KESK, 15 Temmuz sonrasında KESK’e bağlı sendika üyelerinden toplam 452 kişinin işten el çektirildiğini, 6 kişinin ihraç edildiğini, 10 kişinin tutuklandığını açıkladı.
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) basın açıklaması yaparak OHAL kapsamında gerçekleştirilen hukuksuz ve keyfi uygulamalarla ‘Cemaat’le ve darbeyle mücadele’ adı altında tüm muhaliflere saldırıldığını, 15 Temmuz sonrasında KESK’e bağlı sendika üyelerinden toplam 452 kişinin işten el çektirildiğini, 6 kişinin ihraç edildiğini, 10 kişinin tutuklandığını açıkladı.
KESK genel merkezinde üye sendikaların Eş/Genel Başkan ile MYK üyelerinin gerçekleştirdiği basın toplantısında basın açıklamasını Eş Genel Başkan Şaziye Köse yaptı. Köse, “McCarty dönemini kat be kat aşan bir ihbarcılık almış başını gidiyor. Komisyonlar hiçbir gerekçe göstermeden sadece tebliğ etmeler yoluyla insanların gelecekleri hakkında bir çırpıda karar verebiliyor. Giderek darbe bir gerekçeye dönüşmüş, idarelerin tasvip etmediği, beğenmediği, siyasi iktidar yandaşı olmayan tüm kesimler “darbeci” nitelemesiyle topun ağzına girmiş durumdadır” dedi.
KESK’in basın açıklaması metni şöyle:
Ülkemizdeki gelişmeler tüm kamuoyunun gözleri önünde seyrediyor ve ne yazık ki geçen her gün geleceğe dair kaygılarımız büyüyor.
AKP ve Cumhurbaşkanı yaşananları İkinci Kurtuluş Savaşı olarak değerlendiriyor. Ancak “düşman kim, yıllarca destekleyenler kimlerdi, kimler iktidar olanaklarını peşkeş çekti, kimler yardım ve yataklık yaptı” sorularının cevabı verilmiş değil. “Ne istediler de vermedik” sözü ile itiraf edilen işbirliğinin darbe girişiminde gelinen noktada AKP iktidarının sorumluluğunu açıkça ortaya koymaktadır. Hal böyle iken “Kandırıldık, bilmiyorduk” denilerek suçtan muaf olunamaz. Bu durum en başta hukuka ve mevcut yasalara aykırılık teşkil etmektedir.
On binlerce kamu emekçisi açığa alınmış, binlercesi memuriyetten atılmış, on binlerce kişi gözaltına alınmış ve binlercesi tutuklanmış bir cemaatin eseri olan uygulama ve politikalara yönelik hala en ufak bir değişimin olmaması ortada hiç de bir kurtuluş savaşı olmadığını göstermektedir. AKP iktidarı boyunca neredeyse ülkenin tümü özelleştirilerek haraç mezat satıldı. Bu özelleştirmelerde Cemaate hangi paylar verildi, teşvikler, kamu ihaleleri, hibeler kimlere dağıtıldı, hangi kaynaklar aktarıldı, açığa çıkarılmış değil.
Örneğin 4+4+4 eğitim sistemi ve eğitimin ticarileştirilerek cemaatin özel okullar eliyle kadrolaşması, örgütlenmesi açık iken hala eğitim politikasında bir değişime gidilmemekte; laik, bilimsel, demokratik ve anadilinde bir eğitim sistemi getirilmemektedir. Aksine bu kez de farklı cemaatlere alan açılmakta, olanaklar sunulmaktadır.
