“Gençlik hareketinin 80 sonrası ana gündemlerinden ve sloganlarından birisi hep ‘parasız eğitim’ olmuştur. Harçlar ise hep parasız eğitim ile bağı ile birlikte tartışılmıştır. Bugün bir kez daha harçları hatta katlamalı ve zamlı harçları tartışıyoruz.”
2014-2015 öğretim yılının sömestr tatilinde üniversitelerden birer birer yapılan açıklamalar ile bahar yarıyılından itibaren dönem uzatan öğrencilerden ‘katlamalı’ ya da ‘zamlı’ harç alınacağı açıklandı. Bu açıklamalardan sonra harç tartışmaları yeniden gündeme geldi. Aslında bu katlamalı harçlar 2014 yılının Eylül ayında yapılan Bakanlar Kurulu kararıyla ortaya çıktı, Kasım ayında Resmi Gazete’de kararın yayınlanması ile resmen yürürlüğe girdi. Birkaç üniversite yönetimi erkenden davranıp bu harcı ilk dönem için almaya çalıştıysa da öğrencilerin tepkileri sonucu geri adım atmak zorunda kaldılar.(Örneğin Dokuz Eylül Üniversitesi) Ancak sömestr tatili ile birlikte öğrencilerin evlerine gidişlerini fırsat bilen üniversite yönetimleri bir bir katlamalı harçların yürürlüğe girdiğini açıkladılar.
Harçlar, her zaman eğitimin paralılaştırılmasında önemli bir işlev gördü. Harçların açıklamasına baktığımız zaman, öğrencilerin beslenme, barınma, ulaşım v.b temel ihtiyaçlarının karşılanması için kişi başına düşen eğitim maliyeti yazdığını görüyoruz. Yani, harçların alınmasının mantığı bu temel ihtiyaçların karşılanması. Harçlar ancak barınma, beslenme, ulaşım gibi temel ihtiyaçların ücretsiz karşılandığı bir durumda mantıklı olabilir ama bu ihtiyaçların piyasalaştırıldığı ve her gün daha da pahalılaştığı bir durumda harçlar her durumda mantıksızdır. Neoliberal politikaların ilk olarak 80 darbesi ile birlikte uygulanma alanı bulması ile YÖK(Yüksek Öğretim Kurulu)’ün kurulması aynı zamana denk gelir. YÖK, daha kurulduğu andan itibaren siyasi iktidarın ve sermayenin ‘paydaş’ olarak üniversiteler üzerinde denetim kurmasına yarayan bir aygıt olarak işlev gördü. Üniversiteler sermayenin istekleri doğrultusunda piyasaya açılırken siyasi iktidar tarafından da denetimin sıkılaştırıldığı, muhalif seslerin yok edildiği deyim yerindeyse ‘dikensiz gül bahçesi’ haline getirilmeye çalışıldı. Bu durum tabi ki demokrasi kılıfı ile birlikte yürütülemedi. Bu yüzden YÖK hiçbir zaman meşruluk kazanamadı. İktidara oynayan herkesin anti-demokratikliğini kabul ettiği ve kapatmak vaadinde bulunduğu bir kurum haline geldi. YÖK’ün gerçek yüzünün bu denli görünür olmasında 80 sonrası öğrenci hareketinin ısrarlı ve özverili direniş çizgisi belirleyici oldu.
Türkiye’de eğitim ve üniversiteler piyasaya açıldıkça parasız eğitim de gençlik hareketinin temel gündemi oldu. Harçlar, ise parasız eğitimin önemli bir bileşeni ve stratejik bir hedef olarak öne çıktı. Öyle ki parasız eğitim demek harçların kaldırılması demek olarak bile anlaşıldı. Bunu son olarak AKP’nin 2012 yılında birinci öğretimlerden harç alınmayacağını açıkladığında gazetelerde “parasız eğitim geldi” başlıkları atılmasında gördük. Oysa ki 2.öğretim, açık öğretim ve uzaktan öğretim öğrencileri bu harçları yatırmaya devam etti. Ancak parasız eğitim sadece harçlar demek değildir. Bugün baktığımızda üniversite öğrenimi gören bir öğrencinin beslenme, barınma, ulaşım, ders araç gereçleri gibi temel ihtiyaçlarına harcadığı miktarların her yıl binlerce lirayı bulduğunu bunun giderek daha da arttığını görüyoruz. Parasız eğitim işte bu temel ihtiyaçların hepsinin parasız karşılanması demektir. Harçlar ise bu giderlere ek olarak başka bir kalemi oluşturuyor. Temel ihtiyaçların öğrencinin cebinden karşılandığı bir durumda harçların mantıksızlığı ve ‘haraç’ haline gelişi harçlara karşı tepkileri de hep canlı tutmuştur. Bu nedenle gençlik hareketi parasız eğitim ve harçlar meselesini hep birlikte tartışmıştır.
