Günümüz Türkiye’sinde 1980’li yıllardan beri süren, onbinlerce insanın ölümüne ve maddi bir yıkıma yol açan savaşın ardından barış arayışları öne çıkıyor. “Ortak bir vatan” ve “demokratik bir cumhuriyet” yaratılmasının gerekliliği üzerine sürdürülen tartışma, 19. yüzyılda başlayan ve 20. yüzyılda trajik sonuçlar vererek günümüze değin süren ulus devlet yaratma projesinin iflasını gözler önüne sererken, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinin sorgulanmasını barış ve demokrasi yolunda ilerlemenin olmazsa olmaz koşullarından biri haline getiriyor. Bu gereklilik, bir yandan geçmişin adaletsizliklerini hatırlayarak unutmaya karşı tavır alırken, diğer yandan da, bu çok-uluslu ve çok-kültürlü toprakların “Türk vatanı” haline dönüştürülmesi sürecinde üretilen resmi söylemlerin reddi anlamına gelmektedir.
Cumhuriyet’in kurucuları, tarihi galiplerin bakış açısından yeniden yazarken geçmişin adaletsizliklerini unutturmayı esas aldı. Ancak baskı ve zulüm mekanizmaları olmaksızın kurban ve suçluların yer değiştirdiği bir söylem yaratmak, geçmişin adaletsizliklerini unutturmak ve meşru kılmak mümkün olamazdı. Resmi söylemlerin, ülkenin sağından soluna uzanan bir dizi akımın tarihsel ve geleceğe yönelik perspektiflerini belirlemiş olmasını yalnızca baskı ve zulüm ile açıklamak mümkün gözükmemektedir.
Ulus devlet ve sol
Örneğin, Türkiye solunun yirminci yüzyıl başlarındaki Mustafa Suphi, Şefik Hüsnü gibi liderleri ve bu ekolden gelen Nazım Hikmet gibi şair ve yazarlar, aktif bir şekilde resmi söylemin üretimine, -uğratıldıkları felaketlere rağmen- katıldılar: Ermeni, Rum, Süryani, Pontus ve diğer halkların kendi yurtlarından atıldıkları yıllar, “Kurtuluş Savaşı” yılları olarak tanımlanırken, 1920 ve 1930’lu yıllardaki Kürt isyanları emperyalizm ile ilişkilendirilip “gerici” isyanlar olarak nitelenerek Kemalizm ile günümüze kadar süren bir kader yoldaşlığı içine girildi. Geçmiş kuşakların mücadele gelenekleri; Türk, Kürt, Rum, Ermeni ve diğer halklardan işçi ve köylülerin, demokratların birçok örnekte omuz omuza verdiği mücadeleler bir yana bırakılarak, İttihat ve Terakki ve Kemalizm’in ulus devlet projesinin savunucuları haline gelindi.
Yukarıda dile getirilen tezi doğrulamak için tarihimizin bugün hatırlanmayan kara yapraklarına bakmak yeterlidir: 15-16 Haziran 1915 gecesi Beyazıt Meydanında halkın gözü önünde asılan sosyal demokrat Hıncak Partisi üyesi 20 Ermeni devrimci-sosyalisti hatırlayalım. 10 Mayıs ve 17 Mayıs 1915 tarihleri arasında süren ve sanıkların halkı isyana teşvik, bölücülük ve vatan hainliği gibi suçlardan idama mahkum edildiği göstermelik mahkemeler sırasında yargılanan ve ağır işkencelere uğrayan 49 devrimcinin sözcüsü olarak konuşan Paramaz’ın mahkemenin son duruşmasında Yargıç Hurşit’e sanık kürsüsünden söylediği sözler günümüz için de geçerliliğini korumaktadır:
“Bu ülkenin refahı için yapmadığımız ne kaldı? Ermenilerin ve Türklerin kardeşliğini sağlamak için öylesine fedakarlıkları kabul ettik, ne kadar enerji tükettik ve ne kadar çok kanımızı akıttık; bu kadar acıya katlanmamızın nedeni güven yoluyla birbirimizi yükseltmek idi. Ve bizim karşılaştığımız nedir? Yalnızca bizim olağanüstü çabalarımızı yok saymakla kalmadınız, aynı zamanda bilinçli olarak bizi imha etmeye çalıştınız. Suç ve baskıyı desteklediniz ve her türlü protesto biçimini susturmayı denediniz. … Bir gün kendi onurumuzu korumak için kendimizi savunmaya karar verdiğimizde bizi katletmeye başladınız… Ben bu ülkeden ayrılmak isteyen biri değilim. Tam tersine, bana ilham veren fikirlerle yüzleşmeyi reddederek kendisini benden ayıran bu ülkedir.”
“Yaşasın Sosyalizm Yaşasın Ermenistan”
1909’da Adana’da gerçekleştirilen Ermeni katliamının ardından, Hıncak Partisi’nin 1913’de Köstence’de yapılan bir toplantıda, İttihat ve Terakki yöneticilerine suikast düzenlemesini kararlaştırdığının ihbar edilmesi üzerine 120 kişi 1914 Temmuz’unda apar topar tutuklandı. Ancak, ortada bir suikast girişimi olmaması nedeniyle kimse tutuklananların idam cezası ile karşılaşacağını tahmin etmedi. Nitekim tutuklanan 120 kişiden 71’i rüşvet ödenmesi ve araya aracılar konması sonucu serbest bırakıldı.
15 Haziran’ı 16 Haziran’ a bağlayan gece Paramaz ve 19 yoldaşı başları dik ve onurlu bir şekilde idam sehpalarına yürüdü. İdam sırasında hazır bulunan Papaz Der Kalust Kahana Boğosyan’ın aktardığına göre, Paramaz, idam sehpasına çıktığında “Siz, sadece bizim vücudumuzu yok edebilirsiniz, fakat inandığımız fikirleri asla… Yarın Ermenilik, ülkenin Doğusunda özgür ve sosyalist Ermenistan’ı selamlayacaktır!” diye var gücüyle haykırdı. Paramaz, ilmik boğazını sıkarken son bir gayret ve nefesle, boğuk ve ancak duyulabilen bir sesle “Yaşasın Sosyalizm, Yaşasın Ermenistan” sözlerini haykırarak can verdi.
Paramaz ve yoldaşlarının ardından yıllar sonra devrimciler birbirini ardı sıra idam sehpalarına çıkarıldı; aynı gerekçelerle yargılanıp yine aynı şekilde, gerek ulusal gerekse de sosyal mücadelelere olan inançlarını haykırarak son nefeslerini verdiler. Adil ve demokratik bir ülkenin inşası için bu toprakların Spartaküs’lerini ayrım yapmaksızın hatırlamamız, onlardan öğrenmemiz ve artık, bugün konuşması mümkün olmayan kurban ve savaşçıların dili olmamız gerekiyor.