Darbenin bastırılması onu da içinde büyüten sistemin değişmesi anlamına gelmiyor. Cemaat denilen yapılanma salt karolardan, militanlardan, sempatizanlardan ya da darbeci askerlerden, polislerden oluşmamaktadır. Cemaatin kullandığı yol, yöntem ve politikalar onun ayırt edici karakteridir. Cemaatin AKP eliyle iktidar politikalarına yön verdiği dönemlerde muhalif kurum ve kişilere nefes aldırmadığı, toplu gözaltı ve tutuklamalara başvurduğu, devlet şiddetini öne çıkardığı, tek’liği esas aldığı bilinmektedir. Hatırlatmak isteriz ki, Konfederasyonumuz yönetici ve üyelerine yönelik özellikle 2009-2013 yılları arasında “örgüt üyeliği” iddiasıyla soruşturma ve dava açan polis, savcı ve hâkimler terör örgütü üyeliğinden tutuklanmışlardır.
Ancak bu davalar hala düşürülmediği gibi muhalif kurumlara yönelik kriminalize etme yaklaşımlarından da vazgeçilmemiştir.
Bugün darbe gerekçe yapılarak hayata geçirilen OHAL, çıkarılan KHK’lar ve cemaatle sınırlı olmayan açığa almalar, gazete kapatmalar ve çalışanlarını gözaltına almalar, ev baskınları vb. birçok yöntem tümüyle aynı nitelikte uygulamalardır. AKP daha önce Cemaat ile birlikte hayata geçirdiklerini bugün tek başına hayata geçirmektedir.
Açıkça uyarıyoruz, bu yol yol değildir, dönüp dolaşıp getireceği yer yeni krizler, kaos ve tıkanmadır. Nitekim kontrolden çıkan araba misali herkese yönelebilecek hukuksal zeminden çıkan bir süreçten geçmekteyiz.
AKP, OHAL yasalarına ve Kanun Hükmünde Kararnamelere dayanarak kamu emekçilerinin açığa alınmaları ya da tümüyle memuriyetlerine son verilmelerinde iş çığırından çıkmıştır. Daha önce Başbakanlık bünyesinde ve Bakanlıklardan üst düzey temsilcilerinden oluştuğu söylenen komisyon eliyle yapılan açığa almalar bugünlerde illerde İl Olağanüstü Hal Bürolarında oluşturulan komisyonlar aracılığıyla yapılmaktadır. McCarty dönemini kat be kat aşan bir ihbarcılık almış başını gidiyor. Komisyonlar hiçbir gerekçe göstermeden sadece tebliğ etmeler yoluyla insanların gelecekleri hakkında bir çırpıda karar verebiliyor. Giderek darbe bir gerekçeye dönüşmüş, idarelerin tasvip etmediği, beğenmediği, siyasi iktidar yandaşı olmayan tüm kesimler “darbeci” nitelemesiyle topun ağzına girmiş durumdadır. Buradan birkaç örnekle durumun vahametini sizlerle paylaşmak istiyoruz.
Darbe girişimi sonrasında farklı tarihlerde Konfederasyonumuza bağlı sendikamız EĞİTİM SEN Erzurum Şube Başkanı Ferit AĞYÜREK ile üye Halil TOP, BTS Erzurum Temsilcisi Mustafa ACI, KÜLTÜR SANAT SEN Erzurum temsilcisi Hasan Gazi GÜLEY, Erzurum Valiliği’nin şifahi emri ile Erzurum OHAL Bürosunca herhangi bir gerekçe gösterilmeden görevinden uzaklaştırılmıştır. Yine Kocaeli Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı İl Müdürlüğünde çalışan Sendikamız ESM üyesi Mutena Güneyligil’e yazılı herhangi bir belge verilmeksizin ve gerekçesi açıklanmaksızın memuriyetten atılmıştır. Burada dikkat çekici olan, Hükümetin hukuksal zeminden kayılmayacağı iddiasına rağmen bu kadar ciddi bir kararların OHAL gerekçesi ile şifahi talimatlarla, somut herhangi bir bilgi-belge olmadan yapılmasıdır. Valiler ve diğer idarecilerin, KHK’lar ile kendilerine tanınan “yargılanmama” garantisinden güç aldıkları anlaşılmaktadır.
