Filiz Kerestecioğlu: “Erdoğan iktidarına baktığım zaman aslında bir halkın mutsuzluğunu görüyorum, bütün bir ülkenin mutsuzluğunu görüyorum. Çünkü bir ülkede düşmanlık yayılmışsa, bir ülkede insanlar sadece farklı düşünceleri nedeniyle konuşamaz hale gelmişse, aynı zamanda ceplerinden kaybettikleri artık çok fazlalaşmışsa görünen şey mutsuzluktur!”
Röportaj: Aynur Demirdirek – Hatice Erbay
HDP Milletvekili ve 24 Haziran seçiminde Ankara 1. Bölge 1. Sıra Milletvekili Adayı Filiz Kerestecioğlu, seçim sürecini ve kadınlara ilişkin politikaları değerlendirdi.
Hızla bir erken seçim sürecine girdik, sence bu seçimlerin daha önceki seçimlerden farkı nedir?
Bu seçimin, aslında Kasım seçimlerinden çok büyük farkı yok diyebiliriz, çünkü Kasım seçimleri de 7 Haziran sonuçlarının, o iradenin tanınmayıp tekrar seçime gidilme haliydi. Bu seçimlerin sadece bu iktidarın kendi kararı olması dışında bir farkı yok. Bir de Türkiye’de bir demokrasi krizi var ve bu demokrasi krizi ekonomik krizi de ciddi biçimde tetikliyor. Bu ekonomik krizin aslında ne kadar da bir batak olduğunu ve içinden çıkılmaz bir durum aldığını ve kendi gidişlerini, inişlerini gördüler. Belki daha öteleyip, zamanında yapsalardı daha fazla kaybedeceklerdi, bu düşünceyle bir seçime gittiler. Yani ülkedeki bu iki kriz de artık dayanılmaz boyutlara varmıştı, ki hâlâ da devam ediyor seçim atmosferi içinde bu iki kriz.
HDP’nin, seçim bildirgesiyle ve aday listesiyle Türkiye’nin geleceğine ilişkin mesajları sence nelerdir?
HDP gerçekten Türkiye’nin tüm renklerini içinde taşıyan ve bunu aslında daha fazlalaştırmak isteyen, bütün topluma bu projeyi yaymak isteyen bir parti. Adaylara baktığınız zaman da bunu görebiliyorsunuz zaten. Her kesimden, mevsimlik tarım işçisinden, Afro-Türk olanlara, Süryanilere, Ermenilere, benim gibi feministlere, ana gövdesini oluşturan Kürt yurttaşlarımıza, solculara, gazetecilere kadar… Yani çok farklı kesimleri bir arada tutan bir partiyiz biz.
Bir düşünsenize bunun bütün topluma yayıldığını, nasıl HDP’de bir arada olunuyorsa bütün toplumda da bu farklılıklarla bir arada olunabileceği düşüncesinin yaygınlaştığını, insanların birbiriyle konuşabildiğini… Bizim aday seçimlerimizde de, seçim bildirgemizde de hedeflediğimiz en önemli şey bu demokrasi; yerel demokrasinin güçlenmesi. Biz kadın özgürlükçü bir hareketiz aynı zamanda. Bu nedenle kadın eşitliğinin ve özgürlüğünün bütün ülkede yaygınlaşması, çocuk istismarının önlenmesi, emeğin karşılığının olması, ranta, ekolojik yıkıma dayanan bir iktidar politikasına karşı, emeğin, ekolojinin öne geçtiği, insanların kendi yerel yaşam alanlarıyla ilgili ister hastane, ister park yapmak gibi, kendisinin karar verdiği ve bu anlayışlarla güçlenen güçlü bir yerel demokrasi hedefimiz. Ve tabii ki OHAL’in hemen kaldırılarak demokratik bir anayasanın hayata geçmesi, dış politikada da Ortadoğu’da da barışın öncüsü bir ülke olabilmek… En önemli nokta bu. Çünkü orada kendimizi savaş politikalarının içine soktuğumuzda, burada Kürt yurttaşlarımızın haklarını inkar ettiğimizde, halen o inkar politikasını yürüttüğümüzde o zaman zaten ne demokrasi oluyor ne ekonomide refaha erişilebiliyor. Barış olmadığı zaman da hiçbir şey olmuyor bu ülkede.
‘Bu fütursuzluk ve kibir götürücüdür’
Aslında bir kısmını cevaplandırdın ama seçime 15 günden az bir zaman kaldı. Erdoğan iktidarında, güç kaybı, düşüş görüyor musun? Söylenildiği gibi bir metal yorgunluğu var mı sence?
