ERKİN BAŞER yazdı: “Kamusal olan tasfiye edilirken çalışanların piyasa ilişkilerine uygun istihdam edilmesi paralel bir yönelimdir. Temel hedef iş güvencesi ve özlük haklarının ortadan kaldırılmasıdır. Taşeron çalıştırma, esnek istihdamın asıl türüdür. En az hakka sahip olanlar onlardır. En az ücret alan da onlar.”
ERKİN BAŞER
Kamu sektöründe istihdamın esnekleştirilmesine yönelik niyetler, 1980 sonrası neo-liberal diye tabir edilen dönemde başlamıştı. Aynı dönem, Türkiye için askerî cunta rejimi anlamına geldiği için, söz konusu niyetler uygulamada hemen karşılık bulamadı. 1990’lar, özelleştirmelerin hızlanması ile kamusal hizmetlerin daraldığı bir ara dönem oldu. Özellikle 2002’den bu yana, esnek istihdam politikaları parça parça hayata geçiriliyor. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu üzerinde yapılan kısmî değişikliklerle aslî kadro olarak bilinen ve iş güvencesine sahip “memur” kadrolarının (madde 4A’ya göre çalışan) yanı sıra çeşitli istihdam türleri oluşturuldu veya var olanlar yaygınlaştırıldı. Kamuda istihdam rejiminin kökten dönüşmesi için Anayasal değişiklik gerektiği biliniyordu. Oysa OHAL rejimi, bu ihtiyacı da ortadan kaldırmış oluyor. Kamuda kimsenin iş güvencesi kalmıyor. 4A’lı çalışanlar da, KHK’lerle işinden olabiliyor zaten.
Kamuda istihdam türleri
1965’ten beri yürürlükte olan 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, defalarca değişikliğe uğradı. Bugünkü haliyle kamuda istihdam, dört alt maddede sınıflandırılmış durumda.
- Madde 4A (memur statüsü): Aslî ve sürekli kamu hizmeti gören çalışanlar olarak tarif ediliyor. Çoğunluğun bu statüde olması gerekiyor. Fakat 4A’lı olduğu halde, özel koşullara tâbi birçok çalışan da var. Yüksek öğretimde çalışanlar ile hâkim ve savcılar bu kategoride.
- Madde 4B (sözleşmeli personel): Özel meslek bilgisine ihtiyaç duyulanlarla (mühendis gibi) yıllık sözleşmeler yapılıyor. Yaygınlaşan bu kadro için, yasa zorunlu ve istisnai hâl notu düşmüş güya. Ayrıca yabancı uyruklular, tercümanlar, kadrolu olmayan öğretmenler, avukatlar, adlî tıp uzmanları vb. personel de bu maddeye tâbi.
- Madde 4C (geçici personel): Bir yıldan az süreli veya mevsimlik hizmetlerde çalışanlar bu maddeye giriyor. Oysa özelleştirmeler kapsamındaki kurumlardan diğer kurumlara aktarılanlar bu maddeye tâbi.
- Madde 4D (işçi): Kamuda iki farklı işçi kategorisi var: Sürekli veya geçici işçiler. Bunlar devlet işçisi olarak tanımlanıyor.
Şimdi yukarıdaki sınıflandırmaya sığmayan veya uymayanlara bakalım: MİT çalışanları, askerî personel, Merkez Bankası veya kamu bankaları çalışanları.
Bu kategorilerdeki çalışanların iş güvenceleri ve diğer hakları farklılık gösteriyor. Tabii ücretleri de. 4A’dan 4D’ye doğru bir kötüleşme söz konusu.
Peki, kamuda 657 kapsamında olmayan çalışanlar yok mu? Olmaz mı? Hem de son 15 yılda hızla artan bir sayıda. Kamu hizmetleri gören bu çalışanlar, tamamıyla güvencesiz olarak istihdam edilen taşeron firma çalışanları. Bu emekçiler, başlarda otopark, temizlik, kantin hizmetleri için işe alınanlardı. Zamanla bu hizmetlerin sayısı artı. Şimdi artık resmî evrak işleri dâhil birçok işi, memur yerine taşeron firma işçisi yapıyor. Hem de hiçbir hakkı olmadan. Hem de memurun ücretinin yarısına.
