Uygarlık çağı bundan yaklaşık 10,000 yıl önce Dicle ve Fırat nehirlerinin suladığı topraklarda başladı, Nil Vadisine, Yunanistan ve ötesine doğru yayıldı. Şu anda uygarlığın beşiği olan bu bölgede uygarlığı inişe zorlayan çok acı şeyler oluyor. Dicle-Fırat toprakları tarifsiz bir dehşet ve korkuya tanıklık ediyor.
Geçmişte, 2003 yılında Bush-Blair saldırganlığını pek çok insan 13yydaki Moğol istilasına benzetmişlerdi. Bu saldırı ve işgal sırasında BM kararlarına uyulmamış ve D.Haliday ve Hans von Speneck gibi duyarlı Batılı diplomatlar Irak’a yapılan bu saldırıyı bir tür soy kırım olarak niteleyip tepki olarak istifa etmişlerdi.
Bu istila The new York Times tarafından, bugünkü Irak ve Suriye krizinin aleni nedeni olarak tanımlanıyor. Gazete bu işgalin bölgede radikal değişimlerin sebebi olan hiziplere ve mezhepçi bölünmelere yol açtığını ve bugün itibariyle de bu çatışmaların tüm bölgeye yayılarak kontrolden çıktığını yazdı.
Dicle-Fırat Bölgesinin büyük bir kısmı IŞİD adı verilen ve kendini öncelikle S. Arabistan’da var eden radikal İslam’ın en aşırı ve acımasız bir karikatürü konumunda olan bir örgütün eline geçti.
Bu örgüt bölgeye ilişkin çalışmalarıyla tanınan gazeteci P. Cockburn’un tarifiyle iğrenç, pek çok açıdan faşist, bağnaz ve kendi katı İslam anlayışına uymayan herkesi acımasızca katledebilen bir örgüt. Cockburn, Batının bu örgütü Esad rejimini devirmesi için besleyip büyüttüğü gerçeğinin altını çiziyor ve bu örgütün oluşumunda batının çelişkili (bir anlamda ikiyüzlü) durumuna dikkat çekiyor. Zira Batı IŞİD’i Suriye’deki rejime karşı destekledi ama Irak’taki rejime saldırdığı için de ona karşı çıkıyor[1]. Aynı şekilde IŞİD belasının Lübnan’a yayılmasının önündeki tek engel olan Hizbullah, ABD ve İsrail’in nefret ettiği ortak bir düşman konumunda. Dahası ABD ve İran gibi iki ezeli düşman, IŞİD’in ilerleyişinin durdurulması konusunda hem fikirler.
Bu arada Mısır, ABD yardımlarını almaya devam eden askeri diktatörlük altında kendi en karanlık dönemlerinden birinin içine daha girdi. Uzak geçmişin erdem ve ahlak merkezi olan Kudüs’ten ise ses çıkmıyor.
Bundan 80 yıl önce Martin Heidegger, Nazilere şanlı Yunan uygarlığını Doğu ve Batının barbarlığından kurtarabilecek tek güç olduğu için övgüler yağdırmıştı. Bugün aynı Almanya’nın dev bankaları Yunanistan’ı pençesine almış eziyor.
Dahası… IPCC’nin son raporuna göre sera gazı salınımı önümüzdeki yıllarda insanlık ve eko sistem için çok ciddi, yaygın ve geri dönülmesi imkânsız tahrip edici etkilere yol açabilecek boyutlara ulaşmış düzeyde. Küresel ısınma öyle bir noktadaki Antartika’daki buzulları eritebilecek ve pek çok şehri ve kırsalı sular altına alabilecek bir biçimde deniz seviyesinin yükselmesine neden olacak.
Uygarlık 11,000 yıl öncesindeki jeolojik Halosen dönemi ile çakışıyor. Bu dönemin öncesinde var olan Plestosen buzul çağı ise 2,5 milyon yıl sürmüştü. Bilim insanlarına göre adına Antroposen denilen yeni dönem bundan 250 yıl önce başladı. Bu dönem insan faaliyetlerinin dünya üzerinde çok önemli etkiler yarattığı bir dönem.
Jeolojik dönemlerin değişim hızı günümüzde ihmal edilemez bir düzeyde. Bu tür insan eylemlerinin sonuçlarına ilişkin bir gösterge bazı canlı türlerin yok olması. Bu yok oluş oranı 65 milyon yıl önce bir asteroidin dünyaya çarpması sırasındaki oran ile aynı. Bu olay sonucunda dinozor türünün ortadan kalktığı ve zaman içinde diğer küçük memelilerin ve son olarak insanın ortaya çıktığı varsayılıyor. Ve biz insanlar birçok diğer canlı türünü yok olmaya mahkûm ediyoruz.
Aynı rapor bilinen petrol kaynaklarının, gelecek kuşakları yaşatabilmek için, çıkartılmaması, yer altında kalması gerektiğini söylerken dev çok uluslu enerji şirketleri bu kaynakları sömürmeye ve yenilerini bulmaya devam ediyorlar. Yine New York Times’a göre, devasa boyutlara ulaşan Dakota petrolü, demiryolu ile Asya ve Avrupa’ya nakledilebilsin diye Orta batıdaki hububat stokları çürümeye terk edilmiş durumda.
Keza buzullardaki erime, bunlarda sıkışmış olan sera gazını açığa çıkartarak küresel iklim üzerinde ölümcül değişikliklere neden olabilecektir.
Roy’a göre, günümüzdeki bu cinnet durumu en iyi şu metafor ile anlatılabilir: Tarihte Hintli ve Pakistanlı askerler dünyanın en büyük savaşı olan Siachen Glacier’de (Siachen Buzulu) birbirlerini öldürmüştü. Buzullar şimdi eriyor ve geriye sayısız boş silah artığı, boş petrol varili, asker botu, buzdan balta, çadır ve insanların anlamsız çatışmalarda birbirlerini yok etmede kullandığı her tür atık kalıyor. Ve buzullar eridikçe Hindistan ve Pakistan tarif edilemez boyutta bir felaketle karşı karşıya kalacak.
[1] Benzer bir durum el Kaide örgütü için de geçerli: Batı, Suriye ve Libya’da El Kaide’nin yanında ama Afganistan, Pakistan ve Yemen’de karşısında. İncil’e göre, Hz. İsa ikiyüzlüleri sevmezdi. İncil’de yirmi ayrı yerde iki yüzlüğü kınar, mahkûm eder ve onlara engerek yılanları diye hitap eder. Buna karşılık Hıristiyan âlemindeki Pazar ayinlerinde bunlardan hiç söz edilmez.
(Owl of Minerva’s View: ISIS and Our Times , http://truth-out.org, 05 September 2014)
http://truth-out.org/opinion/item/26000-owl-of-minervas-view-isis-and-our-times