Erdoğan iktidarına baktığım zaman aslında bir halkın mutsuzluğunu görüyorum, bütün bir ülkenin mutsuzluğunu görüyorum. Bu sadece bizim gibi muhaliflere has bir şey değil, kendi seçmeninde de mutsuzluk var. Çünkü bir ülkede düşmanlık yayılmışsa, bir ülkede insanlar sadece farklı düşünceleri nedeniyle konuşamaz hale gelmişse, aynı zamanda ceplerinden kaybettikleri artık çok fazlalaşmışsa görünen şey mutsuzluktur! Dün Haymana’daydık mesela, mazotu, gübresi, buğday fiyatları… insanların ceplerinden eksilenler fazlalaşmışsa bu eksilenlerin hep birilerine gittiğini görüyorlarsa bu dolan yalan düzeninde görünen şey mutsuzluktur! Bir de bunun yanında kibir görüyorum. Gerçekten bulunduğu yeri hazmedememe ve bir kibir hali var. Gezi zamanında da bana bir taksici “Daha öncesinde oy verirdim artık oy vermeyeceğim, çünkü insanları aşağılıyor, kibirli konuşuyor” demişti Erdoğan için. Bu kibir artık had safhaya ulaştı bütün vatandaşları aşağılama noktasına geldi. Kendi o dağıttığı nemalarla, o tarz ve üslupla etrafındakileri de aslında o hale getirdi, etrafında da o tarz insanlar var.
En somut örneği, geçen gün esnafa bir Bakan soruyor, “Nasılsınız? İyi gidiyor mu?” diyor, o da “Nasıl iyi gitsin, iyi değiliz” diye cevap veriyor. Bakanın yanındaki belediye başkanı ise “Terbiyesiz” diyerek esnafı azarlıyor. Bu fütursuzluk ve kibir götürücüdür. Ama bu, bu seçimde mi olur, başka bir seçimde mi olur, bunun garantisini veremeyiz. Tıpkı, biz barajı aşıyoruz garantisini veremeyeceğimiz gibi.
Bu, kısa sürede panikle yapılan, insanlara hazırlık olanağı bırakmayan bir seçim; eşit olmayan, adil olmayan koşullarda yapılıyor. Biz üç senedir televizyona çıkarılmayan bir partiyiz. İşte, geçenlerde sadece bir kez o fırsatı bulduk. Onun dışında ne yazılı basında ne televizyonlarda yer alabiliyoruz. Kendimizi anlatamıyoruz, bizimle ilgili sürekli kriminalize etme çabaları var ve bu halihazırda devam ediyor. Erdoğan, İçişleri Bakanı ile birlikte her yerde bunu yaymaya çalışıyor. Özellikle Selahattin Demirtaş üzerinden bunu yapmaya gayret ediyorlar.
Çünkü gerçekten o başta bahsettiğim demokratik ülkeyi istemiyorlar. O ülkeyi yönetmek kolay değil onlar açısından, bu tarzla yönetilemez. Bugün ülkeye baktığım zaman gördüğüm şey; demokrasi krizi, ekonomik kriz, mutsuzluk ve kibir! İktidarın baskı ve kibri!
Biraz evvel, AKP’nin kendi kitlesinin de mutsuz olduğunu söyledin. AKP’li kadınların, kendi partilerinin kadın politikasındaki muhafazakarlıkla uyuşmadıkları noktalar var mı sence? Varsa bu uyuşmazlıkların nedeni, kaynağı nedir? Ya da sen böyle bir uyuşmazlık görüyor musun?
Bunun bir örneği, çocuk istismarı konusunda, gerek Karaman Ensar Vakfı olayından sonra, gerekse daha sonra getirmeye çalıştıkları “çocuk yaşta evlilik” işinde kendi tabanlarından da gelen tepkiler oldu. Kadınların özgürlüklerinin kısıtlanmasını, sonuçta onların içerisinde de zamanında başörtüsü sorununu yaşamış olanlar da olduğu için, o kadar kolay kabullendiklerini düşünmüyorum. Böyle bir damar olduğuna inanmak istiyorum daha doğrusu. Biz bu damarı şu anda yakalayamıyoruz belki… zıtlaştırma ve ötekileştirme politikaları nedeniyle… Kadın dayanışması önemli bir şeydir. 28 Şubat döneminde feminist kadınların onlarla dayanışmaları söz konusuydu. Buna karşı çıkışlar söz konusuydu. Ben bugün de aynı şeyin olmasını bekliyorum, kadın özgürlüğüne darbeler indirilmeye kalkıldığında oradan da sesler yükselmesini bekliyorum. Ama genel olarak muhafazakar bir toplumuz. Ve muhafazakarlığın dışında demokrasi bilincini de pek sindirmiş değiliz. O nedenle de, “Bana yapılan haksızlığa karşı çıkarım, ama başkasına yapılınca karşı çıkmasam da olur, ya da bu haksızlık olmayabilir” düşüncesi daha yaygın oluyor galiba. Haksızlık neredeyse, özellikle kadınlara yapılan haksızlıklara, karşı çıkmak gerekiyor. Bizim bunun temellerini doldurup bu anlayışı yükseltmemiz lazım.
