Hakikat Adalet ve Hafıza Merkezi’nin, Nesrin Uçarlar tarafından hazırlanan “Türkiye’de Barışçıl Bir Hakikat Arayışı ve Irkçılıkla Yüzleşme” başlıklı raporu yayınlandı. Rapor, hakikat arayışının ve hakikat rejimi ile ırkçılık arasındaki ilişkinin izini sürerek, geçmişle yüzleşme ve barış süreçlerinin ırkçılık-karşıtı mücadele bakımından kritik noktalarına değiniyor.
Hakikat Adalet Hafıza Merkezi, Kürt meselesinde siyasi barışın inşasına yönelik farklı konularda araştırma serisinin ikincisi olan “Türkiye’de Barışçıl Bir Hakikat Arayışı ve Irkçılıkla Yüzleşme” başlıklı raporunu yayınladı. Nesrin Uçarlar tarafından hazırlanan rapor, hakikat arayışının ve hakikat rejimi ile ırkçılık arasındaki ilişkinin izini sürerek, geçmişle yüzleşme ve barış süreçlerinin ırkçılık-karşıtı mücadele bakımından kritik noktalarına değiniyor.
Nesrin Uçarlar araştırmanın, “Türkiye’deki ırkçılığın hedeflerinden biri olan Kürt halkının, geçmişte ve bugün maruz kaldığı adaletsizlikleri ve devlet şiddetini görünür ve hesabı sorulabilir kılmak ve resmî hakikat rejimine itirazını dile getirmek üzere yürüttüğü geçmişle yüzleşme, hakikat arayışı ve barış mücadelesini yeniden düşünme” niyeti taşıdığını ifade ediyor.
1990’lar ve 2010’lar Türkiye’sinin televizyon programlarındaki söylem ve tartışmalara odaklanarak süreci analiz ederken, ırkçılığın görünen yüzlerine değiniyor. Türkiye’de ırkçılık olmadığına dair yaygın düşünceye karşı, Türkiye’deki ırkçılığı, tarihsel olgu ve pratikleri ve farklı hafıza ve hakikatler üzerinden verdiği örneklerle eleştiriyor. Nesrin Uçarlar, çalışmanın “savaş rejimine itiraz eden, ırkçılık-karşıtı ve barışçıl bir hakikat arayışı yöntemi üzerine düşünme daveti” içerdiğini, ırkçılık karşıtı mücadelenin geçmişle yüzleşme bağlamına oturtularak yapılmasının önemine ve bu bağlamda Güney Afrika Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’na yönelik eleştiriler üzerinden Türkiye’deki ırkçılık-karşıtı bir geçmişle yüzleşme ve barış sürecinin olası kritik noktalarına dikkat çekmeye çalışıyor.
Barış savunucuları, “Haysiyetli barış” söyleminde ısrar etmeliler
Uçarlar, iktidar ilişkilerinin, hakikati tayin etme, üretme-ürettirme, söyleme-söyletme, kaydetme ve kaydettirme gücünü sistematik ve yapısal olanaklar ve şiddet vasıtasıyla kullanmakta olmasının, egemen kesimle mağdur kesim arasında bir eşitsizlik yarattığı tespitini yapıyor. Aynı zamanda her iki kesimi de karşı karşıya getiren bir hakikat arayışı ve geçmişle yüzleşme mücadelesinin, “savaş rejimine” itiraz etmekle mümkün olabileceğini , “barışçıl bir hakikat arayışı”nı savunanların “haysiyetli barış” söyleminde ısrarlı olmaları gerektiğini söylüyor. Uçarlar, “Siyasi, ekonomik ve toplumsal borçların ödenmesini talep eden bir hakikat arayışı ve geçmişle yüzleşme mücadelesinin, uzun ömürlü ve haysiyetli bir barış amacı taşımakla birlikte, doğrudan yahut kendiliğinden veya kısa vadede barışçıl sonuçlar vermeyebileceğini, zira borçluların borçlarını ödememeye, ayrıcalıklarından vazgeçmemeye niyetli olduğunu bilmek, bu mücadeleyi sadece mağdurların ve muhaliflerin değil, toplumun başka kesimlerini de kapsayıcı ve çok katmanlı bir şekilde yürütme olanakları üzerine düşünme; hakikat arayışını ve geçmişle yüzleşmeyi siyasi bir programa dönüştürme ihtiyacı doğuruyor” diyor.