2002’den bugüne personel verilerine bakalım:
|
2002
|
Aralık 2016
|
Eylül 2017
|
memur (4A)
|
1.742.000
|
2.625.000
|
2.595.000
|
sözleşmeli (4B)
|
199.000
|
124.000
|
164.000
|
geçici (4C)
|
410.000
|
259.000
|
262.000
|
işçi (4D)
|
317.000
|
332.000
|
321.000
|
Toplam
|
2.668.000
|
3.340.000
|
3.342.000
|
taşeron çalıştırılan
|
387.000
|
|
750.000
|
15 yılda 657’ye tâbi toplam çalışanlar yaklaşık yüzde 25 artmış. Bu artış çok normal, çünkü aynı dönemde nüfus da yüzde 26,5 artmış. Burada asıl dikkat çeken, taşeron firma çalışanlarının sayısındaki artış. Neredeyse iki katına çıkmış ve tüm işlerin beşte birini yapar hale gelmişler. Taşeron çalıştırılanlara ilişkin 750.000 sayısı resmen açıklanmış değil. Belki bundan da fazla olabilir. CHP’nin uzmanlarının hesaplamaları sonucunda bu sayıya ulaşılmış.
OHAL’in 9 aylık bir bölümündeki değişimi de buradan görebiliriz. 30 bin memur azalırken, 40 bin sözleşmeli artmış. 30 binlik azalmanın nedeni emeklilik ve ihraçlardır. Ama anlaşılan yeni alımlarda çoğunluk sözleşmeli çalıştırmaya verilmiş.
Bir başka sınıflandırma, hizmet kollarına göre yapılabilir. Burada sadece 4A’lılar için veri bulmak mümkün. Hâkim/savcı, MİT personeli ve yüksek öğretim personelini dışarıda bırakan sayılar bunlar:
|
2004
|
Eylül 2017
|
Genel idarî hizmetler
|
497.000
|
538.000
|
Eğitim
|
632.000
|
879.000
|
Sağlık
|
312.000
|
406.000
|
Yardımcı hizmetler
|
214.000
|
111.000
|
Teknik hizmetler
|
102.000
|
144.000
|
Emniyet
|
187.000
|
262.000
|
Din hizmetleri
|
81.000
|
103.000
|
Avukatlık hizmeti
|
3.000
|
5.000
|
Mülkî idare amirleri
|
2.000
|
2.000
|
Toplam
|
2.030.000
|
2.450.000
|
2004 yılı ile bugünü karşılaştırmak mümkün. Nüfusun bu dönemde yüzde 20 arttığını söyleyelim. Nüfus artışına göre, emniyet, din, teknik, sağlık ve eğitim personelinde çok daha fazla artış olmuş. Üstelik eğitimde, memur statüsünde çalıştırılmayan birçok öğretmen varken, hem de binlerce kişi KHK’lerle ihraç edilmişken. Oysa genel idarî hizmetlerdeki personel sayısı sadece yüzde 8 artmış; yardımcı hizmetlerde ise yarı yarıya bir azalma olmuş. Özetle, esnek istihdam rejimi buradan başlamış. Taşeron çalıştırılanlar bu hizmetleri görmeye başlamış.
Kamuda esnek istihdamın gerekçesi ve hedefleri
Kamuda esnek istihdam politikasının gerekçesi ve hedefleri nelerdir? Öncelikle kamu hizmetinin kamusal olmaktan çıkmaya başladığını, yani giderek piyasalaştığını söylemek gerekiyor. Neoliberal denilen yaklaşımın unsurlarından biri özelleştirmeler, bir diğeri kamu hizmetinin ticarîleşmesi, kâr amacına yönelmesidir. Özelleştirmelerle başta sağlık, eğitim, haberleşme, belediyecilik hizmetleri ve daha birçok irili ufaklı hizmet kamusal olmaktan kısmen çıkarıldı. Devlet kurumları da şirket mantığı ile işler hale geliyor artık. Üniversiteler öncü bu işte. Kamu-özel ortaklıkları ve kamu hizmetlerinin taşeronlara havale edilmesi gibi uygulamalar kamu hizmetlerinin piyasalaşmasının bir başka göstergesi, yönü.
Kamusal olan tasfiye edilirken çalışanların piyasa ilişkilerine uygun istihdam edilmesi paralel bir yönelimdir. Temel hedef iş güvencesi ve özlük haklarının ortadan kaldırılmasıdır. Bu dönüşüm, bir anda olamaz. Gerek emekçilerin gerekse hizmet alanların tepkileri bölünmeli, zamana yayılmalıdır. AKP hükümeti de bu alanda yeni bir şey keşfetmiş değildir. Dünyada ne yapılıyorsa onları aktarmıştır ülkeye.