‘Bütün baskılara rağmen kadın sözünü söylemeye devam ettik’
HDP’nin kadınlara yönelik çok önemli politikaları var ve kadın vekil sayısını da olabildiğince eşit ya da eşite yakın bir düzeyde tutmaya çalışıyor. HDP’deki bu kadın vekil sayısı ve kadın vekillerin çalışmaları, etkinliği Meclis’e neler katıyor?
Her şeyden ârî olarak söyleyeceğim şey, bizim kadınlar çok konuşuyor. (Gülüşmeler.) Bu bile Meclis’te etki yaratan bir şey. Yani partilerden kadınlara söz verilmiyor. Söz alamıyorlar demiyorum, yetenekli değiller demiyorum. Gerçekten söz almakta güçlük çekiyorlar. Orada daha merkezi yapılar var. Ama bizde, son dönemde gördüğünüz gibi biz iki kadın grup başkan vekili olduk. Benden önce Çağlar arkadaşımız vardı, cezaevine girdi. Bütün bu baskılara rağmen biz yine de orada var olmaya ve kadın sözünü söylemeye devam ettik. Vekil arkadaşlarımız konuşuyor ve bu etki yaratan bir şey. Aynı zamanda Meclis’teki kadın sayısını da biz çoğaltıyoruz. Biz olmasak Meclis’te çok daha az kadın vekil olacak. Ama tabii tek başına nicelik değil önemli olan. Bizim çok daha fazlasını yapmamız gerekiyordu ve gerekiyor. Umuyorum bundan sonrasında daha normalleşmiş bir zamanda, bir parlamenter sistemde bulunduğumuzda çok daha fazlasını hayata geçirebileceğiz. Çünkü biz parti olarak her şeyin baskısını yaşadık ve bazı sözleri dile getirmekte eksik kalmış olabiliriz. Bu benim kişisel olarak kabul ettiğim bir şey. Daha fazlasını yapmamız gerekiyor.
Ama o baskıyı hep beraber yaşamak ve bizi o kitlemek istedikleri tek alanda, o zora karşı verdiğimiz mücadele, başka mücadelelerin sesini daha fazla yükseltmemizi sınırlamış olabilir.
7 Haziran’daki durumda olsaydık biz o Meclis’e de, ülkeye de çok başka bir havayı yayabilirdik, uçururduk… Umuyorum 24 Haziran’dan sonra hep birlikte bunu başaracağız.
HDP’li kadın vekiller olarak, kadınların önünün kesildiği, ayrımcı yaklaşımların olduğu her durumda, hangi partiden olursa olsun kadın vekillerle, açıklamalarınız ve tavrınızla dayanışma içinde oldunuz. Bu tutumunuz diğer partilerin kadın vekilleriyle bir yakınlık sağladı mı? Meclis’te çeşitli partilerden kadınların ortak davranış geliştirdiği oldu mu? Olabilir mi? Bir de Meclis Kadın Grubunuz nasıl karşılandı?
Meclis Kadın Grubu, bizim de çok fazla üstüne gidebildiğimiz ve ısrarla devam ettirdiğimiz bir çalışma olamadı… Bizim kadın grubumuz daha fazla faaliyette bulundu. Fakat bütün kadın parlamenterlerden oluşan grubu kastediyorsunuz değil mi?
Evet öyle…
Orada yeterince karşılık alamadık. Çünkü özellikle onu hayata geçirdiğimiz ilk dönem en kriminalize edildiğimiz, bizden uzak durulması gerektiğinin en çok topluma empoze edildiği bir dönemdi… O nedenle hep böyle “olur, yaparız, ederiz” şeklinde yanıtlar aldık CHP’li kadın vekillerden, onun dışında çok bir karşılığı olmadı. O karşılığın olması, biraz da karşılıklı konuşabilmeye ve aynı alanda söz söylemeye bağlı olan bir şey. Çok ciddi bir hedefim var. Bu dönem, gerçekleşebilirse, yapmayı çok istiyorum. Avrupa Konseyi’nde de izlediğim ve çok etkilendiğim bir şeydi, parlamentoda cinsiyetçilik konferansı yapmak. Sadece parlamenter kadınlarla değil, bütün çalışan Meclis personeliyle de beraber, Türkiye parlamentosunda cinsiyetçilik, nasıl? Bunu konuşmanın tohumlarını atmak isterim. Çok da söylenen, ifade edilen şeyler olduğunu zannetmiyorum. Parlamentoda kadınların neler yaşadıklarını tahmin ediyorum. Belki bu bizi cesaretlendirir, bunu daha fazla konuşmamızı sağlayabilir. Böyle yapmayı bu dönemde de istiyordum ama pek fırsat olmadı.