Uçarlar bu tezini Foucault’un bir analizi ile destekliyor: “Hukukun ve devletin doğuşunu hazırlayan savaş, silahların susmasıyla bitmez; bütün iktidar ilişkilerinin temelini oluşturur ve dolayısıyla birbirimize karşı sürekli bir savaş hâlinde olmamıza yol açar; bu genel savaş hâlinin içinde “konuşan, hakikati söyleyen, tarihi anlatan, hatıraları yeniden keşfeden ve hiçbir şeyi unutmamaya çalışan kişi […] kaçınılmaz olarak bir tarafa ya da ötekine bağlıdır: savaşın içindedir, düşmanları vardır, özel bir zafer için çalışır.”
Geçmişle yüzleşme siyasal bir eylemdir
Nesrin Uçarlar, Arendt’en alıntıladığı “örgütlü yalan yok saymaya karar verdiği her şeyi ortadan kaldırmaya eğilimlidir” tespitinden hareketle, “Hakikat rejimlerinin, geleneksel ve modern yalanı bir arada kullandığını; sırları, niyetleri ve olgusal hakikatleri saklayan veya görüşlerle ikame eden yahut olgusal hakikatlere görüşlerle saldıran, yok saydıklarını yok etmeye kararlı bir örgütlü yalan/savaş rejimi şeklinde işlediğini söyleyebiliriz” diyor ve geçmişle yüzleşme mücadelesinin özellikle işçiler, kadınlar, siyahlar, yerliler, her türden azınlıklar, LGBTİ+ topluluklar ve sömürgeleştirilmiş halklar açısından siyasal bir eyleme tekabül ettiğini savunuyor.
Uçarlar, bir tv programında yapılan tartışmayı ele alıyor. Programa katılan Kürt milletvekillerinin bölgelerinde yaşanan hak ihlallerine, gıda ambargolarına, gözaltında kayıp ve faili meçhul cinayetleri dile getirdikleri konuşmalara karşın, bizzat programın sunucusu ve katılımcıların dayattığı mevcut rejimin devamını sağlayacak söylemlerine, Kürt sorununu “terörle mücadele” sorununa indirgeyen anlayışlara değiniyor ve bu türden tartışmaların, “ırkçılığı teşhir eden” tartışmalar olduğu tespitini yapıyor.
İnkar argümanlarına karşı bir dil geliştirilmeli
Milliyetçilik, militarizm, cinsiyetçilik arasında sıkı bir ilişki olduğunu, mevcut rejimin Kürdistan’da yürüttüğü olağanüstü şiddeti, “terörle mücadele” adı altında sunmasının, tv programlarının bu anlamda bir propaganda aracına dönüşmesinin, kamuoyunda “inkar” sürecini de beraberinde getirdiğini söyleyen Uçarlar, barış savunucularının, ırkçılığı besleyen “inkar argümanları”na karşı bir dil geliştirmesinin önemine vurgu yapıyor ve ırkçı argümanların dün olduğu gibi bugün de kullanılan bir yöntem olduğuna dikkat çekiyor: “ASALA ile PKK arasındaki ilişkiyi, “gavurî” militanların arasında Ermenilerin bulunduğu bilgisiyle dolaşıma sokarak, hem Ermeni soykırımını inkâr etme stratejisini sürdürme hem de Kürt meselesini İslami söyleme zapt ederek yok sayma ve terör meselesine tenzil etme amacı taşıyan bu yöntemin bugün de revaçta olduğunu söyleyebiliriz…Türklerin ve askerlerin resmî cenaze törenlerinin, Kürtlerin ve militanlarınsa cesetlerinin, sere serpe veya üst üste yığılmış şekilde gösterilmesi, ırkçılığın işleyişine dair bir imgeye, somut bir veriye dönüşüyor; gösterilebilir cesetler üzerinden öldürülebilir canlı bedenlere işaret ediliyor.”
