı engellemek, hastalığı tedavi etmekten daha ucuzdur. Sağlık sistemimiz, ‘koruyucu hekimlik’ anlayışından vazgeçilerek, ‘hasta garantili’ hale dönüşmüştür. Vatandaşın yolu hastaneye düşse de düşmese de yüklenici şirket, garanti edilen parasını alacak. Yani doluluk oranı yüzde 40’larda kalacak olursa eksik kalan yüzde 30’luk doluluk oranı taahhüdünün parası, vatandaşa hizmet verilmemesine karşın işletmeciye ödenecek. Bunun için öncelikle hastanenin döner sermaye gelirine başvurulacak. Bu durumda sağlık çalışanları kışkırtılmış bir performans yarışıyla veya işten çıkarılma korkusuyla ettikleri meslek etiği yeminlerini rafa kaldırmak zorunda bırakılacak. Döner sermaye bu açığı karşılamadığında hazineden ödeme taahhüdü verildi. Bunca şehir hastanesine kefil olan devletin hazine açığı kimden karşılanacak? Şu an ödemekte olduğumuz 14 kalem sağlık giderine yeni hizmet ve işlem vergileri eklenecek. Özel hastanelere giderim diye hiç heveslenmeyin. Şehir hastanesi açıldıktan sonra özel hastaneler ile SGK arasındaki anlaşma iptal edilecek. SGK, getirisi fazla olmayan klasik bazı branşlar dışındaki, muayene ve tedavi giderlerini özel hastanelere ödemeyecek. Örneğin (KVC, onkoloji, organ nakilleri vs.) Böylece özel hastanelerin birer birer kapılarına kilit vurulacak. Buralarda çalışan sağlık personeli ya işsiz kalacak ya da en düşük ücreti kabul ederek şehir hastanesinde (bulabilirse) çalışacak.
İşin en acı tarafı devlet, insanlarını koruyucu hizmetlerle hastalıktan ve hastaneden uzak tutması gerekirken, insanların daha fazla hasta olmasını garanti ediyor. Ya da gerekli sağlık hizmetini kaliteli, ulaşılabilir, eşit ve ücretsiz vermek zorundayken, uluslararası sermayenin ve ülkedeki taşeronlarının daha fazla kazanması için planlar yapıyor. Hemen her alanda dudak uçuklatan oranlarda vergi ödüyoruz ki sağlık hizmeti vermesi için de giderek artan miktarlarda devletin kurumlarına katkı payı gibi farklı isimler altında prim harici ödemeler yapıyoruz. Halbuki bu ülkenin vergi mükellefi olan bizler, çok basit ve ucuz tedbirlerle çok daha sağlıklı bir Türkiye’ye sahip olabilirdik.