Cümle şu: “Türkiye on yıllık dolar borçlanmalarını yüzde 6 faiz ödeyerek yapıyor. ABD aynı vadede yüzde 2,3 faiz oranıyla borçlanıyor. Ama Türkiye, yüzde 6 faizle borçlandığı dolarları bu defa gidip yüzde 2,3 faiz oranıyla ABD’ye borç olarak veriyor.” (23 Ekim, Taraf)
Yazarı da Süleyman Yaşar, Taraf gazetesinin yeni köşe yazarı, Özelleştirme İdaresi’nin eski başkan vekili. Özelleştirmeci piyasacılara (her piyasacı özelleştirmeci olmayabilir!) mesafeliyimdir. Dediklerini inandırıcı bulmam, hesap kitapları ise genellikle yanlıştır. Buna rağmen yukarıdaki cümlenin çarpıcılığını kabullenmek gerekiyor.
***
O zaman konuya girelim. Her devlet (elinde rezerv birikmiş ise) parasını işletir. Bazı devletler de, kamu harcamalarını karşılayacak kadar vergi toplayamadıkları (ya da toplamak istemedikleri) için ciddi bütçe açıkları verir. İkinci gruptaki devletler, birinci gruptaki devletlere cazip gelecek kağıt parçaları basarlar. Bu kağıt parçalarının bazılarına devlet bonosu denir. Bonoyu basan devlet, imkanları elverdiği ölçüde (hatta, bazen vermediği ölçüde!) “bana 100 dolar ver, 10 sene sonra sana 110 dolar olarak ödeyeceğim” gibi bir ibare ile dünya piyasalarında dilenmeye çıkar.
Günümüz dünya ekonomisinin önde gelen dilenci ülkesi ABD, bu dilenciyi ayakta tutan vicdan sahibi devletler ise Çin ve Japonya’dır (gerçi son dönemde beklenmedik bir devlet atağa geçmiş ve 3.lük koltuğuna yerleşivermiştir –kim olduğunu yazının sonunda ifşa ediyoruz). Ağustos 2014 itibariyle, ABD’ne Çin 1 trilyon 270 milyar, Japonya ise 1 trilyon 230 milyar dolar borç vermiş durumdadır (yani ellerindeki ABD Hazine’sinin bastığı devlet bonolarının değeri budur).
***
Şimdi, tekrar Süleyman Yaşar’ın yazısına dönelim. “Amerikan Hazine Bakanlığı verilerine göre Türkiye rezervlerinin 73,4 milyar doları Amerikan Hazine bonolarına yatırılmış. Ve ABD’ye borç verilen tutar Ağustos 2014’te aniden tam 20 milyar dolar artırılarak 54,9 milyar dolardan 73,4 milyar dolara yükselmiş” diyor. Buradaki Temmuz ve Ağustos verileri doğru olmakla birlikte, iki değer arasındaki fark 20 milyar dolar değil, 18.5 milyar dolardır! Tabii, 1 ay içinde TC devletinin coşku içinde 18.5 milyar dolarla ABD’devletinin yardımına koşması yeterince ilginç. Hele, ABD’nin ve Türkiye’nin borçlanma faizlerinde Süleyman Yaşar’ın zikrettiği % 2.3 ve % 6’lık oranlar dikkate alınırsa. Şüphesiz ABD’nin 10 yıllık bonolarının kupon getirisinin %2.3 olması Türkiye’nin bono yatırım getirisinin de bu oranda gerçekleşeceği anlamına gelmez. Ortalama faiz hadleri, bonolara talep, kur hadleri, enflasyon ve de bono yatırım kompozisyonu bu getirinin reel seviyesini belirleyecektir. Bu faktörlerin etkisine rağmen son tahlilde oluşacak getirinin Türkiye’nin borçlanma faizini düzenli bir biçimde aşması olası değildir.
Yaşar, ayrıca yazısında, “Çin Merkez Bankası ABD Hazine Bonosu tutarını 1 trilyon 304 milyar dolardan 1 trilyon 264 milyar dolara indirmiş. Yani Çin’in sattığı bonoların yarısı adeta Türkiye’ye zorla verilmiş oluyor” diyor. Maalesef Süleyman Yaşar’ın yazısında zikrettiği bu veriler de doğru değil: Ağustos verisini yukarıda 1 trilyon 270 milyar olarak vermiştim, Temmuz’da ise Çin’in elindeki bono tutarının 1 trilyon 265 milyar dolar olduğunu biliyoruz (http://1.usa.gov/1wkzEL8). Demek ki, Çin Ağustos ayında bono satmamış, tam tersine bono satın almış. Miktarı da yaklaşık 5 milyar dolar! Süleyman Bey’in hesap kitap performansı böyle; Türkiye’nin Ağustos 2014 itibariyle elindeki ABD devlet bonoları tutarını 1.5 milyar dolar, Çin’inkini ise Temmuz 2014 itibariyle 9 milyar dolar abartıvermiş.
