Bugünkü yazının başlığı için fotoğrafçılıkta herkesin mutlaka kullandığı bir kavramı ödünç aldık: Kadraj. Kadraj sözcüğü, özetle, fotoğraf makinesinin merceğinden bakıldığında görünmesi istenen/görünen obje(ler), film karesine alınması istenen/alınan her şey anlamına geliyor. Günümüzde, Ortadoğu’da yaşananları görüp, anlayabilmek için en az iki kadrajla bölgeye bakmak önemli. Birisinde görünmeyen, diğerinde görünür olduğu için her ikisine de birlikte bakmaya gereksinim var.
Emperyalist paylaşım
Öncelikle, yapılması gereken diyalektik tarihsel materyalist yöntem kapsamında en geneli görebilmek. Böylesi bir kadrajda görebildiğimiz; Ortadoğu’nun yeniden emperyalist paylaşımın gündeminde olduğudur. Kapitalizmin egemenleri-emperyalistler, önce Irak’ta sonra da neoliberal küreselleşmeye “Arap Baharı” döneminde de dahil edemedikleri Libya’da yaşananları Suriye ve İran’da da hayata geçirmek istiyor. Ancak, Suriye’de özellikle son dönemde yaşananlardaki farklılıklar, kafamızı karıştırmamalı. Libya ve Irak’takinden farklı olarak Esad’ın öldürülmemesi, Halep’in, Şam’ın ve kurumların yıkılmaması, kamuoyunu daha kolay yönlendirebilmek için, emperyalistlerin önceki yıkım sonrasında yaşananlardan çıkardığı dersler arasında sayılabilir.
“Kapitalist neoliberal ekonomik politikaların” temeli olarak uygulanan “serbest piyasa-pazar ekonomisi” birinci Trump döneminde Çin, Türkiye vb. ülkelere konan demir ve çelik ithalatı kotaları vb. uygulamalarla büyük bir darbe almıştı. Buna karşın, görünen o ki emperyalistler “kapitalist neoliberal ekonomik politikalar”la ilgili beklenti ve umutlarını henüz, tamamen yitirmemiş. Masa başında kurulan Suriye Arap Cumhuriyeti, neredeyse yine masa başında bu sefer tarihin tozlu sayfalarına uğurlandı. Büyük fotoğrafa bakıldığında, herhangi bir tereddüt yaratmayacak netlikte görülebilen tablo bu.
İzleyebildiğimiz kadarıyla, beraberinde ABD, 2017 sonrasında kapitalist dünyada yitirdiği hegemonyasını yeniden tesise yönelik olarak, Ortadoğu’da bizzat NATO bileşenleriyle birlikte, yeni düzenlemeler oluşturmaya çalışıyor. Hegemonyasının yeniden tesisini sağlayabilecek en önemli adım, Eylül 2023’de Yeni Delhi’de gerçekleştirilen G20 toplantısında ABD tarafından paylaşıldığı bilinen Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Koridoru (IMEC) projesi. Bu koridorla sadece malları değil, aynı zamanda boru hatları ve kablolar aracılığıyla enerji ve verileri de taşıyan kıtalararası bir deniz ve demiryolu ağı olarak Hindistan kıyılarının Avrupa pazarlarına bağlanması hedefleniyor. Yakın zamana kadar, projenin gerçekleştirilebilmesi için en büyük risk Ortadoğu bölgesi olarak tanımlanıyordu. Büyük fotoğrafta görünür olan emperyalist paylaşımın nedenini bu projeyle de ilişkilendirmek mümkün.
Beka
Bu aşamadan sonra, kadrajı çok daha detayın birebir fotoğraf karesinde görülebileceği hale getirmek gerekir. Öncelikle, IMEC’in şimdiye kadar kamuoyunda bilinen içeriğine göre Türkiye bu koridorun dışında tutulan bir ülke. Suriye Arap Cumhuriyeti’nin yıkılmasının son döneminde cihatçı HTŞ’yi donatmak, istihbarat vb. yardımlar sağlamak gibi görevler verilmiş olsa da söz konusu projeye dahil edilebilmesi için kendi hedeflerinin bir bölümünden vazgeçmesi istenecek. Emevi Camii’nde namaz ve cihatçı liderle aynı araçta bulunma görüntüleri her ne kadar, Türkiye iç politikasına yönelik izlenimini verse de beraberinde “etki sınırlılığının” bir göstergesi ve karar verici ülkelerden bir “görev” talebi olarak da değerlendirilebilir. Bu küçük ölçekli fotoğraf karesi AKP Türkiye’sinde “ülkenin bekası”, “iktidarın bekası”ndan ‘daha öncelikli değilmiş’ olarak da okunabilir.
