Diyarbakır/Lice Yolçatı Köyü bölgesinde inşa edilen, terörist heykeli bir operasyonla kaldırılmıştır. İcra edilen operasyona katılan birlikler 19 Ağustos 2014 tarihinde saat 09.45’te üs bölgelerine dönmüşlerdir. Birliklerin sözde mezarlığın bulunduğu yere intikali ve söz konusu heykelin kaldırılması…
Bu açıklama 19 Ağustos 2014 tarihinde Genelkurmay’ın resmi web sitesinden alınmıştır. Genelkurmay’ın “başarılı” bir operasyon sonucu yıktığı heykel, PKK’in ilk komutanlarından Mahsum Korkmaz’a (Egît) aitti. Yine Genelkurmay’ın “sözde mezarlık” dediği mezarlık da bir gerilla mezarlığıdır. Heykelin yıkımının ardından başlayan protestolarda Mehdi Taşkın isminde bir Kürt yurttaş başından vurularak katledildi, aynı zamanda karnından vurulan başka bir Kürt yurttaşın durumu da hala ciddiyetini koruyor. Olayın en dikkat çekici yanlarından biri ise yıkılan heykelin etrafında toplanan bir gurup asker içinden birinin heykelin başının üzerine koyulmuş ayağı ile poz vermesi oldu. Hiç şüphe yok ki bu poz birçok Kürde 90’lı yılların kirli savaş dönemlerini anımsattı, bahsi geçen dönemlerde öldürülmüş gerilla bedenleri üzerinde bu tarz pozlar sıklıkla veriliyordu. Tüm bu olanlar 2013 Newroz’undan beri devam eden çift taraflı çatışmasızlık halinin müzakere sürecine evirilmesi tartışmalarının yapıldığı bir dönemde vuku buluyor. Dolayısıyla karşılıklı olarak tarafların “provokasyon” ihtimali üzerinde durmalarına, olay ile ilgili zamanlama, yer, müdahale biçimi gibi tartışmalara tanıklık ediyoruz. Nasıl bir ilişkinin kurulduğunu çok anlayamasam da, Kürt siyasal hareketinin HDP ile birlikte hayata geçen etnopolitik siyasetin bırakılması ve HDP çizgisinde bir Türkiye siyasetine (popüler kullanımıyla Türkiyelileşmek) kapı aralanılması da tartışmaların gündemini belirleyen bir başka konu başlığı oldu.
Hassasiyet Meselesi
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, hassasiyet denildiğinde Türk halkının hassasiyeti merkeze konuluyor açık bir biçimde. Kürt halkının hassasiyetleri var mıdır, varsa nelerdir gibi soruların devlet ya da Türk toplumunun ezici bir çoğunluğu nezdinde bir karşılığı yok. Kanımca bu yaklaşım “hakim millet” olma histerisinden ileri geliyor. Yani eğer bir barış inşa edilecekse, hakim millet olan Türklerin kanına dokunmayan ve Türklerden başka neredeyse hiçbir halkı temsil etmeyen devletin çıkarlarına ters düşmeyen bir formda olmalı. Bu son yaşanan olay üzerinden bir kez daha bakmaya çalışalım çözüm, süreç ve hassasiyet ilişkisine. 2013 Newroz’unda Sayın Öcalan’ın çağrısı ile başlayan çift taraflı çatışmasızlık hali (Çatışmasızlık hali diyorum çünkü içinde bulunduğumuz süreç henüz bir müzakere zeminine oturtulamamıştır) süresince 14 Kürt yurttaş devletin birimleri tarafından katledildi. Katledilen bu 14 Kürt yurttaşın 4’ü ise Liceliydi. Ancak her şeye rağmen var olan çatışmasızlık hali değerlidir ve müzakereye hızla evriltilmelidir. Hassasiyet meselesine gelecek olursak, çözüm tartışmalarının başladığı ve bazı somut pratiklerin ortaya konulduğu günlerden beri hassasiyeti önemsenen taraf genelde Türk tarafı, mesela Habur’dan bir grup PKK’linin Türkiye’ye giriş yapması ve tabiatıyla yakınlarının ve halkın giriş yapanları karşılaması Türklerin hassasiyetlerine saygısızlık olarak yorumlandı. Başka bir örnek bazı devlet yetkililerinin Oslo’da PKK yetkilileriyle yaptıkları görüşmelerin basına sızmasından hassasiyetleri zedelenen yine Türk tarafıydı. Bu iki örneğin ilkinde şu vardı; eğer PKK’liler Türkiye’ye giriş yapacaklarsa, öncelikle üzerlerindeki “terörist” kıyafetlerini çıkarmalıydılar ve “biz devletle