Fatoş Osmanağaoğlu yazdı
Tayyip Erdoğan ve AKP’nin, sürekli yaptıkları gibi, sap ile samanı birbirine karıştırıp gerçekleri göz önünden uzaklaştırma çabası aynı hızla devam ediyor. Bugün içinde bulunduğumuz durumu/kaosu ve gelecekte neler olabileceğini değerlendirebilmek için, 7 Haziran seçimlerine hangi iklimde girdiğimizi ve sonrasında yaşananları, yani çok kısa bir geçmişi kronolojik olarak sıraladığımızda tablo netleşiyor.
HDP’nin seçime parti olarak girme kararı ve seçim sonucunda aldığı 6 milyon oy, ülkedeki siyasi dengeleri ve Erdoğan’ın bütün hesaplarını alt üst etti. Buradan çıkardığı sonucu hemen paylaştı: erken seçim. Çünkü, yolsuzluklarla beraber IŞİD ile kurduğu ilişki, MİT tırlarının taşıdığı ve bir türlü izah edemedikleri silahlar, sınırları bu örgüt için yol geçen hanına çevirmesi, ülkeden fotoğraflanan kampları ve IŞİD’in el koyduğu petrolü Türkiye üzerinden pazarlaması, iktidarını kaybettiği anda hem yurt içinde hem de Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanacağını net olarak göstermiştir. HDP, politikaları ile Erdoğan’ın ayağına çelmeyi takmış ve yere düşürmüştür. Şimdi ayağa kalkabilmesi için HDP’yi ve bu partiye oy veren milyonları denklemin dışında bırakmaya çalışmaktadır. Kürtleri kaybettiğini bildiğinden milliyetçi oylara yüklenmeye devam etmekte, halkın milliyetçi/ırkçı damarını kabartarak MHP tabanından oy devşirmeye devam etmek istemektedir.
Ateşkesi bozan Erdoğan’dır
Erdoğan’ın seçim öncesi yazdığı senaryo askerle PKK’yi karşı karşıya getirmeye yetmemiştir. Kürt halkının olağanüstü çabası, canlı kalkanları bu oyunu bozmuştur. Diyarbakır katliamı bile Kürt halkının duruşunu değiştirememiştir. Yeniden seçime gitmeye karar veren Erdoğan (burada Davutoğlu’ndan bahsetmeye gerek yoktur, çünkü satranç deyimiyle sadece bir piyondur ve ilk fırsatta Erdoğan kendisinden kurtulacaktır) seçim sonrasında aynı senaryoyu uygulamaya devam etmiştir. Kürt halkı büyük bir özveri ile buna engel olmaya çalışarak durumunu korumuştur. Buna karşılık Erdoğan, “çözüm süreci”nin bittiğini AKP içindeki avaneleri kanalıyla ve bizzat kendisi ilan etmiştir.
AKP/Erdoğan, gerçekte bütün çatışmasızlık dönemini KCK’yi geriletmek ve yeni bir savaşa hazırlanmak için kullanmıştır. Güvenlik barajlarının, sınır bölgelerine kalekol/karakolların inşa edilmesine, korucu alımlarına devam edilmiş, dağları, ekili tarım alanlarını yakma gibi eylemler sürdürülmüş ve artan biçimde hem dağda HPG’ye hem de şehirlerde Kürtlere ve sosyalistlere karşı operasyonlar yapılmıştır. KCK sözcüleri ise bu süreçte, AKP’nin bu uygulama ve saldırılarının halen tek taraflı devam ettirdikleri çatışmasızlığı anlamsızlaştırdığını, “ateşkes tutumunun istismarı sürdüğü takdirde” buna izin vermeyeceklerini tekrar tekrar, altını çizerek açıklamıştır. KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanlığı son olarak 11 Temmuz’da saldırılara boyun eğmeyeceklerini ve misilleme olarak askeri yöntemlere başvuracaklarını ilan etmiştir.
