2008 küresel ekonomik krizi hala sürüyor. Geçtiğimiz hafta uluslararası kurumlar tarafından üst üste açıklanan raporlar, önümüzdeki dönemde krizin yeni bir aşamasına geçiyor olduğumuza işaret ediyor. Yeni aşamanın ayırt edici özelliği, krizin yayılması değil derinleşmesi. Bu yeni aşamada dünya ekonomisi açısından kilit öneme sahip üretim üslerinin yavaşlamaya başlaması en önemli gelişme. Derinleşen dünya krizinin siyasi ve sosyal etkilerinin ağırlaşması ise kaçınılmaz. Doğrudan bir nedensellik kurma konusunda aceleci davramamalı ancak başta Orta Doğu olmak üzere, farklı bölgelerdeki gelişmeleri izlerken arka fonda dünya ekonomisinin temel eğilimlerini göz önünde tutmak gerek.
A. KrizinYayılması
Krizin ilk dönemi ABD’de yaşanan şok ile başladı. Küresel ekonomik kriz 2008’de ABD’de ortaya çıktığında, 2000’lerin başından itibaren büyüme trendine giren dünya ekonomisi sert bir şekilde daraldı. Krizin kurumsal arka planı 1990’ların sonlarından itibaren özellikle ABD’de kurulan yeni finansal mimari ve finansın yoksulları da içerecek şekilde derinleşmesiyle oluşmuştu. Konut piyasasında ortaya çıkan geri ödeme sorunlarının bankacılık, sigorta ve finans sektörlerine sıçraması çok kısa sürdü. Finansal piyasalardaki tıkanıklıklar ise üretimin sert bir şekilde daralmasını beraberinde getirdi. Devletin krize tepkisi hızlı ve büyük hacimli oldu. İlk aylarda yaşanan firma kurtarmaları yerini, önümüzdeki aylarda sonlanacak olan miktarsal genişleme programına bıraktı.
2011’de Avrupa genelinde yaşanan ikinci ekonomik daralma, krizin ikinci dönemine girildiğini ifade ediyordu. Bu aşamada firma iflaslarından devlet iflaslarına geçilmişti. Başta Yunanistan olmak üzere Güney Avrupa ülkelerindeki kamu borcunun çevrilemeyeceği tehlikesi, krizi bir borç krizi haline getirdi. Borç krizindeki ülkeler, 1980’li ve 1990’lı yıllarda Türkiye ve Latin Amerika’da aşina olduğumuz tipik neoliberal kemer sıkma paketlerini uygulamak durumunda kaldılar. Krizin ikinci aşaması, sermayenin krizi nasıl fırsata çevirdiğini anlamak için “örnek olay” niteliğindeydi. Avrupa (özellikle Alman) sermayesi işçi sınıfnın kazanımlarını hedefleyerek, borç kamçısı ile tek tek bu kazanımları geri almaya başladı.
2014’ün ilk aylarında, bitti denilen küresel krizin, bu sefer “yükselen piyasalar” tarafında yeniden alevlendiğine tanık olduk. Bu seferki sorun FED’in miktarsal genişleme politikasına son vereceği ve kısa süre sonra yeniden faizleri yükseltebileceği beklentisinin ortaya çıkmış olmasıydı. Bu aşama henüz sonlanmadı. Önümüzdeki dönemde bu üçüncü dönenim ikinci yarısının gelişimine şahit olacağız.
B. Krizin Derinleşmesi
Dünya ekonomisinin geleceği ile ilgili geçtiğimiz günlerde üst üste yayınlanan raporlar, yukarıda kısaca özetlediğim 6 yıllık seyrin 2014 ile birlikte ancak özellikle 2015’te yeni bir aşamaya geçebileceğinin işaretlerini veriyor. Bu yeni aşamanın temel özelliği, dünya ekonomisinin üretim üslerinde görülen sıkıntılar. Krizin derinleşmesi olarak adlandırabileceğimiz bu yeni aşamayı tespit ederken dört temel gelişmeden hareket ediyorum.
1. “Alman Modeli” tıkanıyor mu?