başa çıkamayacağımızı anladık da geldik” mesajı vermeliydiler. İkincisinde, devlet PKK yetkilileriyle görüşebilir ama bunun basın aracılığıyla kamuoyuna sızması “koskoca Türk devleti, Türk ordusu dağdaki üç beş şakiyle başa çıkamadı da görüşüyor mu” algısı yarattığı için Türk toplumunun hassasiyetleri yara aldı. Hadi Türk toplumunun hassasiyetlerinin bu iki örnek üzerinden incindiğini var sayarak yaşanan son hadiseye gelelim. Mahsum Korkmaz heykeli Türk toplumunu ve devleti rahatsız etmiş, peki anladık da Kürt toplumun rahatsız olduğu şeyler yok mu Türkiye’de ya da Türkiye Kürdistan’ında? Mesela on binlerce Dersimlinin katledilmesinde uçaktan bomba yağdırma görevi üstlenen Sabiha Gökçen’in adının bir havaalanına verilmesi Dersimlileri, Kürtleri rahatsız etmiyor mu acaba ya da kısa bir zaman öncesine kadar 33 insanı kuşuna dizen birinin adının askeri kışlaya verilmesi Vanlıları, Kürtleri rahatsız etmiyor muydu? Hepsini bir yana bırakacak olursak hala dahi Kürtlerin dağlarında beton harflerle yazılı “Ne Mutlu Türküm Diyene” yazıları Kürtleri rahatsız etmiyor mu? Ediyor fakat yukarıda da bahsettiğim gibi burada hassasiyet meselesine yaklaşım “hakkim millet” ya da hegemonik ulus perspektifindedir ve dolayısıyla da Kürdün hassasiyetinin çok da önemi yoktur.
Ortalama bir Türk için Mustafa Kemal ne anlam ifade ediyorsa, birçok Kürt için de Mahsum Korkmaz aynı anlamı ifade eder. Daha da somutlaştıracak olursak, nasıl ki 1919’da M.Kemal ve arkadaşlarının Samsun’a çıkması Türklerin kurtuluşu ile ilişkilendiriliyorsa, Mahsum Kokmaz ve arkadaşlarının atılımı da Kürtlerin esaretten kurtulmalarının ilk kıvılcımı olarak okunabilir. Nasıl ki herhangi bir yerde Mustafa Kemal’in büstüne yönelik bir saldırı Türklerin hassasiyetlerine, haklı olarak, bir saldırı diye okunabilirse, Mahsum Korkmaz’ın büstüne saldırı da Kürt toplumunun hassasiyetlerine bir saldırıdır. Bunu kabul etmek ya da etmemek bir toplumu eşit yurttaş olarak algılayıp algılamamakla doğrudan ilintilidir. Soruyorum; çocuğunun mezarı olmayan, yapılan mezarı tahrip edilen annelerin hassasiyeti ne olacak? Sson olarak bir heykel için bir insanın katledilmesi bir tarafın hassasiyetlerini giderdi mi, ya Mehdi Taşkın’ın annesinin hassasiyetine kim saygı gösterecek?
Çözüm –Süreç-Provokasyon
Tüm dünyadaki çözüm ve müzakere süreçleri hiçbir şekilde pürüzsüz ilerlememiştir. Başarıya ulaşan müzakere süreçleri, başarısız olanlar ya da hala devam etmekte olanlar, hepsi için çok genel ve bilinen birkaç kural vardır ki bunların en önemlisi, ortada etrafında oturup konuşulacak (tercihen yuvarlak) bir masanın olmasıdır. Benzer şekilde taraflardan birinin kati suretle yenildiği hissiyatının uyandırılmaması gerekir ve çok net olan bir başka şey daha vardır o da, kalıcı bir antlaşma sağlanana kadar taraflar kesinlikle birbirlerine güven duymazlar (bunun maddi nedenleri vardır fazlasıyla) ve ellerindeki tüm imkanları masadan daha çok kazanımla kalmak için kullanırlar. Yine dünya deneyimlerinden şunu da biliyoruz ki, neredeyse hiçbir barış süreci provokasyonsuz, karşılıklı ya da tek taraflı saldırılar olmaksızın gerçekleşmemiştir. Tüm bu bahsettiklerim Türkiye’deki süreç için de geçerlidir. Fakat bizde farklı olan şey, görüşmeler başladığı tarihten bugüne “süreç bozuldu, bozulacak” algısının gündemden hiç düşmemesi.
Gelelim Mahsum Korkmaz heykelinin yıkılması ile çözüm-süreç ve provokasyon arasında kurulan korelasyona. Heykel’in açılış tarihi, dikildiği yer, heykel için tercih edilen politik süreç manidar mı, henüz böyle bir hamle için erken miydi, çözüm sürecini mi hedef aldı?
