İktidar kendi büyük pişkinliğinin esiri. Arap Baharı’nda selden kütük kapmaya çalıştı. Müslüman Kardeşler iktidarları ele geçirecek, Türkiye de Müslüman ağabey olarak onlara kol kanat gerecekti. Bu bakış açısı hep bir yerlere “ağabeylik” yapmaya hevesli devletin “milliyetçi” kanadının hoşuna gitti. Aynı zamanda AKP’nin uzunca süredir zorlukla baskıladığı çiğ İslamcılığını da okşadı.
Davutoğlu’nun hızla yükselmesi de bu milliyetçi-İslamcı siyasetin teorisyeni olmasıydı. Kitabını yazmıştı, şimdi kitabını uygulayacaktı.
Olmadı.
Mısır’da Müslüman Kardeşler’in darbeyle devrilmesini engelleyemediler. Hatta kim bilir belki de verdikleri tavsiyelerle darbenin sonuç almasını kolaylaştırdılar.
Mısır’ın trajedisini kırpıp kırpıp seçim meydanlarında oy avcılığında kullandılar.
Tunus’ta laik bir koalisyon seçimle İslamcıları yenerek hükümet oldu.
Libya, Batı müdahalesinin de etkisiyle büyük bir kaosa girdi.
Libya’nın girdiği kaos Suriye’yi çok derinden etkiledi. Belki senelerce çözülemeyecek bir savaşla kavruluyor. Irak için ise artık bir devlet demek dahi güç.
AKP’nin Suriye politikası umutsuz bir âşığın çırpınışlarına benziyor. Önce diktatör olmasına bakmaksızın Esad’la “en iyi arkadaş” oldular. Esad tavsiyelerini dinlemeyince aldatılmış bir âşık gibi intikam hisleriyle doldular.
Bırakın seneleri, Davutoğlu’na göre birkaç hafta içinde devrileceğini zannettikleri Suriye rejimine karşı her türlü muhalefeti desteklediler.
Muhalefete giderek cihatçıların damgasını vurması bu desteği azaltmadı, aksine artırdı. Netice alabileceklerini düşündüler ancak ABD ve İngiltere’nin Suriye’ye müdahale etmekten son anda caymaları büyük bir hayal kırıklığı oldu.
IŞİD’in Maliki rejiminin de katkılarıyla çığ gibi büyümesine ise belli ki bütün dünya gibi hazırlıksız yakalandılar.
Bütün istihbarata rağmen “ya, bize bir şey yapmazlar” diyerek Musul Konsolosluğu’nun boşaltılmaması buna işaretti. Belki hısım olarak görmediler ancak hasım olarak görmedikleri de ortada.
Mühimmat desteği yapılan cihatçı örgütlerin ne kadarı IŞİD’e biat etti belirsiz. Beraber toplantı da yapıyorlar, ortak operasyon da, birbirleriyle çatışıyorlar da. Mesela bugünlerde cihatçı Ahrar el Şam örgütü, kendini Batı medyasında IŞİD’e karşı savaş veren sevimli Sünni cihatçılar olarak gösteren bir halkla ilişkiler kampanyası başlattı.
Sınırda her şey birbirine girmişken, Türkiye sınır kapılarının El Kaide ya da IŞİD kontrolüne girmesine çok sesini çıkarmadı. Ülkede giderek artan kamplaşma, bu örgütlere Türkiye’den ciddi bir katılım sağlanmasına yol açtı. Artık IŞİD ya da Nusra yabancı bir örgüt sayılmaz.
Barbarlıklarıyla dünyayı şoka sokan IŞİD’e karşı PYD’nin direnmesi, örgütün uluslararası meşruiyetini hızla artırdı.
Uluslararası koalisyon güçlerinin PYD’ye ve Şii militanlara IŞİD’e karşı bombardıman yardımı yapması da bunu gösteriyor. İran’la hızlıca bir anlaşmaya varılması da.
Obama’nın Türkiye’ye yaptığı IŞİD çıkışından sonra Türkiye, IŞİD’e karşı operasyonlara başladı. Örgüt hemen tehdit etti ve saldırmaya başladı.
Kobani sonrası Türkiye’de yaşanan, bir Kürt iç savaşı provasıydı. Kökleri PKKHizbullah çatışmasına kadar gider. Seçimden önce HDP’nin dinsizlikle, Zerdüştlükle, ahlaksızlıkla suçlanması ve meydanlarda Kuran gösterilmesi bu gerginliği yatıştırmadı, aksine artırdı.
İktidarın Suriye politikası çöktü. Tampon bölge kurma fikri şimdilik rafa kaldırılmışa benziyor. Eğit-donat projesi ise ölü doğdu.
Suriye’de savaş kolay kolay bitmeyecek.
Vekâlet savaşı yürütmeye çalışırken Ortadoğu’nun Pakistan’ı olma yolunda hızla ilerliyoruz.
Başından bu yana hep doğru politikalar izlemişçesine pişkinlik yapan iktidarın dış politika konusunda kendisini sorgulayıp bu politikayı değiştirecek gücü var mı?
İktidar partisiyle koalisyon kuracakların onlara bunu yaptıracak gücü var mı?
Varlığını Erdoğan’a borçlu medyanın ortalığı bulandırmasına kulak asmadan bu sorulara yanıt aramalı.