Hapishaneler her gün biraz daha koşulları ağırlaştırılarak hayatımızda varlığını sürdürüyor. Yargının araçsallaştırıldığı, toplumun farklılıklara, farklı sözlere tahammülsüzlüğü artarken devlet aygıtının bu farklılıkları özgürlüğünden alıkoyma gerekçesi kıldığı koşullarda hapishanelerin kendisi bir ceza aracı olarak kullanılıyor. Uzun yıllar tabutluklar ile başlayıp, F tipi hapishanelerin hapsetme biçimi ve mimari yapısı ile ne tür sağlık sorunlarına yol açacağını anlatmaya çalışırken şimdilerde hayatımıza “yüksek güvenlikli” “S” ve “Y” harfleri de eklendi. Havalandırmaları yerin yedi kat altında, gökyüzünün uzaklardan izlenmesi bile çok görülüp tel kafeslerle kapatılmış, kuşlarla, börtü böcekle iletişim kurmak zinhar yasaklanmış, bu kuyuya çıkmak dahi bir, bir buçuk saatle sınırlandırılmışken bu derin yalıtılmışlık halinin kendisinin bir cezalandırmaya dönüştüğü açık.
Denetimli serbestlikten yararlanan yarım milyonu aşkın insan ve hapishanelerdeki sayı düşünüldüğünde, diğer dolaylı gözetim/denetim araçlarını bir yana bıraktığımızda dahi memlekette yaklaşık her 148 yurttaştan birinin doğrudan/çıplak gözetim altında olduğu bir ülkede yaşıyoruz. İnfaz kanunundaki değişikliklere dayalı olarak 2020 ve 2023 yıllarında “siyasi mahpuslar ve sadece eleştirel veya muhalif görüşlerini ifade ettiği için alıkonulanlar” yararlandırılmayıp, bunların dışında kalanların son dört yılda yaklaşık 200 bininin hapishanelerden salındığı gözükmesine karşın, hapishanelerdeki tutuklu ve hükümlü sayısı son dört yılda yaklaşık 47 bin yükselmiş, son 19 yıl içinde tutuklu ve hükümlü sayısında görülen beş buçuk mislinden fazla artış, tutuklu ve hükümlülerin hapishanelere giriş çıkış sirkülasyonunda ve mahpus sayısı artışında görülen yüksek hız, hapishanelerdeki mahpus sayısının toplam nüfusa oranının yüksekliği hep birlikte değerlendirildiğinde; hapsetmenin siyasal iktidar açısından nasıl asli yönetim tekniği haline geldiği ve bu durumun Türkiye’nin toplumsal ve siyasal bakımdan en temel sorunu olduğu açıktır.
Toplum farklılıkları içine hapsolmuş yaşarken, farklı olmanın kendisinin hak ihlallerini sıradanlaştırıp meşrulaştırdığı bir çağda yaşıyoruz ne yazık ki! Her biri insan hakkı ihlali olan bu koşullar, “ama katil ama tecavüzcü, daha da ama terörist” nidalarıyla alkışlanıp, “Asmayıp da besleyecek miydik?” sözü yankılanıyor gök kubbede bir diktatörün sesiyle. Hak kavramını anlatıp, tüm canlıları kapsayan, suçu kanıtlanmış insanların da suçundan bağımsız bir hak öznesi olarak tanımlandığı bir dünya için mücadele ettik yıllardır. Bizden öncekilerden devraldığımız bayrağı taşımaya gayret ettik. Tüm değerler aşınıp, anomiye doğru savrulurken, bizden sonra da hak kavramının sarsılmadan kalabilmesi için bugünden yarına mücadele gerekiyor. Hele ki tüm sınırlar bulanıklaşmış, adil bir yargılama hayal olmuşken, kanıtlanmış suçun cezasının dahi özgürlüğünden alıkonmanın ötesine taşınması hak ihlali olarak değerlendirilmeliyken, şimdilerde o kuyulardan yükselen seslere kulaklar sağır.
İzolasyon ya da bu denli yalıtılmışlığın yaratacağı uyaran azlığının duyu ve algı bozukluklarına, ruhsal etkilenmelere, bağışıklık sisteminin zayıflamasına yol açtığını biliyoruz. Bu yeni mimari koşulların ve kapatılmanın dar alanlara sıkıştırılmasının hareketi sınırlayarak kas-iskelet sistemi hastalıkları ile diyabet, hipertansiyon, kanser gibi birçok hastalığa davetiye çıkaracağını da… Mahpusların çeşitlilik, bir aradalık, sosyallik olanaklarından yoksun olduğu, insansızlaştırmayı ve yalnızlaştırmayı amaçlayan açık bir tecrit pratiği ölüme davetiye çıkartıyor. Oysa mahpusların iyilik ve esenliğinden devletler sorumlu. Hapsetmenin asli yönetim biçimi olarak benimsendiği, yeni tip hapishanelerin kapatmanın ötesinde bir cezalandırma aracı olarak kullanıldığı koşullarda devletten bu yükümlülüğü yerine getirmesini bekleyebilir miyiz diye soruyorum o zaman. Devletler ödevlerini yerine getirmediğinde yapacağımız hiçbir şey yok demeden, hepimizin hak öznesi yurttaşlar olarak bir diğerinin hak öznesi olma durumundan çıkartılmasının bizim de hak öznesi niteliğimizi ortadan kaldıracağı bilinciyle davranmamız, sorumlu yurttaşlar olarak ses nereden yükseliyorsa kulak verip o sesleri büyütüp yaygınlaştırma sorumluluğumuz var. Kuyu ne denli derin olursa olsun…