Heykelin dikildiği yerin Lice olması gayet makul nedenlere dayandırılabilir, örgütün kurulduğu yer ve o günden bu güne birçok bedel ödemiş bir kasaba, dolayısıyla neden Mardin’in Derik ilçesine değil de Diyarbakır’ın Lice ilçesine dikildiğini tartışmak anlamsız. Heykel neden 15 Ağustos tarihinde açıldı, çünkü 15 Ağustos PKK’nin silahlı mücadeleye başladığı gündür ve birçok Kürt için bir milattır, pratik olarak da karşılığı bu olmuştur. Mesela 15 Ocak tarihinde heykelin açılışı yapılsaydı sorun olmayacak mıydı?
Heykel neden çözüm sürecinin müzakere aşamasına doğru yöneldiği bir zaman aralığında dikildi, bunun arkasında çözümü istemeyen “paralel bir PKK mı var” ve heykelin dikileceği bölgenin idari ve askeri birimleri tarafından biliniyorken neden dikilmesine izin verildi fakat sonra yıkıldı, sözümü sabote etmek isteyen devlet içindeki güçler mi yoksa? Bu sorulara komplo teorilerine çok girmeden cevap vermek güç, her iki taraf içinde de çözüm sürecine sıcak bakmayanların olması muhtemeldir ancak buradan hareketle çözüm istemeyen “paralel bir PKK” yapılanmasının olduğunu iddia etmek çok güç. Ya da çözümü dinamitlemeye çalışan bir ordu veya idari yapılanmanın olduğunu söylemek Genelkurmay tarafından yapılan açıklamaya bakıldığında anlamsızlaşıyor. Genelkurmay açıklamasında insanların yakınlarının, evlatlarının gömülü olduğu mezarlığa “sözde mezarlık” diyor, mezarlığı savunanlara ise “bölücü örgüt mensupları” diye sesleniyor, haliyle en azından Genelkurmay’ın barış ya da çözüm retoriğini çok da benimsemediğini görüyoruz, yıllardır ordu+siyaset ikilisinin söylediği türkülerin nakaratını mırıldanıyor.
Heykel için erken miydi? Doğru zaman ne zaman peki, eğer halklar birbirlerinin değerlerine saygı duymayacaksa, Kürt anneleri çocukları için yapılan mezarlara bile gidip ağlayamayacaksa, sahi barış nasıl olacak? Henüz erkendi, biraz daha beklenilebilinir miydi? Diyelim ki evet, peki ortalama bir Türkün hiç askerlik ya da kamu görevi dışlında bulunmadığı Lice’de halkın istek ve katılımıyla açılan bir heykele ne zaman müsamaha gösterilebilir mesela? Ya da barış süreci denilen şey tam da böyle olmamalı mıdır, iki toplumun birbirlerinin değerlerine saygı göstermeye başlaması için daha ne kadar politik dengelerle sınırlanmış zaman dilimine ihtiyaç var?
Özetle, yaşanan her gerilimi süreç bozuldu diye okursak ne yazık ki ufukta bir barış görme ihtimalimiz o kadar azalır. Eğer böyle olsaydı, ne İrlanda’da ne İspanya’ın Bask bölgesinde ne Latin Amerika ülkelerinde barış söz konusu dahi olamazdı. Son bir örnek şu an hâlihazırda Kolombiya hükümeti İle FARC Gerillaları arasında devam eden müzakerelerde hiçbir pürüzün olmadığını düşünmüyoruz herhalde.
Kirli Savaş Dönemlerine Ait poz
Heykele düzenlenen “başarılı operasyon” dan sonra ne akıllarda kalan en önemli kare de birçok Kürde 90’lı yılları hatırlatan, bir askerin devrilmiş heykelin kafasına postalı ile basarken verdiği poz oldu. Bu pozun psikolojik ve manevi tahribatı çok yüksektir. Yüksektir çünkü o postalların altında gerilla bedenlerinin olduğu birçok poz basına sızmıştı. Askerlerin grupça öldürülen PKK’lerin önünde poz vermesi, öldürülen PKK’lilerin ayaklarına ip bağlamak suretiyle karakolun önünde “Vatan bir bütündür parçalanamaz” yazısının önünde serilmeleri, öldürülen gerillanın başının üstüne ayağıyla basıp boz vermeler… Dün Lice’de Mhsum Korkmaz’ın heykelinin üstüne postalıyla basıp poz veren asker ve etrafındakiler için değişen hiçbir şey yok. Daha da kötüsü, IŞİD vahşetini sosyal medyada geceli gündüzlü kınayanların bu pozlar karşısında “vatanı sahipsiz mi sandınız” minvalindeki hatırı sayılır çokluktaki yorumları, hassasiyet, insanlık, birlikte yaşamanın koşulları, empati gibi konu başlıkları üzerinde derinlemesine yeniden düşünmeyi zorunlu kılıyor.