Bu gelişmelerden ilki, Almanya’nın resesyona girme riskinin artması. 2014’ün ikinci çeyreğinde Alman ekonomisi yüzde 0.2 daraldı. Ancak önemli olan bu daralmanın uzun sürebileceğine dair belirtilerin olması. Örneğin geçtiğimiz Ağustos’ta ihracat yüzde 5.8 daraldı. Bu 2009’dan beri en yüksek daralma oranı idi. İkinci önemli veri, yine Ağustos ayında sanayi üretiminin yüzde 4 azalmasıydı. Daha da önemlisi, OECD tarafından analiz edilen öncü göstergeler sonucunda, Almaya’daki ekonomik büyüme trendinin küçülmeye doğru yöneldiğinin tespit edilmesi.
Almanya’daki bu gelişmeler krizin Avrupa’daki gidişatını etkileyecek düzeyde. Bunun nedeni Almanya’nın dünyanın en önde gelen ihracat ekonomilerinden biri olmasının yanında, kriz sırasında Avrupa’nın temel dinamosu olmasıydı. Almanya’nın gerilemesi ihtimalinin sadece ekonomik değil siyasi sonuçları da olacaktır. Bunlar arasında en önemli olanı, krizin başından itibaren Alman sermayesi tarafından yürütülen Avrupa’nın “Alman modeli” çerçevesinde yeniden biçimlendirilmesi projesinin gölgelenmesidir.
Almanya’daki daralma riski, Avro Bölgesi’nde 2008’den beri üçüncü dip durumunun yaşanmasını, yani üçüncü kez resesyona girme ihtimalini kuvvetlendirdi. Resesyon riskinin arttığı bir ortamda Avrupa genelinde deflasyon riskinin de artması, (i) ekonomik daralmanın etkilerinin daha da büyük olmasına, (ii) yeniden toparlanmanın gecikmesine, (iii) toparlanma için geleneksel olarak neoliberal müdahale alet çantasında olmayan araçların geliştirilmesine neden olabilir.
Kısacası, krizin yeni aşamasıyla beraber derinleşmenin yaşandığının göstergelerinden ilki, Almanya’nın ekonomik büyüme temposunun azalması sonrasında “Alman modelinde” ilk tıkanıklıkların ortaya çıkması ve Avrupa genelinde resesyon ve deflasyonun bir arada yaşanma olasılığının artmasıdır.
2. “Abeconomics” Japonya’yı kurtaramadı!
İkinci gelişme, dünyanın üçüncü büyük ekonomisi olan Japonya’da da resesyon ihtimalinin artıyor olmasıdır. Başbakan Abe’nin uyguladığı, güçlü parasal genişleme ve yatırım teşviklerine dayanan Abeconomics sayesinde Japon ekonomisinde uzun yıllardır süren durgunluğun aşılacağı beklentisi, geçtiğimiz yıl bir miktar canlanan ekonomik büyüme ile özellikle Keynesyen çevrelerde heyecan yaratmıştı. Ancak 2014’ün ilk yarısında gelen veriler, Abeconomics’in Japonya’yı kurtaramayacağını gösteriyor.
Dolayısıyla Almanya ve Avro Bölgesi’ndeki daralma ve deflasyon riskine, Japonya’daki daralma riski eklendiğinde, dünya ekonomisinin iki önemli üretim üssünde ciddi bir tıkanıklık yaşandığını söyleyebiliriz.
3. “Yükselen Piyasalar” yavaşlıyor!
2008 krizinin yayılması sürecinin ilk iki aşaması sırasında, dünya ekonomisindeki büyümeyi pozitif tutan en önemli etken, “gelişmekte olan piyasaların” yüksek oranlı büyümeye devam etmeleriydi. Krizin derinleşmesi aşamasının en önemli özelliklerinden biri, önceki dönemde görülen bu trendin aşağıya doğru kırılması, yani “yükselen piyasaların” büyüme hızlarının yavaşlamaya başlamasıdır.