Bitlis Valiliğinin 31.07.2016 tarihli, Bitlis Şubeler Platformumuza gönderdiği yazı içinden geçtiğimiz sürecin adeta kısa bir özeti niteliğindedir. Valilik, şubeler platformumuzdan temel hak ve özgürlüklerden olan toplantı ve gösteri yürüyüşü etkinliklerine katılanları ispiyonlamasını, üyelerimizden arkadaşlarının sosyal medya paylaşımlarını izlemelerini ve Bitlis OHAL Bürosuna bildirmelerini istemiştir.
Ankara’da ASKİ personeline dağıtılan ve doldurmaları zorunlu kılınan formlar ise açıkça bir fişleme çalışması yürütüldüğünü göstermektedir.
Manisa Valiliği İl Olağanüstü Hal Bürosu kaymakamlıklara, kamu kurum ve kuruluşlarına gönderdiği 27.07.2016 tarihli yazısı ile inisiyatifi tamamen kuruma bırakarak, “terör örgütlerine veya Milli güvenlik Kurulunca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatlı olduğu değerlendirilen” personelin tespit edilerek hakkında idari işlem yapılmasını, görevden uzaklaştırılmasını ve adli işlem yapılması için Cumhuriyet Savcılığına bildirilmesini istemiştir. Kanun Hükmünde Kararnamelerde de karşımıza çıkan “değerlendirilen” kavramına dikkatinizi çekmek istiyoruz. Ortada hukuki bir kriter olmadığı gibi delil arama ihtiyacı da duyulmayarak, idarenin “ben seni değerlendirdim, terör örgütüyle ilişkin var” deme keyfine bırakılmaktadır. Yine dağıtılan “Detaylı Personel Bilgi Formu”nda kişilerin kurban derilerini nereye bağışladıklarından tutalım, hangi bankada hesabının olduğu, sosyal medya adresleri ve üyesi olunan derneklere kadar kullanılan temel hak ve özgürlüklerden suç üretmeye çalışan bir yaklaşım öne çıkmaktadır.
Darbe girişimi bahane edilerek AKP ajandasında geçmişten bugüne var olagelen kamunun tasfiyesi politikalarına hız verilmesini kabul etmiyoruz, etmeyeceğiz.
OHAL’i de aşan, sıkıyönetim uygulamalarıyla karşı karşıyayız. Kitlesel işten çıkarmalar, AKP’nin 15Temmuz’dan önce de önüne hedef olarak koyduğu Kamu Personel rejiminin fiilen değiştirildiğini göstermektedir. Nitekim artık iş güvencesi şifahi talimatlarla, gerekçesiz komisyon kararlarıyla ya da asılsız ihbarlarla bir çırpıda ortadan kaldırılmaktadır. Kadrolaşmanın en temel silahı olan sözlü sınav kural haline getirilmektedir.
Konfederasyonumuz ve bağlı sendikalarımız tüm darbelerde en çok saldırıya maruz kalmasına, Cemaatin hedef tahtasında olmasına, yönetici ve üyelerimizin birçok bedel ödemesine rağmen bugün itibariyle 15 Temmuz sonrasında sendika üyelerimizden toplam 452 kişi işten el çektirilmiş, 6 kişi ihraç edilmiş, 10 kişi tutuklanmıştır.
Cemaat ile mücadele adı altında başlatılan ancak giderek muhalif tüm kesimlere yönelimin en bariz örneği açığa alınan sendikamız EĞİTİM SEN üyelerinden, Barış İçin Akademisyen İnisiyatifinden 25’i akademisyendir. Bu arkadaşlarımız darbe girişimi öncesinde de hükümetin ve cumhurbaşkanının hedef tahtasında idiler.
Hükümet darbe girişimini bahane ederek torba yasalara kamu emekçilerini yakından ilgilendiren kimi maddeleri ekleyerek pamuk ipliğine bağlı iş güvencemizi ortadan kaldırmayı, personel rejim sistemini tümden değiştirmeyi hedeflemektedir. Şurası çok açık ve net; Hükümet kurtuluş savaşı değil “muhalefetten kurtulma savaşı” vermektedir.