Oyunda kalmanın karşılığı: İncirlik
Peki bu sıralarda dünyada bölgemizi de ilgilendiren ne gibi gelişmeler olmaktadır? İran’la BM Güvenlik Konseyi 5 daimi üyesi + Almanya 16 Temmuz’da bu ülkeye yönelik ekonomik ve politik ambargonun kaldırılması konusunda anlaşmıştır. İran artık Ortadoğu denkleminin içinde daha da güçlenerek yer almıştır. İran, Irak’ta merkezi hükümeti nüfuzu altında tutmakta, aynı zamanda Suriye’de fiilen askeri olarak da Esat rejimini desteklemektedir. Suriye’nin var olan durumu ile ayakta kalması Lübnan’dan Filistin’e, Irak’tan Yemen’e kadar geniş bir coğrafya açısından önemlidir. ABD ile İran’ın anlaşması bu kapsamda değerlendirilmelidir. ABD Suriye ile ilgili politikasını (Esat rejimini devirme odaklı) değiştirmiş ve manevralarını yapmıştır. Erdoğan ise Yeni Osmanlıcılık ve “sultanlık” hayallerinden kurtulamadığı için dış politikası tamamen çökmüştür. Başlangıçta ABD, sonrasında Katar ve Suudi Arabistan ve Türkiye devleti eli ile palazlandırılan IŞİD adlı katil ordusu büyümüş, bugün İngiltere kadar geniş bir coğrafyada hüküm süren gayri meşru bir devlete dönüşmüştür.
IŞİD’in karşısında durabilen tek güç Suriye’de PYD, Irak’ta PKK’dir. ABD daha önceleri yaptığı gibi kendi askeri ile karada çatışmaya girmeme kararı vermiş olduğundan (bununla ilgili Rusya ile de anlaşmıştır, bu olasılık konuşulduğu sıralarda Rusya’nın BM’de çok sert yanıt verdiğini hatırlayalım) yerel güçleri destekleyerek Suriye’yi yeniden şekillendirmeye çalışmaktadır. Suriye’de IŞİD’i geriletmek için destekleyebileceği tek ciddi askeri güç YPG/YPJ’dir ve ABD de bunu görmektedir. PYD Tel Abyad’ı da düşürdükten sonra şirazesi iyice kayan ve ABD’yi de verdiği destek için suçlayarak, PYD’yi “terörist” ilan eden Türkiye’nin ısrarlarına rağmen ABD bildiğini okumaktadır.
ABD’nin İran’la anlaşacağı netleşip, iş imzaya kalırken başka bir gelişme oldu. Obama’nın (IŞİD’le mücadele) Özel Temsilcisi John Allen Türkiye’ye geldi. Erdoğan ve AKP’nin yukarıda özetlediğimiz Suriye’ye müdahaleleri çok net olduğundan, Allen, “güvenli bölge” masallarını falan da kaale almayıp İncirlik Üssü’nü IŞİD’e karşı kullanma kararını bağlayıp gitti (11 Temmuz). Son bir ay içerisinde dünya medyasının önemli yayınları, The New York Times, The Guardian, Times, ayrıca Fransa, Almanya, İngiltere ve en son olarak İran da Türkiye’nin IŞİD’e verdiği desteği yüksek sesle teşhir etmekte ve kınamaktadır. Erdoğan köşeye sıkışmış ve yapacağı bir şey kalmadığından başta İncirlik olmak üzere tüm üsleri kullanıma açmıştır. Bu anlaşma yapıldığında hiçbir şey alınmadan üslerin ABD’nin kullanımına açıldığını itiraf etmemek için Hükümet sözcüsü Arınç basın karşısında epey ter dökmüştür. Yani “IŞİD sınırda askerimizi şehit etti ondan sonra üssü açtık” açıklaması AKP’nin algı operasyonlarının bir parçasıdır.
IŞİD’e saldırı göstermelik
Bu süreci gördükten sonra şimdi Suruç katliamına gelelim. 20 Temmuz’da 300 genç, sosyalist, SGDF organizasyonu ile Gezi’den Rojava’ya bir yol oluşturarak, hem Kobane direnişini selamlamak hem de Kobane’nin yeniden yapılanmasına destek olmak için ve orada yaşayanların, özellikle de çocukların acı ve sıkıntılarını bir nebze hafifletebilmek için Suruç’ta toplanmışlardı. Bir IŞİD canlı bombacısı 32 gencimizi katletti, 100’ün üzerinde yaralı gencimiz var. Halen ağır yaralılar olduğunu biliyoruz. Ortaya çıkan bilgiler, AKP/MİT’in boylu boyunca bu katliamın içinde olduğunu gösteriyor.