AKP iktidarıyla birlikte üniversitelerin sermayeye tamamen açılması ve YÖK’ün bu ihtiyaçlar doğrultusunda yeniden düzenlenmesi de parasız eğitim mücadelesini daha elzem hale getirdi. Üniversite-Sanayii işbirliği protokolleri, bilgi patentleme ve ar-ge gibi araçlarla üniversite sermayeye eklemlenirken, öğrenciler ve akademisyenler yani bir bütün olarak üniversiteliler sermaye için bilgi üreten ucuz iş gücü haline geldi. Üniversite ile sermayenin bütünleşmesi ile öğrencilerin geleceksizleşmesi ve akademisyenlerin ucuz iş gücü haline gelmesi birbirine paralel olarak gelişti. Ancak tüm bunlar da sermayenin üniversiteden beklentilerini karşılamaya yetmemektedir. Bu yüzden yapılan konferanslarda, açıklanan raporlarda hala üniversitelerin sermayeyle tam bütünleşemediğinden dert yanılıyor. Sermayenin devlet üniversitelerinde yapabileceklerinin sınırı var tabi ki. İşte bu yüzden sayısı her yıl artan ‘vakıf’ üniversiteleri öğrencileri müşteri, akademisyenleri köle gibi görerek güya eğitim veriyor. Ancak anayasada yer alan yükseköğretim kurumlarının ‘kar’ odaklı olamayacağı ilkesi vakıf üniversitelerinin de istenildiği gibi çalışmasına izin vermiyor(her ne kadar bu ilke delik deşik de olsa) İşte bu yüzden sermaye bugünkü ihtiyaçlarının ancak özel üniversitelerle karşılanabileceğini söylüyor. Bu da tıpkı ilk, orta ve liselerde olduğu gibi yükseköğretim sisteminin baştan aşağı değiştirilmesi ile mümkün. Yani yeni YÖK Yasası ve Anayasa’da yapılacak değişiklikler ile.
Eğitim alanı AKP iktidarı için en başından beri krizli alanların başında geliyor. İlk, orta öğretim ve liselerdeki dönüşümü tamamlamasına rağmen kriz durumu devam ediyor. Ancak AKP iktidarının eğitim alanında en zayıf olduğu alan üniversiteler. İktidarının ilk yıllarından beri üniversiteye yönelik her hamlesi ciddi bir karşılık buldu. Bunun en açık örneği ODTÜ Direnişi’ydi. ODTÜ Direnişi öncesi AKP iktidarı yeni YÖK Yasası’nı getirmeye hazırlanıyordu ancak Tayyip Erdoğan’ın ODTÜ’de büyük bir direniş ile karşılanması gençlik hareketinin yeni YÖK Yasası’na karşı nasıl bir tavrı olduğunu da gösteriyordu. Bu yüzden AKP, yasayı geri çekti ve yeniden incelemeye aldı. Bu sırada kendisine verilen görevleri yapamadığı gerekçesi ile YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya görevinden alındı. Şimdi yeni YÖK Yasası’nın yeniden düzenlendiğini biliyoruz. Seçimlerden sonra yeniden gündeme geleceğini de biliyoruz. İşte katlamalı harçlar bu bağlamda ele alınmalı. Yani üniversitelerin paralılaştırılması ve öğrencilerin eğitim haklarından mahrum bırakılması olarak. Çünkü özel üniversitelerin açılması tek başına yetmez bir de buralara gidecek ‘müşteri’lerin bulunması gerekiyor. İşte devlet üniversitelerindeki harçlara zam yapılmasının, harçların katlanmasının bir amacı da bu. Öğrencilerin devlet üniversitesindense ‘biraz’ daha fazla para verip özel üniversiteye gitmesini sağlamak ve bu paraları ödeyemeyen insanların ise yükseköğretim hakkından mahrum bırakılıp ucuz iş gücü piyasasına katılımını sağlamak. Bu yüzden bugün katlamalı harçlara ya da zamlı harçlara karşı verilecek tepki hayati önemdedir.
Harçlara karşı mücadeleyi tek başına değil yeni YÖK Yasası ve kamusal yükseköğretimin tasfiyesi ile birlikte ele alıp buna göre mücadele edilmeli. Üniversitenin AKP’nin en zayıf olduğu alan olduğunu ve öğrencilerde katlamalı harçlara karşı ciddi bir tepki olduğunu bilmek gerekiyor. Bu tepkileri fiili, meşru ve kararlı bir mücadele hattına kanalize etmek en acil yapılması gerekendir. Katlamalı harçlara direnemezsek, yeni YÖK Yasası’na ve kamusal yükseköğretimin tasfiyesine de direnemeyiz. Bu da AKP’nin iktidarı boyunca en zayıf olduğu alanda zafer kazanması anlamına gelir. Dönem başında tek tek üniversitelerdeki tepkileri koordineli ve birleşik bir mücadele programı haline getirmek zor olmayacaktır. Herkesin Yunanistan’ı tartıştığı bugünlerde gençlik hareketinin Yunanistan’daki kitlesel ve militan gençlik eylemlerine bakması daha iyi olur.