Biz ortak davranış geliştiremedik, hayır bu olamadı. Belki dışarıdaki kadınların gücü ve dışarıdaki kadınların parlamentoya gelip ilişki kurması, bence biraz da bunu sağlayacak olan bu…
Bu yaşandığında, kadınlar Meclis’in kapısına geldiği zaman bir ortaklık oldu mu?
Oldu oldu, bir iki kere oldu. Çocuk istismarı ve rıza yaşı konusunda bir iki kere CHP’li kadın milletvekilleriyle ortak fotoğraf verildiği oldu. Dışarıdan gelen kadınlarla beraber birlikte fotoğraf verilebildi. Bu çabaların belki daha fazla olması lazım. İlla bir olay olduğunda değil de mesela, sizlerle toplantı yapmak istiyoruz deyip dışarıdan bir kadın grubu gelse daha fazla ortaklaşma mümkün olabilir.
{resim3]
‘Kadınların dünyayı dönüştüreceğine inanıyorum’
Biz senin konuşmalarına baktığımızda, Meclis’te bilgilendirme, bir çeşit eğitim gibi söz almaların var. Dayağa Karşı Yürüyüşün yıldönümü, LGBTİ’lerle ilgili hak ihlalleri gibi konuları gündeme getirdin. Biraz önce belli bir alanda bizi sıkıştırıyorlar demene rağmen bunlar önemli ve çok dikkat çekiyor.
Buna gayret ettiğimi söylemem lazım. Ben HDP’nin Türkiye partisi olduğuna inanıyorum ve bu bakışı, bu varlığı yansıtmak için de elimden gelen çabayı gösteriyorum. Tabii benim Grup Başkan Vekili olmam nedeniyle o aslında Parti’nin Meclis’teki sözüdür. Filiz Kerestecioğlu’nun kişisel sözü değil. Partiyi yansıtan bir sözü söylüyoruz, Grup Başkan Vekilleri olarak. Ya da bir sataşmada biz cevap vermek durumunda oluyoruz. Böyle bir usuli bir rolümüz de var aynı zamanda.
Ama dediğim gibi benim HDP’nin Türkiye partisi olduğuna ve her alanda, her haksızlık üzerine söz söylemesi gerektiğine inancım da büyük.
Evet birçok konuda bu sözü duymak çok önemli, bu dönem rıza yaşı, hadım gibi, konular önemli bir gündem oluşturdu. Önümüzdeki dönem kadınlarla ilgili, hangi konuların öne çıkacağını düşünüyorsun?
Bugün mesela çok önemli bir direnişi yaşıyoruz, Flormar işçilerinin, kadın işçilerin direnişini yaşıyoruz. Bu sadece kadınlara özgü bir şey değil ama… ben kadınların dünyayı değiştireceğine, dönüştüreceğine gerçekten inanıyorum. Ajitasyon olarak söylemiyorum. Şirin Tekeli’nin “21. Yüzyıl kadınların yüzyılı olacak” sözüne gerçekten inanıyorum. O işçileri gördüğüm zaman… daha önce de Novamed direnişi olmuştu, çok uzun soluklu olmuştu ve kazanılmıştı, onu hatırlatıyor Flormar’ın kadın işçileri… Emek konusunda, kadınların hakları konusunda önemli gündemlerin olacağını düşünüyorum. Ekonomik durumdan dolayı…
Bu iktidar gitse de, öyle sihirli değnekle çözülebilecek sorunlar değil bunlar. Tabii bizim de bu konularda ciddi katkılarımız, çalışmalarımız, önergelerimiz olacak. Onların sesi olmaya gayret edeceğiz. Ben her yıl İSİG Meclislerinin iş cinayetleri almanağı çıktığında her seferinde onu Meclis’te tanıttım ve söyledim, “Bakın iş cinayetleri almanağı var, alın ve bilgilenin” diye… Diğer yandan tabii ki kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet, bunlar gündem olmaktan çıkabilecek konular değil. Sığınaklar için belki daha fazla mücadele etmemiz gerekecek, bu talepleri daha fazla yoğunlaştırmamız gerekecek. Mesela biz erken emeklilik diyoruz, her kadına emeklilik hakkı diyoruz, evdeki çalışmanın sosyal güvenceye kavuşturulmasından söz ediyoruz, mahallelere kreş diyoruz, bunun ciddi bir istihdam alanı yaratacağını söylüyoruz. Bütün bu hedeflerimiz, yeni dönemin de savunuları ve hayata geçecek hedefleri olacak aynı zamanda.