Yine de, Sezar’ın hakkını Sezar’a verecek olursak, TC devletinin Ağustos 2014 “yatırım” kararının sorgulanmaya değer olduğunu belirtmeliyim. Süleyman Yaşar’ın da özellikle gündeme getirdiği husus zaten bu. Yaşar’ın “Çin’in sattığı bonoların yarısı(nın) … Türkiye’ye zorla verilmiş ol(duğu)” görüşü hem eldeki veriler tarafından doğrulanmıyor hem de fazlasıyla komplocu. Türkiye ile Çin arasındaki en büyük fark rezervlerin kaynağının neye dayandığı. Türkiye borçlanarak rezerv biriktirmeye çabalarken, Çin cari fazla vererek yüksek miktarda rezerve sahip olmaktadır. Nitekim, TCMB’nin o çok böbürlenerek sık sık gündeme getirdiği 100 milyarı aşan rezervlerin üçte ikisini özel bankalardan emaneten alınmış dolar bazında banka karşılıkları oluşturuyor.
***
Peki, gerçekten Çin (ve de Japonya) o kadar yüklü miktarda ABD bonosuna sahip olmaktan memnun mu? Eğer memnun değiller ve de ellerindekileri satmaya başlarlar ise ne olur? Soruların kısa cevapları şöyle: her iki ülke de memnun değil ve de o yüzden ellerindeki bonoları satmaya başlar iseler önce nominal değer kaybı yaşanır. Eğer bu satış büyük miktarda gerçekleşirse dünya finans piyasaları sarsılmaya, hatta çökmeye başlayabilir.
Memnuniyetsizliğin ilk sinyali geçtiğimiz Haziran ve Temmuz aylarında yaşandı (hatta Mayıs’ta başlayarak). Haziran içinde Çin 2.5 milyar dolar, Japonya ise 600 milyon dolar tutarında ABD bonosu satmakla kalmadı, Temmuz ayında da bu kez Çin 3.5 milyar dolar, Japonya ise 500 milyon dolar tutarında bonoyu ellerinden çıkardı (http://bloom.bg/1rsPQlD). İngiltere’nin de Haziran’da 6.2 milyar dolar, Temmuz’da ise 600 milyon dolar ABD bonosu sattığını ekleyeyim (Haziran ayı satışlarının rekor olduğunu da biliyoruz). Ağustos ayında hem Çin hem Japonya bono alımı yaptılar ise de İngiltere ABD bonolarını elinden çıkarmaya devam etti. İşte, Türkiye’nin Ağustos 2014’te dünyadaki bütün ülkeleri geride bırakarak 1 ay içinde 18.5 milyar dolar ABD devlet bonosu satın alışının bağlamı budur ve bence geri planının mutlaka kurcalanması gerekir. “Çin’in, Japonya’nın, İngiltere’nin göremediğini TC görüyor” deyip işin içinden çıkamayız.
***
Sıra geldi 3.lük koltuğunda kimin oturduğuna. Beklenmedik bir ülke, Belçika! Son dönemde Belçika’nın bu konumu üzerine çıkan haberler Belçika’daki Euroclear Bank üzerinde yoğunlaşıyor (http://on.wsj.com/1wu6kP0). Bu bankanın hızla ABD’nin devlet bonolarını alıp-satma merkezi haline geldiği biliniyor—2013 yılında bankanın toplam işlem hacmi 453 trilyon dolardır! Belçika yasaları, Euroclear Bank’ın kimden ne aldığını, kime ne sattığını bildirmek zorunda bırakmıyor. Bu da, Çin’in, benzeri ülkelerin, diğer büyük yatırımcıların, hatta muhtemelen ABD’nin de işine geliyor, Euroclear Bank’ı herkesin göz bebeği haline getiriyor ve de Belçika’da 3.lük koltuğuna yerleşiveriyor.
Yeter ki, piyasalar nem kapmasın!
Bu yazı sendika.org sitesinde yayınlanmıştır.