ERKİN BAŞER yazdı: “Seçim, asıl emekçi sınıfların seçimidir. Onların oyu ile iktidarlar değişmektedir. Her türlü medya manipülasyonuna, sandık güvenliğinin olmamasına ve eşitsiz propaganda olanaklarına rağmen, emekçi sınıfların tercihi her şeyden önemlidir.”
ERKİN BAŞER
Türkiye tarihinin belki de en önemli seçiminin arifesindeyiz. Bu seçim, baskın bir erken seçim oldu. AKP ve MHP Koalisyonu, daha fazla bekleyemedi ve iktidarda kalma ihtimallerinin giderek azaldığını görüp bir umut sandığa gittiler. Seçimlerin olağanüstü koşullarda yapıldığı, seçim yasalarının adil olmadığı, anti-demokratik bir iklimde bile iktidarın kazanma ihtimali giderek azalıyor. Bunda ekonomik gidişatın da büyük payı var elbette.
Ekonomik kriz geldi gelecek söylemleri almış başını gidiyor. Bir kere hemen her şey gibi, krizin de, hatta bilhassa krizin sınıfsal olduğunu bilmek ve kabul etmek gerekiyor. Emekçi sınıflar için kriz artık vaka-i adiyeden oldu. 1990’lardan beri kriz, bir türlü gitmek bilmedi. AKP hükümeti emekçiler için krizi derinleştirdi. OHAL dönemi ise açıktan bir saldırı dönemi olarak yaşanıyor. Bakmayın siz, bugünlerde seçilme telaşı ile dağıtılan mavi boncuklara, iki yıldır emekçi sınıflar ağır bir saldırı altında, krizi tüm hücrelerinde hissetmektedirler.
Krizin sınıfsallığı ise, gözlerden kaçırılmak istenen bir meseledir. Bugün yandaş gazeteler bile, ülke olarak ekonomik bir felakete sürüklendiğimizi dile getiriyorlarsa, bu sermaye sınıfının felaketidir aslında. Emekçi sınıflar cehennemi göreli çoook oluyor.
Krizin sınıfsallığını gizlemek için yandaş medya ve burjuva iktisatçıları tarafından kullanılan temel yöntem, ekonomik kavramları kişiselleştirmektir. Mesela enflasyon “azar”, piyasa “düşünür”, ekonominin “ateşi çıkar”, para piyasaları “gerginleşir”, dolar “kaçar”, borsa “arayıştadır”. Bu söylem, sınıfsal etkileri ve tepkileri gizleyen bir rol oynar. Dolar kendi kendine kaçmayacağına göre, sermaye sınıfı finansal birikimlerini yurt dışına çıkarmıştır. Emekçi sınıfların ne tür bir dolar birikimi olabilir ki, onu hangi ülkede değerlendireceğine karar versin?
Kapitalizmde ekonomik gidişatı belirleyen sermaye sınıfı ve onun adına devlettir. Sonuçlardan ise herkes farklı şekilde etkilenir. Emekçi sınıflar ise çoğunlukla olumsuz etkilenir. Çok basit; sermaye ve devleti, daha fazla kâr ve rant uğruna daha fazla sömürmek için elinden geleni yapmaktadır. Uluslararası rekabet, emperyalist politikalar, savaş, totaliter rejimler, ülke ekonomisinin üretken sağlam bir temeli olmaması gibi etkenler yüzünden bazen sermaye sınıfı da olumsuz etkilenir. Bu durumda çoğunlukla iktidarlar değişir; ender olarak da 1920’lerin başında Almanya ve Avusturya gibi tüm toplum ve devlet felakete sürüklenebilir. Türkiye’nin şimdiki durumunun toplu bir çöküş olduğunu söylemek mümkün değil. Ama pek rahatlıkla iktidar değiştiren türden olabilir. Nasıl ki 2001 krizi, AKP’nin hükümete gelmesine vesile olmuşsa, şimdiki de gitmesine yol açar. Biter gider.
Türkiye’nin yeni krizi
OHAL boyunca ekonomik göstergeler sürekli bozuluyor. İşsizlik yüzde 10’ların hep üzerinde. Büyüme beklendiği kadar yüksek değil. Sürükleyici sektörlerde durgunluk hâkim; inşaat, turizm vb. Cari açık sürekli artıyor. Ülke ihracat yapamıyor. Dış borç artık devasa boyutlarda.
Bütçe açıkları kapatılamıyor. Üstelik devlet, yeni borç imkânları yaratamıyor. Enflasyon artık yükselme trendine girdi. Dolar sürekli, ama sürekli artıyor. Bunu uzatabiliriz. Burada sınıfsal etkileri ayrıştırmak bize yeni bir bakış açısı sunabilir.
