Durgun denizin kendi halinde salınması bana hep sevişmeyi çağrıştırmıştır. Su kırılmaksızın devinir olduğu yerde; inip inip kalkar, alçalır yükselir… kendisiyle birlikte üzerindeki her şey de aynı şekilde…
Camgöz Reis de benzer bir duyguda olsa gerek ki, Hoyratdeniz’i her gördüğünde kadını ister, kadınsızlığının acısını yaşar. Porselen gözünden kanlı yaşlar akıtır. Tüllü bulutlar arasından parıldayan ay da yardımcıdır kendisine… Tek kurtarıcısı sigarası ve denizin derin lacivertidir.
Gerçekçi betimlemeler
Vecdi Çıracıoğlu, Kültür Bakanlığı Senaryo Desteğini de alan “Sarıkasnak, Denize Dair Hikâyat”ta, güçlü, uzun cümlelerle bir yaşamı betimliyor. 30’lu yılların başlarıdır, 10’uncu Yıl Kutlamaları hazırlıkları büyük bir coşkuyla sürdürülürken yaşamı suya bağlı, ekmeğini derin lacivert denizin dibinden gerçekten güçlükle ve bilek zoruyla çıkaran denizciler başka bir hazırlık sürdürmektedir. Zaten kader de ağlarını orada örer.
Bazı betimlemeler vardır, bilirsiniz, yazar sırf yazmak -belki de uzatmak- için yazmıştır, hissedersiniz. Bir yavanlık gelir yapışır damağınızın tavanına… Suyun belli bir bulanıklıkla yaşamdan uzaklaştırdığı Camgöz Reis’in yaşadıklarını hissediyorsunuz. Cümleler yalın ve bir o kadar net. Anlatılan bir yaşamın sönüşü, ama çok canlı, çok çarpıcı. Siz de yudum yudum yudumluyorsunuz kalakalmış o bir parçacık havayı. Bir yandan da merak içerisindesiniz, yutarcasına okuyorsunuz… çünkü tutmuş kolunuzdan çekiştiriyor sizi yazar, bırakmıyor, bırakmayacak da…
Bir dönüm noktası daha var…
Deniz deyince aklımıza ilk -ve hep- Sait Faik gelir, haklısınız. Ancak bu kez Yaşar Kemal hiç ayrılmıyor yanınızdan. Yok, deniz öykülerinden kaynaklı değil, betimlemelerin güçlülüğü dolayısıyla. Donanımı yetersiz, küçük ve yoksul bir dalgıcın o acı sonla biten dalışı… İşte, bir cümleyle özetledim, ama o kadar değil. Mitoloji var, halkın kaderci tavrı var, denizin yakamozlanan yüzeyi var, kasabanın delisi de var, kaymakam ve tefeci tüccar gibi, dalgıcın hortumcu ve çıkrıkçı arkadaşları var… O hortumcu ve çıkrıkçı ki dalgıcın hayatını avuçlarının içinde taşıyanlardır. Dalgıcın ölümünü fırsat olarak görüp, çocuklarının rızkı için arkadaşlarını bir kez daha öldüren de onlardır.
Yerel dilin özelliği, güzelliği…
Vecdi Çıracıoğlu, yerel dille Hoyratdeniz olarak nitelendirilen Karadeniz’in, o döneme göre ücra köşesi, “Dünyanıngözü”nde, yani çeşm-i cihanda, yani Amasra’da, yani insanların ekmeklerini sudan ve topraktan çıkaran insanların yaşadığı coğrafyada, o coğrafyanın dilini hiç yüksünmeden, hiç tasalanmadan, kaygılanmadan birebir kullanıyor. Hem zaten belki de o dildir bu denli yaşatan, heyecanlandıran, belki de yazar da o dilin etkisiyle bunca betimlemeyi sıralamıştır arka arkaya.
Denizin devinimini sevişmeye benzettim ya, öfkesini unutmamalıyım. Denizin öfkesi de bereketi gibi bitimsiz… camgöz Reis’in ardından arkadaşları o öfkeyi hak ettiklerini düşünerek bekliyorlar. Sahi, hak ettiklerini siz de kabul edeceksiniz. Çıracıoğlu’nun masalsı anlatımıyla büyülü gerçekçiliği sizi de sarıp sarmalayacak.
Deniz, bırakmayacak sizi… Karanın tozu ile denizin dalgaları arasından, ikinci ve ardından üçüncü kitabı bekleyeceksiniz. Hemen kulağınıza fısıldayayım: Birinci romanda (Sarıkasnak) kalanlar ikinci romanda, ikinci romanda (Ruhisar) kalanlar üçüncü romanda tanrıları ve sanrılarıyla siz okurları bekleyecek. Ben, Ruhisar’ı ve adı konmamış üçüncü romanı bekliyorum.
Sarıkasnak, Denize Dair Hikâyat, Vecdi Çıracıoğlu, roman, İletişim Yayınları, Temmuz 2015, ‘lügâtçe’siyle 143 s.