AKP, cihad söylemiyle Türkiye’nin dindar ırkçılığını ve sömürgeciliğini ileri taşıdı
Yayınlanan tv programlarında din ve namus söylemi üzerinden algı yaratıldığını, iç savaş çıkartacakları iddiasının öne sürüldüğünü, 2010 yılındaki televizyon programlarında yer alan ceset görüntülerinin 2015 yılında yerini yıkım görüntülerine bıraktığına dikkat çeken Uçarlar, aynı zamanda İslam’a saldırı olduğu yönünde söylemlerin de devreye girdiğinin altını çiziyor.: “İslamiyet, Kürdistan’da sömürgeci yönetim ve şiddet politikalarını meşrulaştırmak üzere devletin başvurduğu temel kaynaklardan biri olageldi… AKP’nin, özellikle sivil toplum kuruluşları ağıyla, altyapı hizmetleriyle ve kadrolaşma yoluyla İslam ümmetini genişleterek Kürt kimliğini sindirmek üzere giriştiği çalışmalara ilaveten, şiddet araçlarını cihad söylemiyle “güzelleyerek” Türkiye’nin dindar ırkçılığını ve sömürgeciliğini ileri taşıdığını söyleyebiliriz.”
Hakikat arayışı ırkçılık karşıtı mücadeleyle ilişkilenmeli
Barışçıl bir hakikat arayışının “bedeli ağır bir siyasal tercih” olduğunu söyleyen Uçarlar, barışçıl hakikat arayışının, “olgusal hakikatleri savaş rejimlerinin dayattığı hakikat çerçevesiyle değil, barış talebini ve hakikat arayışını yükseltecek bir toplumsal ve hukuki kavganın araçlarına dönüştürerek görünür kılma yöntemleri üzerine düşünmeye çağrı niteliği” taşıdığını ifade ediyor ve barışçıl hakikat arayışının, ırkçılık karşıtı mücadeleyle ilişkilenmesinin önemine vurgu yapıyor ve bunun aynı zamanda bir hakikat kavgası olduğunu söylüyor: “Hakikati iktidar sistemlerinden kurtarmaya çalışmak, elbette romantik ve apolitik bir tasavvur; ancak hakikat arayışını hakikat rejimlerine tâbi olmadan sürdürmeye çalışmak, hakikatin gücünü bu sistemlerin egemenliğinden kurtarmak üzere mücadele etmek, hakikatin bizzat kendisini siyasi bir mesele hâline getirmek, yani hangi hakikatin ne tür iktidar ilişkilerine hizmet ettiğini ortaya çıkarmak, hakikat kavgası olarak görülebilir. Bu durumda, geçmişle yüzleşme mücadelesine içkin olan hakikat kavgası, sadece mevcut hakikat rejiminin hakikat kıldığı olgulara karşı muhalif hakikat rejiminin hakikat kılmaya çalıştığı olguları ortaya çıkarmakla sınırlı bir kavga olmayacaktır.”