On binlerce kamu emekçisi sorgusuz sualsiz açığa alınıp binlercesinin memuriyetine son verilirken, kendi üyelerinden de binlercesi bu şekilde mağdur olurken yandaş konfederasyondan en ufak bir itirazın çıkmaması düşündürücüdür. Bizler tüm işlemlerin hukuk zemininde gerçekleşmesini ve darbe girişiminin bir fırsata çevrilmemesi, darbelere karşı mücadelenin darbe yasalarıyla değil demokratik yol ve yöntemlerle olabileceğini savunurken yandaş konfederasyon adeta üç maymunları oynamaktadır. Tıpkı AKP hükümeti gibi bir zamanlar Cemaat ile can ciğer olan, özellikle 4+4+4 eğitim sisteminin hayata geçmesi ve eğitim sisteminde köklü değişiklikleri öngören, FETÖ’nün platformlarında karara bağlanan konuları MEB şuralarına taşıyan Yandaş Konfederasyon da Cemaate karşı şimdi sözde bir karşı tavır almış gibi görünse de sendikal hak ve özgürlüklerin çiğnenmesi karşısında içine girdiği sessizlik ile emek mücadelesinde emekçilerden yana değil iktidardan yana bir tavır sergilemeye devam etmektedir.
Emekçilere yönelik mutlak “güvencesizleştirme”, taşeronlaştırma, yoksullaştırma politikaları, işçi ve emekçilerin örgütlenme, toplu pazarlık, siyasi hak ve özgürlüklerinin önündeki engeller olduğu gibi durmaktadır.
Cemaate yıllarca kol kanat gerenler, onunla ortaklık yapanlar en ufak bir hesap vermezken cemaatin her türlü saldırısına maruz kalan Konfederasyonumuza bağlı sendikalarımız üyelerinin açığa alınması asla kabul edilemez. Başta Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediyeleri olmak üzere AKP’li belediyelerde çalışan kamu emekçilerine yönelik mobbing, emekliliğe zorlama ve ayrımcı politikalar terk edilmelidir. Bu uygulamalara karşı üyelerimizi yalnız bırakmayacağız. Bu puslu havayı fırsat bilerek ekmeğimize, işimize, aşımıza, geleceğimize yönelik geliştirilen saldırılara fiili, meşru ve örgütlü mücadele ile cevap vereceğiz.
Açığa alınan, işine son verilen üyelerimizle ilgili kararlar geri alınmalı, üyelerimizin işlerine dönmeleri sağlanmalıdır.
Ülkemizin içinden geçtiği bu zorlu ve kritik dönemde sebebi ne olursa olsun kimse kendisini halkın iradesi yerine koymamalıdır.
Elbette darbe girişimine katılan, destek veren, kolaylaştıran, göz yuman kurum, kuruluş ve kişiler açığa çıkarılmalı, yargılanmalı ve hesap sorulmalıdır. Ancak tüm bunlar uluslararası sözleşmeler ve hukuk normları çerçevesinde yapılmalı, OHAL derhal kaldırılmalıdır.
Askeri darbe girişimi sivil darbeye dönüştürülerek devam ettirilmemelidir. Özellikle son yıllarda uygulanan ve bugün halklarımızı, emekçileri patlama noktasına getiren, çok tehlikeli bir noktaya varan kutuplaştırma ve gerginlik siyasetine son verilmelidir.
Gerekçesi ne olursa olsun eğer ortada bir hukuksuzluk söz konusu ise bu hukuksuzluğun karşısında olacağız. Çünkü bu durum herkes için bir tehdit oluşturmaktadır. Kimse kendisine sıra gelmesini beklememeli, toplumsal sözleşme niteliğindeki demokratik hukuk ilkelerinin esas alınması konusunda mücadele edilmelidir.
Bu çerçevede; Hükümeti, sendikal hak ve özgürlüklerin karşı karşıya bulunduğu tehdit ve kaygıları ortadan kaldırılmak için anayasaya ve yasalara uygun adımlar atmaya, kamuyu tasfiye planlarından vazgeçmeye çağırıyoruz.