“Onlarca yıl geçer de hiçbir şey olmaz, öyle bir hafta olur ki onlarca yıl içine sığar.” Vladimir İliç Ulyanov
İlkbahar, mevsimlerin en güzelidir. Ama Türkiye’de devrimcilerin yoldaşlarını en fazla toprağa verdiği mevsimdir; özellikle de nisan ve mayıs ayları. Bu kadar acının yol açtığı melankolik ruh hali, açan bahar çiçekleriyle bile sağalmıyor. Nurhak’ta Sinanların, Maltepe’de Cevahir’in, Kızıldere’de Mahir’le dokuz devrimcinin katledildiği aylardır bahar ayları.
Gelenek bozulmadı ve 30 Nisan 2024 tarihinde, Türkiye devrimci sosyalist mücadele tarihinin yüz akı bir 68’li daha hayata veda etti.
15 yılı aşkın bir süredir tanıdığım ve sık sık görüştüğüm İlhami Aras’ın yaşamı 60’lardan 2020’lere bir ders, bir laboratuvar işlevindedir.
Sayıları çok fazla olmaz bazı türden insanların, varlıklarıyla yer aldıkları cenaha şan verirler. Gösterişsiz, öne fırlamaktan hazzetmeyen, sessiz ama her zaman çalışan, yorulmayan, şikâyet etmeyen, ütopyasından ve ilkelerinden ödün vermeden esnek olmayı da becerebilme yetisine sahipti.
Mücadelenin her veçhesindeki beklenmedik sürprizlerin tecellilerine daima hazır, dostluğa sadakati, kalenderliği ile ve asla ödün vermediği enternasyonalist ufkuyla ama aynı zamanda reel politikanın tuzak dolu patikalarında da tökezlemeden ilerleyebilen bir devrimciydi.
Kızıldere’de tanınamaz, teşhis edilemez hale gelinceye kadar yüzü kurşunlanan Sabahattin Kurt’un,
İnsan türünün müstesna bir numunesi Oğuz Etçi’nin,
Dünya devrimci mücadele tarihinin pırlantası Hüseyin Cevahir’in,
Unutulmaz Nasuh Mitap’ın,
12 Eylül işkencecilerini tek kelime konuşmayarak devrimci iradesiyle pes ettirmiş Mustafa Kemal Kaçaroğlu’nun,
Primus inter pares (eşitler arasında birinci) Mahir Çayan’ın,
Mekteb-i Mülkiye-i Şahane’den şahane arkadaşıydı, yoldaşıydı İlhami Aras.
Her devrimci 68’li gibi Doğrucu Davut’tu ama kırmadan, incitmeden, beri yandan da gerçek ve hakikatin uzağına düşmeden, eyyamcılık yapmadan eleştirisini yüzüne söyleme erdemine ve fikri namusuna sahipti.
Adı pek anılmayan ama anılanlarla aynı meziyetlere sahip olan, karanlık bir odağın mensuplarınca hedef seçilerek 1971 Mart’ında vurulan ve kan kaybından son nefesini verinceye kadar kaldırımda can çekişmesi izlenip ambulans çağrılması özellikle engellenen 68’li devrimci Koray Doğan’ı tanıtmak, hatırlatmak amacıyla ölümünün 39. yıldönümünde bir portre yazısı yazmıştım. Çok az bilgi edinebilmiştim. Tuhaf bir biçimde bilgi verebilecek olanlar da susuyor, tek kelime konuşmuyorlardı. Kararlıydım yazmaya. Mevcut olan bilgilerle ama mecburen, biraz da yığma yaparak “Görkemli kaybedenlerin belleği ve Koray Doğan” başlığıyla yazıyı yazdım, 9 Mart 2011’de bianet’te yayımlandı.
Yazıyı İlhami Aras’ın okuyup düşüncelerini bildirmesini istemiştim. Aradı, “Yaptığın şey çok değerli ama dolma (yığma) yapmışsın, bilgi azlığından galiba, bilenler de konuşmamışlardır, ondandır” diyerek hem takdirini em de eleştirisini kendine özgü üslubuyla iletmişti. Unutamadığım bir anıdır.
Ankara’da, bu yukarıda adlarını saydığım arkadaşları ile Mülkiye kantininde otururken “Beştepe kampüsünde silahlı faşistler devrimci öğrencileri kuşattılar, saldırmak üzereler” haberinin gelmesi üzerine fırlayıp, devrimci öğrencileri kuşatan faşistleri püskürterek okulu öğrencilere teslim edip, ülkü ocaklı militanlar tarafından vurulan SABO’yu sırtladığı gibi Mülkiye’ye götürüp tedavisini başlatan da odur.
1975 yılında kurucularından olduğu Kurtuluş Hareketi’nin yayın organı KSD’nin (Kurtuluş Sosyalist Dergi) Yayın Yönetmenliğini de yapan o.
Bugünlerde, dünyada solun melankolisinden çıkış için yapılan tartışmalarda öne çıkan ve terk edilmesi önerilen ‘sekter radikalizm’den fersah fersah uzak, neşeli militan kavramının, henüz bu mefhumlar telaffuz bile edilmeden, yani 60 yıl öncesinden prototipiydi.
İşlek zekâsı ve nüktedanlığıyla sevgi menbaıydı.
İllegalite yaşamında bulunduğu Suriye ve Filistin coğrafyasında öğrendiği Arapça’yı kullanmayı severdi. Bazen yaptıklarımı anlatırdım, bana hep ‘’mebruk’’ yani takdire şayan anlamında Arapça bir tabirle yanıt verirdi -Ortadoğu bölgesindeki adıyla Ebu Murat-. Ben de Arapça ‘’Şükran ya ağhi’ / teşekkürler muhterem kardeş” karşılığını verirdim. “Sen benim mezara kadar dostumsun” demişti bir seferinde de göz pınarlarımı zapt edememiştim.
Mahir Çayan’ın genel olarak insanlarla ilişkisinde fazla mesafeli, buna mukabil Hüseyin Cevahir’in kişilik meziyetlerinin örgütsel bağlamda çok önemli bir işlev gören toparlayıcılık vasfını haiz olduğunu ayrıntılarıyla anlatmış, yazdığım Sabahattin Kurt kitabını hazırladığım zamanlarda aktardığı çok değerli bilgilerle kitabın içeriksel olarak kalite ve düzeyinin yükselmesine katkı yapmıştı.
Defnedildiği gün, Mersin–Kültürhane’de yapmakta olduğum ‘’Müzik ve Karşı Kültür’’ konferans dizimin 4. bölümünü, izleyicilere gerekli bilgilendirmeyi yaparak, İlhami Aras’ın anısına ithaf etmiştim.
Ebu Murat’ı hiç unutmayacağım.