İşsizliğin yüksek olması, reel ücretlerin aşınması, informel, esnek, güvencesiz istihdamın yaygınlaşması işçi sınıfı için aşırı kriz hâlidir. Sermaye sınıfı için ise makul bir durumdur. Sermaye için bu makul durumun iki sınırı söz konusudur: İşçiye sermaye sınıfının ürettiği ürünleri satın alacağı kadar ücret vermek ve tüm bu olumsuz koşulların onları toplu bir direnişe sürüklememesi gerekir. İşsizlik, işçiler arası rekabeti canlı tutarak ücretleri baskılar. Eğer toplumun tüketim eğilimi düşmeye başlamışsa sermaye sınıfı da artık memnun olmamaya başlar. Bu durumda ihracata yönelerek sermaye birikimi devrini işler tutmayı yeğleyecektir. Beklendiği kadar olmasa da ihracat birçok sektörü ayakta tutmaktadır. Diğer taraftan OHAL rejiminde, sermaye sınıfına hükümetin armağanı, işçi direnişlerinin önünü kesmek olmuştur. Grevler yasaklanmaktadır.
Kayıt dışı çalışanların toplam çalışanların yarısına ulaştığı bir ülkede sermayedarlar, hükümeti takdir ederler haliyle. OHAL’de iş cinayetlerinin nasıl da arttığına bir baksanıza. Ya açılan dava sayısı, sorumlu tutulan patron sayısı: Neredeyse sıfır.
Devletin bütçe açığı sürekli artıyor. İlk dört ayın verilerine göre, geçen yılın aynı döneminden yüzde 30 daha fazla. Devletin ana gelir kaynağı vergilerdir. Verginin çoğunu da emekçi sınıflar öder. Sermaye sınıfı kazancının az bir kısmını vergi olarak ödemek ister. Tabii onu da kaçırmıyorsa. Devlet, bugünlerde son çare, yeni bir özelleştirme paketi açtı. Seçim boncuklarından birkaçı; vergi affı, SGK affı, imar affı ve varlık barışı. Tüm bunlar devletin açıklarını kapatmaya yardımcı olmayacaktır. Çoğunlukla sermaye sınıfına verilen desteklerdir. Bir diğer seçim boncuğu da emeklilere verilecek bayram ikramiyesi. Bu tür transfer harcamaları da bütçe açığını artıracaktır.
Bütçe açıklarını kapatmak için devlet borçlanır. Özel sektör de, yatırım yapmak için borçlanır. Böylece dış borçlar katlanarak artar. Son yirmi yılda dış borç, neredeyse on kat artmış. Ülkenin toplam dış borcu, millî gelirin yarısından fazla. Devletin borçlanması, sermaye sınıfını doğrudan ilgilendirmez. Bu borcun yükünü emekçi sınıflar çekmektedir. Oysa özel sektörün borçları, kurların artmasıyla aşırı bir yüke dönüşmüştür. Dış borçların ağırlıklı olarak dolar veya euro cinsinden olduğu biliniyor. OHAL boyunca dolar yüzde 52, euro yüzde 63 değer kazanmış. Buna paralel olarak bu para cinslerinden borçlu olanların borcu da aynı oranlarda artmış oluyor.
Emekçi sınıflar, doların veya euronun hızlı artışını gecikmeli olarak fiyatlara yansıdığında hayat pahalılığı olarak yaşar. Emekçi sınıfları yakından ilgilendiren ekonomik gösterge, tabii ki enflasyon verileridir. Hayat pahalılaştıkça kriz mutfakların baş köşesine yerleşir. Gerek döviz kurlarındaki artış gerekse maliyetleri artıran diğer faktörler yüzünden enflasyon yüzde 10’un üzerinde seyrediyor ve artma eğiliminde.
Bu aşamada ilgimizi daha çok faiz oranları çekebilir. Birçok tür faiz oranı bulunuyor; tahvil, bono, mevduat, kredi vs. Ama hepsi birbirine paralel seyrediyor. Faiz oranı arttığında spekülatif kazanç peşinde koşanlar için gün doğuyor. Tam tersine yatırım yapmak isteyenlerin maliyetleri yükseliyor. Türkiye’de faiz oranları aşırı yüksek. Bu durumda sıcak para hareketleri artıyor ve ekonomiyi genel olarak kırılgan bir yapıya sürüklüyor. Faiz oranlarının yüksekliğine rağmen dolar kuru artışı frenlenemiyor. Oysa ülkeye giren sıcak para türünden dolar sayesinde kurların artmaması, hatta düşmesi gerekirdi.