Uluslararası ajanslardan, 17 Aralık itibarıyla, Suriye’de çatışmaların büyük ölçüde sonlandığı haberleri geçiliyor. Buna karşın, aynı kaynaklar tarafından İsrail’in Golan tepelerindeki ve Suriye ordu birliklerine yönelik, Türkiye’nin Kuzey Suriye’deki ve ABD’nin de İŞİD’lilere yönelik top atışlarının aktif bir biçimde devam etmekte olduğu da paylaşılıyor. İsrail ve Türkiye iktidarları için “fırsat bu fırsat!” demek, hata mı olur?
Filistin
Anımsanacağı gibi, Hamas’ın 7 Ekim 2023’teki saldırısının hemen ardından, İsrail karşı saldırıya geçti. Bu saldırı, İsrail devletine yıllardır bulamadığı fırsatı, ABD ve AB’nin de açık desteğiyle yaratma olanağı sundu. İsrail, bir yandan Lübnan’daki Hamas ve Hizbullah güçlerine karşı operasyonlar yürütürken, diğer yandan, Gazze’de kendine yeni yerleşim alanları da açmak hedefiyle Filistin halkına yönelik saldırılarını ‘insanlık dışı’ boyuta kadar taşıdı. Özellikle, Eylül 2024’ten itibaren saldırının şiddeti ve kapsamı daha da arttı. Filistin halkına yönelik soykırıma dönüştü. İsrail, bu süreçte, yine diğer ülkelerin de desteğiyle İran’a yönelik saldırılar da düzenledi. İran devletinin resmi konuğunu, düzenlediği bir hava saldırısıyla gerçekleştirdiği suikastla İran’da öldürdü. Planlarında, Filistin ve Suriye’den sonra İran’a yönelik müdahaleler de olabilir.
Filistin
İsrail devleti ile Lübnan’daki Hizbullah arasında 22-23 Kasım 2024’te yapılan ateşkes ve antlaşma herkesi umutlandırırken, Suriye’de 2011 yılında başlayan iç savaşın yaklaşık son sekiz yılında “sessizliğini koruyan” cihatçı çeteler, 27 Kasım’da yeniden Suriye Ordusu’na karşı savaş açtı. Suriye Devlet Başkanı Esad, yönetimi bırakıp ülkesini terk etti. Merkezi yönetim, henüz uluslararası terör örgütleri listesinde yer alan cihatçı çetelere teslim edildi. Arkasından da İngiltere ve ABD öncülüğünde bu listeden çıkartılmaları çağrıları yapıldı.
Ancak, cihatçı çetelerin inanç ve etnik kimlik üzerinden insan avı başlattıklarına yönelik görüntülü haberler yaygınlaşmaya başlandı. İç savaşa karşın, huzur içinde yaşamayı başarmaya çalışan Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ile irili ufaklı yerleşim yerlerine yönelik saldırıların yaşandığına ilişkin haberler de paylaşılıyor. “Savaş bir halk sağlığı sorunudur” bilimsel saptamasının gerekçelerini oluşturan bütün acılar çocuklar, kadınlar başta olmak üzere Suriye’de yaşayan tüm siviller tarafından yaşanıyor; ölüm, yaralanma, sakat kalma, tecavüz, açlık, susuzluk, evsizlik ve “korku”. Yalnızca bu yaşananlar nedeniyle değil. Belirsiz bir gelecek, laik bir ülke, seküler bir yaşamın artık olamayacağı endişesi… Bunlar da küçük fotoğraflarda izlenebilenler.
Sorumluluk
Ne tek başına birinci kadrajın fotoğraf karesini değerlendirip “orada kalmalı” ne de yalnızca ikinci kadrajın fotoğraf karesinin “ayrıntılarında boğulmalı”. Suriye’nin bütünlüğünün korunması kadar, “yeniden” kurulacak ülke rejiminin hangi evrensel değerlere sahip olacağı da büyük önem taşıyor. “Suriye Arap Cumhuriyeti” ile “Suriye İslam Cumhuriyeti”nin “tekçi” içeriğiyle özünde farkı olamayacağı aşikâr. Halbuki, 21. yüzyıl dünyasında; farklılıkları ve toplumsal eşitliği zenginlik olarak kabul edip, “başka bir yaşam/yönetim biçimi mümkün” hedefiyle bunu kurup, hayata geçirenlerin de Suriye’de olduğu göz ardı edilmemeli. Çöldeki vahaya yalnızca orada yaşayanların değil, en azından bir deneyim olarak Suriye’nin, Ortadoğu’nun hatta insanlığın gereksinimi var. Unutmamalı, unutanlara da anımsatmanın tam zamanı. Henüz vakit varken, tarihsel ve toplumsal sorumluluklarımız bir defa daha bizi bekliyor…