22 Mayıs’ta Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü tarafından, “Aşağısı Yukarısı Arasında Orta Sınıflar” başlığı altında düzenlenen çalıştay, orta sınıf kavramı üzerine tartışmaların Türkiye’de Haziran/Gezi Direnişi vesilesiyle yoğunlaştığı bir döneme denk düşüyor. (Bu yazının henüz çalıştay gerçekleşmeden önce kaleme alındığını belirtelim). Çalıştayın çağrı metninde sıralanan bir dizi önemli sorunun ilki şu idi: Bir kavram olarak “orta sınıf” ya da “yeni orta sınıflar” Türkiye’de yaşanan değişimleri anlamak ve değerlendirmek için ne derece geçerli bir kategoridir?
İşçi sınıfı kategorisinin analitik işlevleri ile orta sınıf kavramı arasındaki bir karşılaştırma, ikincisini yerli yerine oturtmak ve onun kullanımıyla ilgili bazı yöntemsel meseleleri tartışmak açısından elverişli bir başlangıç noktası olabilir. İşçi sınıfı kavramının Marksist çerçevede şu sorulara bir yanıt verme çabası içerisinde anlam kazandığı görülür: Kapitalizm bir üretim tarzı olarak nasıl işlemektedir? Onun tarihsel olarak özgül özellikleri nedir? Kapitalizmin gelecekte olası yönelimleri ne olabilir ve kapitalizm nasıl aşılabilir?
Marx’ın genel olarak sınıf anlayışı ve özel olarak da işçi sınıfı ya da proletarya kavramı, içinde yaşadığı çağın temel dinamiği olan kapitalizmin gelişim sürecini anlama çabası içerisinden çıktı. Bu haliyle klasik Marksizmde işçi sınıfı belirli bir toplumdaki toplumsal eşitsizliklerin nasıl yapılandığını, toplumsal tabakalaşmanın nasıl bir biçim aldığını, bu tabakalaşma içerisindeki konumların veya katmanların nasıl belirleneceğine dair bir sorunun cevabı olarak tasarlanmadı. Marx temel olarak kapitalizmdeki üretim ilişkilerinin içerisinde yapısal bir konum ve aynı zamanda çağın devrimci siyasi öznesi olarak işçi sınıfı kavramını kullandı. Onu; kendinden menkul bir bireyler toplamı ya da tek tek bireylerin yerleştirilebileceği bir kategori olarak görmek yerine, yine aynı mesele (kapitalizmin özgüllüğü) ile bağlantılı bir şekilde benimsenmiş burjuvazi kavramıyla ilişki ve karşıtlık içinde tanımladı.
İşçi sınıfından, devrimci özne ve siyasal bir dinamik olarak bahsederken de yine bireylerin ya da katmanların bir toplamı olarak değil sınıf mücadeleleri (ve böylelikle de siyasal ve ideolojik süreçler) içerisinde bir dönüştürücü potansiyel ve görünürlük kazanan bir taraf olarak tasavvur etti. Bu bakımdan işçi sınıfının çok parçalı bir görüntü verdiği özellikle günümüz kapitalizminde çokça gündeme gelen “acaba şu grup ya da birey işçi sınıfına dahil mi” gibi bir sorunun bahsedilen çerçeve içerisinde (yani kapitalizmin nasıl işlediği ve nasıl dönüştürülebileceği bağlamında) bir anlam içermedikçe yersiz olduğunu söyleyebiliriz. Bu yüzden işçi sınıfı tek başına ampirik bir araştırmanın konusu olmaktan ziyade içerisinde belirli bir teorik pozisyonu ve tarihsel yaklaşımın gömülü olduğu, kapitalizme yönelik bir çözümlemenin içsel bir öğesi olarak görülmeli.
Anaakım sosyolojideki kullanım biçimleriyle “orta sınıf” ise bundan farklı olarak beraberinde bir toplumsal teori ve tarihsel yaklaşımı taşıyan bir kavram değil. Zira bu kavram kapitalizmin tarihsel olarak özgül özelliklerini ortaya koymaya yönelik bir analitik araç olarak değil, daha çok zenginlik ve güç kaynaklarının bölüşüm ve dağılımına, tabakalaşmanın nasıl yapılandırıldığına dair ampirik soruşturmaların içinden çıkmıştır. (Burada kavramı bir kapitalizm çözümlemesi içerisine yerleştiren Nicos Poulantzas ve Erik Olin Wright gibi Marksistleri anaakım sosyolojiden ayrı bir yere koymak gerekir). Mesele üretim tarzı ve üretim ilişkilerinin yapısı değil üretim sonrası kaynak ve gücün nasıl dağıldığının profilini ortaya çıkarmak olduğunda orta sınıf kapsamı ve anlamı, zaman ve mekana bağımlı bir kategori haline gelir. Zira modern toplumlardaki kaynak ve güç dağılımı kapitalizmin dinamik yapısı ve eşitsiz gelişimi dolayısıyla hem zamana hem de mekana göre çok zengin farklılıklar sergileyebilir. Bu durum orta sınıf kavramının kapitalizmin (ve sosyolojinin) gelişim süreci içerisinde birbirinden çok farklı ve hatta birbirini dışlayan tabaka ve katmanlara tekabül edecek şekilde kullanılmasına yol açtı. Bu, kavramın açıklayıcı gücünü azaltmaktan da öte belirli bir noktadan sonra analizi tıkayan bir sorun alanı haline gelmesine ve hatta Amerikan sosyolojisinde sıklıkla görüldüğü gibi işçi sınıfının yerine ikame edilerek ideolojik bir işlev kazanmasına neden oldu.
Aynı sorun, orta sınıf kavramının özellikle son yıllarda zihinsel emek süreçlerinde ortaya çıkan çeşitlenmenin doğurduğu yeni iş tanımlarını ve meslekleri adlandırmak üzere keyfi bir şekilde kullanılmasıyla yeni bir boyut daha kazandı. Bu durum bir yandan zaten sorunlarla malul olan orta sınıf kavramını daha da içinden çıkılmaz bir hale sokarken, bir yandan da bu kavramın muğlaklığı ile ele alınan kapitalizmin son dönemindeki emek süreçlerini deyim yerindeyse iyice gizemlileştirdi. Peki bu durumda orta sınıf kavramını siyasal ve toplumsal analizden hepten dışlamalı mıyız? Bir sonraki yazıda bu konuya değinmeye çalışacağım.
Bu yazı soL gazetesinin bilimsoL sayfasında 23 Mayıs 2014 tarihinde yayınlanmıştır.