İstihdamı çeşitlendirmek, çalışanlar arasında statü, ücret ve sahip olunan haklar açısından farklar oluşturmak haliyle tahmin edilen politikadır. 4A’lı, 4B’li olmadığına; 4B’li, 4C’li olmadığına şükreder hale getirilir. [Öğretmen istihdam türlerine bir bakalım: 4A’lı memur statüsü, 4B’liler, 4C’liler, vekil öğretmenler ve (ders başına) ücretli öğretmenler.] İyi ki kimse taşeronda çalışmamaktadır. Oysa taşeron çalıştırılan yan masada oturmaktadır. Özel yasa ve yönetmeliklere tâbi istihdam türleri tanımlanarak kamu emekçileri daha fazla da bölünebilir: Yüksek öğretimde, kamu bankalarında, kültür-sanat kurumlarında ve nicelerinde.
Diğer yandan istihdam politikasının bir başka gerekçesi ve hedefi de politik olarak itaat eden “memurlar” yaratmaktır. [Burada tam yerinde belirtmek gerekir. Memur, amirine, dolayısıyla devlet otoritesine itaat eden kimse demektir. Emirle iş yapan anlamına gelir. Oysa literatürde, özellikle piyasa ilişkilerinin geçerli olduğu Batı’da memur kavramı yerine, kamu işçisi denilmektedir. Kamu hizmetleri de, kamu sektörü olarak tanımlanır. Eğitim, sağlık, belediyecilik, haberleşme, tarım, enerji, bankacılık ve daha birçok kamu sektöründe çalışanlar (statüleri ne olursa olsun) kamu işçisidirler. Belki emniyet, askerîye ve yüksek bürokrasiyi memur olarak tanımlamak yeterli olabilir.] OHAL ve KHK’ler bu hedefe hizmet etmektedir. Siyasî iktidarın emirlerine riayet eden bir rektörü, ABD’de veya Avrupa’da bir kişi bile tasavvur edemez. İş güvencesi ve diğer hakları elinden alınmış bir çalışan, mobbinge de fazlasıyla açık hale gelecektir. Çalışanlar arasında ayrımcılık, taciz ve daha bir sürü günah.
Taşeron çalıştırma, esnek istihdamın asıl türüdür. En az hakka sahip olanlar onlardır. En az ücret alan da onlar. Piyasalaşma söz konusu ise, zaten asıl hedef sömürü (yani kâr etmek) olduğuna göre, işgücü maliyetlerini minimize etmek münasiptir! Yemek, kreş, ulaşım, lojman vb. hakların da kırpılması aynı amaca hizmet eder. Yoksa kamuda tasarruf etmek ve devlet bütçe açıklarını gidermek için başka yollar çok kolay uygulanabilir.
Sonuç
Eylül 2017 itibariyle 3.342.000 kamu personelinden 2.431.228’i sendikalı olma hakkına sahip. Bunların da yüzde 70’i sendikalı. Ne yüksek bir oran değil mi? Bir de şu yönden bakalım; 11 çeşit işkolunun tamamında yandaş sendika yetkili. Yani sendikalıların yüzde 59’u yandaş sendika üyesi. Gerçek bir sendika olarak KESK’i görebiliriz. KESK’lilerin oranı sadece yüzde 10. Sendika hakkına sahip tüm kamu personelinin sadece yüzde 7’si KESK üyesi. (KESK’in üye sayısı 2004’te neredeyse 300 bine ulaşmışken şimdi sadece 167 bin).
2018 yılı için verilen ücret zammı, ilk altı ay için yüzde 4, ikinci altı ay için yüzde 3,5. Yandaş sendika da mutlu mesut. Fazla mesai ücreti de arttı! Yüzde 7,6’lık artışla saat başına 1 TL 83 Kuruş’tan 1 TL 97 Kuruş’a yükseldi. Yani 14 Kuruş arttı. Bir kamu çalışanı ayda 90 saat fazla mesai yapabilecek ve karşılığında 180 TL bile alamayacak. Ucuz işgücünün tanımı yeniden yapılabilir artık.
Hâl böyleyken, kamu sektörü işçileri ne yapar? Ne yapmalı? Hangi statüde olursa olsun, taşeronuyla, sözleşmelisiyle, geçici işçisiyle, vekil öğretmeniyle, 50d’li asistanıyla, madde 4’ün ABCD’lisiyle birleşik mücadele.