Milliyetçilik, militarizm, cinsiyetçilik arasında bir ilişki olduğunu savunan Nesrin Uçarlar, ırkçı olmayan bir milliyetçiliğin de olmayacağını, milliyetçiliğin özünün ırkçılık olduğunu, uygulanan ayrımcılık türlerinin milliyetçilik adı altında meşrulaştırılmasına karşı çıkıyor ve “Irkçılık ancak milliyetçilik, sömürgecilik, türcülük ve cinsiyetçilik gibi diğer tahakkümcü doktrinlerle birlikte işleyebilir” diyor. Hem sağ hem de sol kesimde entelektüel birikimini ırkçılık yapmak için değil ama ırkçılığı gizlemek için kullananların varlığına dikkat çekiyor, özellikle şiddet ve suç bağlamında öne çıkarılması ve hesaplaşılması gereken bir duruma işaret etmesi bakımından ırkçılık üzerine eğilmenin önemine vurgu yapıyor. “Bu anlamda, ırkçı olmamanın, biyolojik ırk kavramına dayalı ayrımcılığa karşı olmak değil, somut ırkçı pratikleri tespit ederek ırkçılık karşıtı tavır almakla ve bu tavrın somut sonuçlarını, yani imtiyazları kaybetmeyi göze almakla mümkün olabileceğini hatırlatmak gerek… Kölelik, sömürgecilik, faşizm gibi ırk-temelli rejimlerin mirasıyla, milliyetçilik ve cinsiyetçilik gibi ayrımcılık türleriyle ve her türden dinî akımla sıkı bir ilişkisi olduğunu hatırlatmak gerek. Dolayısıyla, ırkçılığı savunmasız kılmak üzere, ırkçı nitelik taşıyan tekil ifadeleri ve eylemleri ırkçılıkla itham ederken, ırkçılığın esasen bir sosyal adaletsizlik meselesi olduğuna, yani temel özgürlüklerin kullanımı, doğal kaynakların dağılımı, eğitim, sağlık, barınma ve iş olanaklarına ve hukuka erişim meseleleriyle olan ilişkisine dikkat çekmek yerinde olur… Bugün mesele ırkçı olmamak değil, ırkçılık-karşıtı olmaktır; yani ırk temelli bir toplumsal yapı içindeki tüm aktörlerin bu yapıdan etkilendiğini; kimilerinin kazancının kimilerinin kaybı olduğunu ifşa eden bir ırkçılıkla mücadele tasarlamak.”
Dünya tarihlerinde, “isyankar”, “iç düşman”, “hain” vb. söylemlerle soykırımlar gerçekleştirildiğini, bu söylemin Türk devletinin Kürt meselesine ilişkin yaklaşımlarında da kullanıldığını, egemenin egemenliğini sürdürebilmesi için buna ihtiyaç duyduğunu ifade eden Uçarlar, bu anlamda ırkçılık karşıtlarının işinin ırkçılardan daha zor olduğunu dile getiriyor.
Hakikat Komisyonları, mağdurların siyasal özneler olarak değişime ve hesaplaşmaya katılmasını amaçlamalı
Hakikat arayışında geçmişle yüzleşmenin önemli olduğuna vurgu yapan Uçarlar Güney Amerika’da apartheid rejiminden sonra kurulan Hakikat Komisyon’larının işleyişi ve sonuçlarını eleştiriyor, Komisyon’un apartheid rejimiyle ve rejimin temelinde yatan ırkçı ve sömürgeci geçmişle yüzleşmeyi sağlayamadığını öne sürüyor. “Tazminatların öngörüldüğü gibi ödenememiş olması bir yana, siyahların zorla yerinden edilmesi, siyahları ve rejim muhaliflerini izlemek üzere uygulanan geçiş yasaları, bu yasalara takılan siyahların zorla çalıştırılması, siyahlara yönelik hukuk dışı tutuklamalar ve cezaevindeki kötü muameleler gibi ihlallere değinmeyen Komisyon’un, apartheid rejimiyle ve rejimin temelinde yatan ırkçı ve sömürgeci geçmişle yüzleşmeyi sağlaması mümkün olamıyor” diyor.