Yükselen piyasalar kategorisindeki 19 büyük ülkeye ait 2014’ün ilk yarısına ait verilere bakıldığında sanayi üretimi, tüketici harcamaları ve ihracatın keskin bir şekilde daraldığı görülebilir. Bu öncü göstergeler, 2014 ve 2015 için ekonomik büyümenin yavaşlayacağını gösteriyor. Bu trende bir de FED’in faiz artırımı eklendiğinde, daralmanın daha da büyük olacağını öngörmek zor değil. Ancak Brezilya ve Rusya gibi ülkelerdeki yavaşlamanın yanında, Çin’in yavaşlamasının etkisi, dünya ekonomisi üzerinde daha hissedilir düzeyde olacaktır.
Almanya ve Japonya’dan sonra, dünyanın fabrikası konumunda olan Çin’deki ekonomik büyümenin de tempo kaybetmeye başlaması, krizin derinleşmesi sürecinin en önemli bileşenlerinden biridir.
4. ABD’deki toparlanma kalıcı mı: Gölge Bankacılığın Yeniden Yükselişi
ABD’nin 6 yıldır sürdürdüğü kriz karşıtı politika, faizlerin sıfırlanmasına ve miktarsal genişlemeye dayanıyordu. Yukarıda ele aldığımız diğer bölgelerin yayında ABD ekonomik toparlanma konusunda bir istisna gibi görünüyor. Ancak dünyanın geri kalanında ekonomik kriz derinleşirken ABD’nin kendi başına ekonomik toparlanmasını sürdürmesi mümkün değil. Bu genel değerlendirmenin yanında ABD’ye özgü bir gelişmenin altını çizmeliyiz: gölge bankacılık sisteminin yeniden ve hızla genişlemeye başlaması.
Gerçekten de ABD’de krizden çıkış için uygulanan politikalar sonrasında iki gelişme ortaya çıktı: (i) faizlerin sıfırlanmasının alternatif gelir kaynaklarına yönelmeyi teşvik etti, (ii) miktarsal genişlemenin muhatabı olan bankacılık sisteminin elinde kullanıma hazır muazzam miktarda likiditenin birikti. Beklenen bankacılık sistemine pompalanan bu paranın yatırımlara yönlendirilmesiydi. Bunu mümkün kılacak ise, bu fonların normal bankacılık sisteminin tabi olduğu denetimin dışında yer alan gölge bankacılık sistemine kaymasını engellemek idi. Ancak 2014 itibariyle geldiğimiz nokta, gölge bankacılık sisteminin yeniden yükselişi ve yeni dalga finansal araçların devreye sokulmasıdır. Kısacası, 2008 krizinin patlak vermesinde etkin olarak rol oynayan mekanizma, ciddi herhangi bir değişikliğe uğramadan işlemeye devam etmektedir.
Kısmi Sonuç: Politika Tepkisi Değişiyor Mu?
Küresel krizin derinleşmeye başlaması, krizin yakıcı etkilerinin daha da artmasına ve tüm dünyada çalışanların yaşam koşullarının daha da kötüleşmesine neden olacaktır. Krizin bu yeni aşamasını, önümüzdeki dönemde farklı yönleriyle ele alacağız. Bu değerlendirmeyi tamamlamadan önce, son olarak, kriz derinleşmesi aşamasına girilirken devletlerin krizden çıkış için uyguladıkları ve işlemediği artık daha açık olarak görünen politika tepkisinde bir değişim olup olmadığına bakalım.
Gerçekten de küresel krizin yayılmasından sonra derinleşmesi sürecinin de başlaması ve bunun bir türlü tersine çevrilememesi, krize neden olan ve bu zamana kadar uygulanan ekonomi politikalarının eleştirilmesini, hatta bunların değiştirilmesini gündeme getirmeli diye düşünebiliriz. Ancak dünya ekonomisinde yukarıda özetlediğim krizin derinleşmesi ihtimaline yer verdiği raporunda IMF‘nin krizden çıkış için önerdiği yol “yapısal reformlara” öncelik verilmesi. Yani kriz öncesinde uygulanan ve krizin patlak vermesinde büyük payı olan politika setinin tek bir aracına dahi dokunmadan aynen uygulanması. Kısacası, dünya ekonomisindeki kriz eğilimleri derinleşirken egemen gidişat neoliberalizmin daha da tahkim edilmesi yönünde. Dolayısıyla kısa ve orta vadede sürecin tersine dönmesi için görünen herhangi bir neden yok.
http://kriznotlari.blogspot.com.tr