Cumhurbaşkanı ve seçimden yenik çıkan avenesi AKP geçici Hükümeti özeleştirisini yapacağına, seçimden % 60 bir güçle çıkan muhalefetin, özellikle de MHP’nin bitmek bilmeyen saçma sapan dayatmalarının da getirdiği aymazlığı büyük bir ustalıkla ve kurnazlıkla kullanıyor. Alaşağı edilen hakimiyetini; karşısındaki güçlerin darmadağınık hallerini çoğunluğu kaybetmesine rağmen iştahla ve düpedüz bir pişkinlikle avantaja çevirmeye kalkışıyor. Seçimlerde yok edilen çoğunluk meşruiyetinden hiç ders çıkarmamışçasına devam ettirdiği yürüyüş ne kadar kendisinin otoriter ve buyurgan alışkanlığı da olsa, buna olanak sağlayan, yol açan muhalefetin de bir nevi kendisine altın tepside sunulan armağanıdır.
İktidarın meşru olmayan iktidarsızlığı, iktidar olabilecek yeterliliği ve meşruiyeti olanın da iktidarı istemediği bir durumun, birikmiş onca sorunun çözülmesi için beklentiye giren seçmeni kaygılandırdığı bir gerçeklikse, bir başka gerçeklik te ülkenin ara bir yönetememe krizine girdiği malumun ilanıdır. Peki ne yapmak gerekir; bir tarafta kursağında başkanlık kalmış bir Cumhurbaşkanı, diğer tarafta çoğunluğunu ve meşruiyetini yitirmiş bir iktidar seçeneğine karşın, 13 yıllık AKP iktidarının açmış olduğu yaraları, tahribatları onarması için seçmenin kendilerine rol biçtiği yamalı bir muhalefet, ‘ezenin de ezilenin de yönetemediği’ kimi tarihsel anekdotlara benzerlik taşıdığı gözlenen ‘yönetememe krizi’ bu olsa gerektir.
Bir çok farklı analiz yapılabilir bu konuda pekala ama anlaşılmaktadır ki bu ülkenin kaderi, işçilerin emekçilerin açacağı yolda gizlidir, gelirin oldukça eşitsiz paylaşıldığı, iş cinayetlerinin ve kadın cinayetlerinin olağana dönüştüğü, halklar ve inançlar üzerinde inkar ve asimilasyonun sürdüğü, barışa karşı savaş çığırtkanlığının revaçta olduğu, doğanın sermayeye peşkeş çekilerek katledildiği, işsizliğin giderek arttığı bir gelecek umutsuzluğu artırdığı gibi zaten pamuk ipliğine bağlı olan, suni bir dengede olan ‘toplumsal barışı’ da yok edecektir.
Seçimin mutlak galibi ama aynı zamanda da mutlak belirlemeyeni HDP’dir kuşkusuz. Özellikle de Türkiyelileşmeyi programına koyan HDP, daha çok Kürtlerin üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanan ‘kırk katır mı kırk satır mı’ dayatmalarını boşa çıkararak şeytanın bir bacağını kırmıştır. Hatta denilebilir ki; bu yürüyüşte istisnalar hariç Türkiye sosyalist hareketinin önemli bileşenleri de bu yürüyüşün içerisinde yer almasalar da son kertede enternasyonalizm gereği HDP’nin yürüttüğü mücadeleye katkı sunmuşlar, bu başarıda önemli bir ölçüde pay kazanmışlardır.
Ancak kırılması gereken şeytanın ikinci bir bacağı vardır; o emeğin reva ve mahzun olmuş halidir, İşçinin, işsizin, geleceği karartılan gençlerin, borç ve icra batağına saplanan özellikle alt gelire sahip olan işçi, memur ve esnafın, ürününü ekse de masrafını dahi çıkaramayan köylünün, mezarda emeklilik reva görülen emeklilerin, akademik ve bilimsel mekanlardan ziyade hurafe tedrisatlarını aratmayan medrese vari yerlerde çalıştırılan akademisyenlerin, yazarların, çizerlerin, 21.yy’ın o eşsiz ekolojik kentlerinde insanın özgürlüğü için çalışması, üretmesi gerekirken, kaotik kentler inşa etmek zorunda kalan mimar ve mühendislerin, sağlığın metalaştırılması ile birlikte düzenin üç kuruş fazla parayla susturduğu, satın aldığı koruyucu halk sağlığı hekimliği yerine tedavi amaçlı çalıştırılmak zorunda bırakılan hekimlerin, eşitlik ve adalet terazisinde mesai yapmak yerine ticarileşen adliye kapılarında çalışmak zorunda bırakılan avukatların, hapishanelerinde tıka basa doldurulan tutuklu ve hükümlülerin, gittikçe artan camileri ve kıraathanelerinde durumlarına günde beş vakit şükreden ve oyun oynayan bedbahtların, çaresizlerin yaşayacakları, kendilerini de bu sömürü ve yabancılaşma sarmalından kurtaracak demokratik, özgürlükçü ve eşitlikçi bir Türkiye elbette mümkündür. Ve elbette tüm bunlara seslenebilecek ve kendini çoğalacak bir toplumsal muhalefet te mümkündür.
Gittikçe artan işçi direnişleri, doğanın talanına ve katline karşı mücadele eden köylüler ve onlarla bütünleşen ekolojik aktivistler, resmi inanç şovenizmine karşı başta Alevilerin ve diğer inanç çevrelerinin yürüttüğü mücadele, ölümcül hale dönüşen cins ayrımcılığına karşı başta kadınların ve LGBTİ’lilerin yürüttüğü mücadele, Gezinin sözcülerinin ‘aklından dahi geçirme’ ültimatomları, savaşı ve çatışmaları canları pahasına önleme ve canlı kalkan oluşlar, kuşkusuz oluşmakta olan diri bir muhalefetin habercisidirler. HDP tüm bunları gözetmek, kendisini açığa çıkan ve çıkacak olan tüm bu dinamiklerle bir araya getirmek zorundadır, bu zorunluluk olduğu kadar da devrimci bir ödev ve görevdir de aynı zamanda.