LGBTİ hakları ve mücadelesi de Meclis’te hemen hemen hiç gündem olmuyor, biliyorsun etkinlik yapmaları yasaklanmış durumda, önümüzdeki dönem için bu konudaki düşüncelerin neler?
Maalesef o konuda da yeterli çalışmalarımız olamadı. Aslında geçen gazeteci bir arkadaş daha sormuştu: Bu baskı toplumlarında, özellikle daha diktatöryal, otoriter rejimlerde ilk gözden çıkarılanlar kadınlar ve LGBTİ’lerdir. Ben onların verdikleri mücadelenin önemli bir noktaya geldiğini düşünüyorum. O son yasaklanan İstanbul’da binlerce insanla yapılan Onur haftası ve yürüyüşüne katılmıştık. Onların kazanımlarının belli bir noktaya yükselmiş olduğunu ama bu otoriterlik altında şimdi görünmez ve var olmaz gibi bakıldığını düşünüyorum.
Türkiye’de daha demokratik bir ortam geliştiğinde mutlaka aynı şey yükselecektir ve o mücadele de gerçek yerini bulacaktır. Kazanımların üzerine yeni kazanımlar ekleyecektir.
Evet LGBTİ mücadelesinde çok yol alındı…
Tabii tabii, çok yol alındı, ben şu anda sadece görünmez olduğunu düşünüyorum.
Aslında biliyoruz ki, feminist yaklaşım, temsil konusuna biraz sorgulayıcı bakıyor. Fakat senin vekilliğine ilişkin birçok feminist, birçok kadın; “benim temsilcim”, “Meclis’te sözüm söyleniyor” duygusunda. Bu süreçte feminist yapılarla yeterince görüş alışverişi yapabildin mi, karşılıklı bir etkileşim içerisinde oldunuz mu? Önümüzdeki dönem de Ankara’nın kadın vekili olarak, bir feminist olarak Meclis’e gideceksin, bu yeni dönemde feminist hareketle nasıl bir ilişki ve etkileşim içinde olmayı düşünüyorsun?
Sadece ben değil, başka arkadaşlarla gideceğiz. Özellikle şunu vurgulamak istiyorum: Barajı aşmamız, bu iktidarın gitmesi demek. Herkes bir şekilde bunu düşünerek oyunu vermeli. HDP’nin baraj altında kalması sadece HDP’nin değil tüm Türkiye’nin sorunu olur. Bir kere bunu vurgulamak isterim.
Ben çok büyük güç aldım kadınlardan, parlamentoda olduğum sürece. Zaten böyle bir gücü almasam hakikaten benim için de hayat güçleşirdi. 8 Martlara, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Günlere katılmamış olsaydım, ben zaten o zaman o sesi yeterince duyuramazdım. O gücü ben oradan aldım. Oldukları her etkinliğe katılmaya gayret ettim. Zaten ben buydum, bunun dışına çıkmadım. Dolayısıyla orada olmam gerekiyordu. Hatta bazen parlamento bana sanal ve yeterince faaliyetin yapılamadığı bir yer gibi göründü. Yani dışarısı çok daha aktif, dışarısı çok daha alışık olduğum, somut şeyler üretebildiğim, vakıflar olsun, başka alanlar olsun, mitingler olsun, sonucunu görebildiğim bir yerdi. Ama kadınlar bana hep bunu söylediler: Sen bizi temsil ediyorsun ve bunu yapabiliyorsun! Biz bundan mutluyuz! Onlar bana güç verdi, galiba ben de onlara güç verdim, böyle karşılıklı bir ilişki oldu. Kadın dayanışmasını biz omuz omuza yaşadık. Bu güç olmasa asla olmazdı orada benim varlığım. Beni oraya götüren de zaten o güçtü. Bundan sonrasında da öyle olacak tabii ki. Ankara’da olsun, İstanbul’da olsun ben kadınlarla beraber yürümek istiyorum.
Kadınlar da, feministler de gerçekten senden güç alıyor/alıyoruz. Vaktini ayırdığın için, bu güzel değerlendirmeler için sana çok teşekkür ediyoruz.