İktidar itibar yitiriyor
Asıl püf noktasına gelmiş bulunuyoruz. Yerli ve küresel sermaye sınıfı için bir ülkede siyasete güven ve itibar her şeyin esasıdır. Mehmet Şimşek, seçim kararı alınarak belirsizliğin ortadan
kaldırıldığını iddia ediyor. Oysa belirsizlikler artıyor. Seçim ekonomisi, karşılığı olmayan harcamalar şeklinde oluyor. Ucuz konut kredisi uğruna bankacılık krizi kapıya dayandı. Standard & Poor’s, Türkiye’nin kredi notunu bir kez daha düşürdü. Devlet ve özel sektör, borç bulamaz duruma geldi. Yatırım amaçlı yabancı sermaye gelmez oldu. Sermaye, Türkiye’deki siyasî iklimden büyük endişe duyuyor. Artık iktidara güvenmiyor.
Hâlbuki, ucuz, güvencesiz ve karşı çıkamayan işçi, bir sürü devlet teşviki, devlet-özel sektör ortaklığı şeklinde peşkeş çekilen kaynaklar-araziler, sermaye sınıfı lehine KHK’lerle yapılabilen her türlü düzenleme mevcut. Yine de güven ve itibar sağlanamıyor. Ülke ekonomisi yeni maceraları kaldıramayacak hâlde. Yerli sermaye bile, ülkeyi terk etme eğiliminde. Birçok büyük firma birikimlerini yurt dışına taşıyor.
Sermaye sınıfı için olumsuz koşulları artıran başka unsurlar da bulunuyor. Dış politikadaki başarısızlıklar ve Ortadoğu’da savaşı teşvik eden girişimler. Petrol fiyatlarının artması. Cemaat-AKP kavgasının yan etkileri. Yabancı sermayenin kendi ülkesinde aldığı tepkiler: Demokrat kamuoyu, firmalara baskı kurarak Türkiye’deki yatırımlarından vazgeçmelerine yol açabiliyor.
Sermayenin seçimi
Sermaye sınıfının AKP-MHP koalisyonundan henüz tam anlamıyla vazgeçtiğini söylemek mümkün değildir. Fakat vazgeçme eğilimine girmiş bulunuyorlar. TÜSİAD Başkanı, rahatsızlığını açıkça ifade ediyor artık. IMF hazırladığı raporda, Türkiye ekonomisinin “kötüye” gittiğini belirtiyor. Kötü derken, tabii ki sermaye sınıfı için. IMF, bazı öneriler de getiriyor: İşgücü piyasası daha da esnekleştirilmeli. Kıdem tazminatı kaldırılmalı. Maaşlar ve ücretler enflasyon artışına endekslenmemeli. Özel emeklilik sistemi zorunlu hale getirilmeli. Geçici istihdam uygulamaları yaygınlaştırılmalı. Görüyor musunuz IMF’yi? Daha fazla sömürü, ille de sömürü diye diretiyor.
Eğer mevcut iktidar, ülke ekonomisini sermaye sınıfı için avantajlı bir duruma getiremezse (ki artık geri dönülemez bir aşamaya gelinmiştir), 24 Haziran-8 Temmuz seçimlerini Erdoğan ve partileri kazansa bile, bu kesin bir zafer olmayacaktır. Güven ve itibar geri gelemez durumdadır. Yeni bir erken seçim kaçınılmaz olacaktır.
Emekçinin seçimi
Seçim, asıl emekçi sınıfların seçimidir. Onların oyu ile iktidarlar değişmektedir. Her türlü medya manipülasyonuna, sandık güvenliğinin olmamasına ve eşitsiz propaganda olanaklarına rağmen, emekçi sınıfların tercihi her şeyden önemlidir. Emekçiler, saldırı altındadır. Derin bir ekonomik krizin girdabındadır. Aslolan bunun farkına varmalarıdır. Sanırım bu seçim, o farkındalık eşiğinden geçildikten sonra yapılıyor.
Peki akla şu soru gelir bu durumda: İktidar değişirse emekçinin yaşam koşulları iyileşir mi? İktidar değişikliği sosyalist bir devrim sayesinde olsa her şey değişir. Olmayacaksa, ki en azından bu dönemde gündemde değil, önümüzdeki seçimin yine de sosyal olarak herkesi rahatlatacağı kesin. Ekonomik olarak ise emekçilerin yeni iktidara güven duymaları için yeterli işaret bulunmuyor. CHP-İyi Parti olası iktidarının sermaye sınıfının dayatmalarına, örneğin IMF’nin isteklerine göre ekonomiyi “iyileştireceği” beklenebilir. Yani sermaye sınıfının güvenini kazanmaya çalışacaklardır haliyle.
Emekçilere düşen, örgütlü olmak (HDP bu örgütlerden biridir kuşkusuz) ve iktidarı değiştiren gücün kendisi olduğunu yeni iktidara da hatırlatmak. İşte o zaman, hiç olmazsa eğitimin, sağlığın parasız olduğu, asgarî ücretin iki katına çıktığı bir iyileştirme yaşanabilir.