Saray, beklenmeyen bir hamleyle, 30 Ekim günü Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Ahmet Özer’i tutuklayarak yerine kayyum atadı. İktidar bundan 5 gün sonra da Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerine kayyum atayarak irade gaspına yöneldi. İşin doğrusu bu olanlar toplumsal hafızayı şaşırtmadı. Kürt illerindeki operasyon için anlamlı bir gün seçtiler: HDP Eşbaşkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ da 8 yıl önce aynı gün (4 Kasım) tutuklanmıştı.
Halkın iradesini yok sayan Saray yönetimi, yine de demokrasi, hukuk, adalet ve barıştan yana olduğunu ve hele hele soykırıma uğrayan Filistin halkının yanında olduğunu söyleyebiliyor. İktidarın bu çelişkili ve karşıt söylem ve uygulamalarının hedefi, algı oluşturarak tüm bölge halklarını aldatmak ve iç gündemi değiştirmek değilse nedir, neyle açıklanabilir? Bilindiği üzere son yerel seçimlerde Cumhur İttifakı bir bütün olarak yeni belediye kazanmak bir yana, eldekilerin de birçoğunu kaybetmişti. Ülkede ekonomi dibe vurmuş, yolsuzluklar tavan yapmış, yargıya güven kaybolmuş, adalet buharlaşmıştır.
AKP-MHP ittifakı, geldiği yer itibariyle topluma anlatacağı yeni hiçbir hikayesinin kalmaması üzerine Türkiye’nin yumuşak karnı ve hassas sorunu olan Kürt sorununu en aşırı milliyetçi, ırkçı temsilcisi MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye havale ederek Abdullah Öcalan nezdinde nabız yoklattırmıştır. Yüksek akıl, DEM’i, Demirtaş’ı, Rojava’yı, Kandil’i dışlayarak Öcalan ile yeni çözüm süreci başlatıp Kürtleri yanına çekerek, yeni anayasayı onaylatma ve Erdoğan’ı yeniden seçtirme hayali içindedir. Buna karşılık Kürtler bir bütün olarak Devlet Bahçeli’nin çıkışını yüksek bilinçle boşa düşürmüştür. Anlaşılan Öcalan da bu oyunu onaylamamış olmalı ki Cumhur İttifakı “ceza” olarak kayyum atamalarını devreye sokmuştur. Cumhur İttifakı, tek adam yönetiminin geniş yetkilerini kullanarak toplumun yüz yüze kaldığı gerçek gündemleri değiştirecek siyasi hamlelere yönelmiştir. Kayyumlar sistemini yeniden gündemleştirmesini bu çerçevede görmek gerekir. Bunun ardından İsrail’in Türkiye’ye saldıracağı iddialarına dayanarak, “beka ve güvenlik” meselesi gerekçeleriyle iktidarın Rojava’ya yönelik yeni hamleleri beklenmelidir.
Görüleceği üzere Cumhur İttifakı Kürtleri yanına alamayınca CHP’ye daha fazla yüklenmektedir. Mansur Yavaş, Lütfi Savaş, Tanju Özcan ve Burcu Köksal gibi şahsiyetlerin ağzından mevcut CHP yönetiminin seçimlerde DEM Parti ile yerel işbirlikleri yapma politikası eleştirilmektedir. Ek olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nun Özgür Özel’e, Ekrem İmamoğlu’na muhalefeti sinsice ve dolaylı olarak desteklenmektedir. CHP’yi DEM’lenmekle suçlayarak, ulusalcı damarı kabartma girişimlerine karşı CHP yönetimi uyanık olmalı ve yüzünü sağ yerine sola dönmelidir. Bu, kendi çıkarına olduğu kadar Türkiye’nin geleceğinin de çıkarınadır.
Buna karşılık başta DEM Parti olmak üzere tüm demokrasi güçleri, partiler ve bu ucube başkanlık sisteminden zarar gören demokratik kuruluşlar, sendikalar kayyum uygulamalarına karşı saf tutmalıdır. Bu kritik noktada geniş ittifaktan uzak durmak hangi siyasi, ideolojik, stratejik gerekçelerle olursa olsun haklı olamaz (TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan’ın Kürtlerle ittifakı reddeden açıklaması kötü bir örnek olarak ortadadır).
Bu süreçte Türkiye’nin acil gündemi anayasa değişikliği değil, tek kişinin mutlak yetkiye sahip olduğu başkanlık sisteminin yerine demokratik, barışçı, eşitlikçi sosyal bir sistemin ikame edilmesidir. AKP-MHP ittifakı azınlığa düşse bile, hiçbir parti ya da kuruluş yalnız başına bunu gerçekleştiremez. Asgari müştereklerde kurulacak, sol, devrimci, sosyal demokrat ve belki de liberallerin yer alacağı geniş bir ittifaka ihtiyaç olduğu bilince çıkartılarak girişimlerde bulunulmalıdır. Bunun için DEM Parti, bileşenleri ve müttefikleri zaman geçirmeden bu görevin hakkını vermelidirler. Kayyum atamaları muhalefetin bu ittifakı kurması için ciddi bir zemin ve fırsat sunmuştur.