Hakikat Komisyonu’nun cezasızlığı sağlayan bir uzlaşma ile hareket etmesinin, Güney Amerika’daki rejimin farklı bir biçimde kendisini sürdürmeye devam etmesine yol açtığına vurgu yapan Uçarlar, ırkçılık ve sömürgecilik gibi tarihsel, yapısal ve sistematik suçlarla hesaplaşabilmek için mağdurların iyileştirilmesi ve tatmin edilmesinin yeterli olmadığını, siyasal özneler olarak değişime ve hesaplaşmaya katılmasının amaçlanması gerektiğine işaret ediyor. Cezasızlık, ırkçılığın, şiddetin ve eşitsizliğin sürmesine de yol açtığını, yine imtiyazlı kesimin geçmişle yüzleşildiği veya ırkçılığın sona erdiği algısını pekiştirme işlevi gördüğünü dile getiriyor.
Uçarlar yapılması gerekenler olarak şunları sıralıyor:
Devlet kökenli veya kurumsal cürümlerde tezahür eden yapısal şiddetin, ırkçılık ve sömürgecilik gibi kaynaklarına ve dolayısıyla sürekliliğine odaklanmak.
Geçiş süreci adaletini, suçu doğuran mekanizmalara yöneltmek ve çatışma sonrası dönemi bir “suç mahalli” olarak görmek.
Suçun kaynağında yatan ırkçı mekanizmaların özel işleyiş biçimlerini tespit etmek üzere geriye dönük araştırmalar yapmak ve bu işleyiş biçimlerine müdahale etmek üzere geleceğe yönelik tedbirler alınmasını sağlamak.
Tazminatların sadece nakdi ödemeler şeklinde değil, eğitim, sağlık, iş olanaklarıyla, mağdurların ve özellikle de kadınların mevcut iktidar ilişkilerini değiştirmelerine imkân verecek şekilde planlamak ve cezai hukukun bu tür tazminatları düzenlemek üzere yeniden yapılandırmak.
Barış müfredatları oluşturulmalı
Eğitim üzerine devlete tavsiyelerde bulunmak ve bu tavsiyeleri okulların keyfine terk etmek yerine resmî ve gayriresmî eğitim kurumlarında ve her tür meslek içi eğitimde görev alan eğitmenlerle birlikte çalışmanın, sadece çocukları ve gençleri değil yetişkinleri de kapsayan, geçmişteki çatışmayı bugünkü ihlallerle ve ırkçılık gibi sistematik yapılarla ilişkilendiren bir geçmişle yüzleşme eğitimi önermek.
Uçarlar, oluşturulacak bir barış müfredatının, insanlık suçları işlenirken sessiz kalınmasına dair “makul” açıklamaların gözden geçirilmesine; inkârın, bahanenin, ataletin ve sorumsuzluğun siyasallaşmasına vesile olabileceğini söylüyor.
Estetik siyasal eylemler
Yakın tarihte çeşitli tartışmalara sebep olan, Ahmet Güneştekin’in “Hafıza Odası” sergisi gibi sergilerin, performans sanatları gibi etkinliklerin de geçmişle yüzleşme pratikleri açısından önemine vurgu yapan Uçarlar, “Anlatılan ve özellikle de anlatılamayan hakikatlerin estetik yollarla aktarılmasını sağlayan performans sanatlarının ya da mağdurların gündelik hayatlarından, sorunlarından ve ihtiyaçlarından yola çıkılarak üretilen çağdaş sanat eserlerinin, özellikle hafızalaştırma ve muhalif hakikatleri görünür kılma bakımından önemini teslim etmek gerek. Bu tür estetik siyasal eylemleri, geçmişle yüzleşme çalışmalarını ve ırkçılık-karşıtı mücadeleyi sistematik hâle getirme olanakları olarak da düşünebiliriz.” diyor.
Nesrin Uçarlar, “Türkiye’de “suyun gelirden daha adaletsiz dağıtıldığı” durumları tespit etmek açısından arşivlemenin de önemine dikkat çekiyor, arşivlemenin adli hakikat oluşturmaktan kolektif hafıza yaratmaya dek pek çok işleve sahip olabildiğine, ırkçılığın inkar repertuarını daralttığına değiniyor.