Seçim sonrası beliren tabloda; Cumhurbaşkanı ve AKP’nin keyfine diyecek yok, muhalefetin ve özellikle de MHP’nin HDP faktörünü öne sürerek bir araya gelmemesi sayesinde seçeneksiz kalan Cumhurbaşkanlı AKP, 13 yıllık sürede yeniden inşa ettiği devlet iktidarının tüm iplerini mutlak suretle eline geçirmiştir. Sermayenin en kirli kanadıyla iç içe geçen, rant, talan ve yağma politikaları ile sürdürdüğü iktidarını, tepe tepe kullanmaktadır. Seçimlerde ortaya çıkan tablo ise şu ya da bu şekilde bir kandırmacadan, ağza bir parmak bal çalmaktan başka bir hakikat değildir.
Önümüzde acılarımızın esasına dokunmadan kurulacak bir AKP-CHP koalisyonu var, daha da ileri gidersek Cumhurbaşkanı vesayetinde kurulacak bir AKP-CHP koalisyonundan bahsedebiliriz. İleride MHP diye bir parti kalır mı göreceğiz ama HDP mutlak suretle kalmalıdır. İddialarını gerçekleştirmek, sol, sosyalist ve tüm muhalif emek, demokrasi ve özgürlük güçleri ile büyüyerek kalmalıdır. Zira istese de istemese de üstüne düşen ana muhalefet partisi görevidir. Bu ana muhalefetin ne kadarsa ömrü yalnız parlamentoda değil, kuşkusuz meclis dışındaki tüm yaşam ve çalışma alanlarında, meclislerinde kendini var etmek, büyütmek de zorundadır.
HDP, kendisini hem kendi deneyiminden yola çıkarak ürettiği argümanlarla dışındaki sol unsurların ürettiği argümanları ortak bir potada eritmek ve bu potada oluşan yeni bir güçle tüm toplumsal ilerici muhalif güçleri bir araya getirmekle mükelleftir. Esasen Gezi ile bu başlangıç yakalanmış, özne olan özgürlük mücadelesinin kimi önemli sol, sosyalist güçlerle bir araya gelerek girdiği seçimlerde ise bu yürüyüş taçlandırılmıştır. Esasen bu da başlangıcın geldiği ikinci aşamadır. Ve rüşt bundan sonraki adımda, yelpazesi gittikçe genişleyen bir yürüyüşte kendisini ispatlayacaktır.
Bu yürüyüşün en önemli aktörleri HDK/HDP bileşenleri ise de, niceliği değilse de niteliği önemli bir yer tutan sol ve sosyalist unsurlarla yakalanacak bir ortak hat geleceği kurmak adına oldukça umut verici muhalefet deneyimi ve kurucu irade birlikteliği sağlayabilir. Kuşkusuz bu yalnızca belirtilen toplumsal sol güçlerin bir araya gelmesi ve ortaklaşması ile kotarılacak, aşılacak bir eşik de değildir. Görüşmelerin hemen başlaması; tıpkı kurulacak bir kurucu irade gibi çalışacak bir heyetin ilk görüşmeleri yapması ve asgari konularda ortaklaşması sonrasında bölgelerde kurucu halk meclislerinin kendi temsilcilerini merkeze yollaması ve tüm Türkiye’den gelen meclis üyelerinin doğrudan temsiliyeti olan bir kurucu irade ile yürüyüşüne başlaması gerekmektedir.
Sonrası tamamıyla kendisine öz güvenli ve neler yapacağı ve yapmayacağı konusunda ortaklaşmış bir iradenin, bir başka iradeyle buluşması ve seçimler de dahil birlikte hareket etmesine bağlıdır. Kuşkusuz bu da; kendisini yeni döneme uyarlayan, mevcut sistemin yenilenmesini en az kendi yenilenmesi kadar elzem gören CHP olacaktır. Denemeye değer derim, eğer ki müzmin sene daha bir başka sevindirici ve birazda konjonktürel bir genişleme olanağı yakalanamayacaksa, bu değerlendirilmesi ve sınanması gereken bir fırsattır.
Gezinin Liceyle, özgürlüğün emekle, eşitliğin kardeşlikle buluşacağı ve demokratik bir ekolojik cumhuriyeti kurabilmek elbette mümkündür, mümkünatlıdır. Çalışırken ölmek istemeyenlerin, onurlu bir gelecek, yaşanabilir bir ücret isteyen işçilerin, emekçilerin, mezarda emeklilik yaşamak istemeyen emeklilerin, geleceği karartılmış çocukların, işsizlik kıskacında intiharlara sürüklenen işsizlerin, atanamayan ve mezun olduklarında boşluğa düşen gençlerin, cins kırımına uğrayan kadınların ve LGBTİ’lerin, kölelik koşullarında çalışma dayatılan emekçilerin, inançları ve kimlikleri yüzünden ötekileştirilenlerin vebali bu kurucu iradenin sorumluluğundadır. Ve başkaca bir seçenek önerilinceye kadar bu tartışılmak ve sınanmak zorundadır.
Yaşasın emeğin, halkların, cinslerin ve inançların eşit ve özgür geleceği!
Yaşasın demokratik ekolojik cumhuriyet!