Bu ülkenin vicdanlı insanlarını derinden sarsan bu katliamdan sonra bile AKP, IŞİD’e karşı elle tutulur bir tavır almamıştır; Davutoğlu’nun “her türlü teröre karşı tüm Meclis bir açıklama yapalım” minvalindeki yüzeysel açıklamalarının dışında. Ardından “sınırda IŞİD’liler ‘Türk’ askerine ateş açtı cezalarını verdik” açıklaması geldi. (Sınırdan geçen IŞİD’liler her gün geçtikleri yerden geçemediklerinde öfkeyle ateş açmış olabilirler. Ya da “dört kişi gönderir sekiz füze atarız, olur biter” senaryosu uygulanmıştır.) Hemen arkasından da “üsleri IŞİD’e karşı açtık” diye yandaş medya tarafından köpürtülen haberler, hükümet açıklamaları geldi.
Erdoğan Obama görüşmesi ve hemen sonrasında Suriye’de IŞİD’e atılan göstermelik birkaç bomba! Aynı anda PKK Kandil’de bombalanmaya başladı ve IŞİD’e yönelik olanla karşılaştırılamayacak şiddette ve kapsamdaki bombardıman halen devam ediyor. ABD, AKP/Erdoğan’ın Obama’dan PKK’yi bombalamak için aldığı izni abarttıklarına karar vermiş olmalı ki sözcüleri açık biçimde Türkiye’nin ileri gittiğini deklare etti.
Asıl hedef Kürtler ve Kandil
Erdoğan, ABD’ye boyun eğerek IŞİD’e karşı göstermelik de olsa adımlar atmak zorunda kalmış, bu arada IŞİD’i kullanarak ülkede savaş başlatmıştır. IŞİD’e sözde operasyonlar yapıp, aldıklarını iki gün sonra bırakmakta, diğer yandan Kürtlere ve sosyalistlere çok daha kapsamlı bir gözaltı-tutuklama saldırısını sürdürmektedir. Resmi rakamlarla 1300 Kürt ve sosyaliste, 200 IŞİD’liye gözaltı yapılmış ama IŞİD’lilerin önemli bölümü serbest bırakılmış, diğerlerinin büyük çoğunluğu tutuklanmıştır.
AKP/Erdoğan Kandil’i bombalayarak, gözaltı-tutuklama dalgasını genişleterek savaşı kışkırtmakta, Kürt gerilla ve milisleriyle asker ve polis cenazelerinin yaratacağı gerilimden medet ummakta ve böylece bir yandan milliyetçi oyları kendisine çekip diğer yandan HDP’yi zayıflatarak yapılacak bir erken seçimde Meclis çoğunluğunu ele geçirme planını uygulamaktadır. Seçimi kazanmak için belki yüzlerce insanın canını hiçe saymaktadır. Dışarıda ise “Artık ben de IŞİD’e karşıyım” görüntüsü vererek üzerinde oluşan uluslararası baskıyı hafifletme çabası içindedir.
TC ordusunun durumuna da bakmak gerekirse; seçim öncesi Suriye’ye girmek hevesinde olan Erdoğan’a uymamakla birlikte, şimdi mesele PKK olunca derhal harekete geçmiştir. Erdoğan’ın kaygıları onları ilgilendirmese de Irak ve Suriye’de güçlenen Kürt gerçekliği halen en büyük tehlike olarak görülmektedir. Güney Kürdistan’da güçlenen PKK ve Suriye’de kurulan Rojava kantonlarının sınır komşusu olma hali alerjilerini artırmaktadır.
Düşük yoğunluklu-kontrollü savaş
Şimdi içinde bulunduğumuz durum nedir? Bunun adını doğru koymak gerekir. Kimileri “savaş” diyor, “İç savaş geliyor” diyor. Sorulardan biri de “90’lara geri mi dönüyoruz?” Bizi neler bekliyor, PKK halk savaşı mı başlatıyor? HDP ve seçimlerde oy veren 6 milyon insan bunun neresinde ve beklentisi nedir?
İçinde bulunduğumuz durumu “düşük yoğunluklu-kontrollü savaş” diye tanımlayabiliriz. Bu durumdan çıkmak mümkündür. Barışı istediğini ve çözüm sürecine dönülmesi gerektiğini KCK de açık biçimde ifade etmektedir. PKK Kongra-Gel Eş Başkanı Remzi Kartal verdiği röportajda “Siyasi olarak meselenin tartışılmasının önü açılırsa PKK silahı toptan gündemden çıkartmaya hazırdır” demiştir. HDP’nin tüm parti yöneticileri çözüm için ateşkes çağrısını yüksek sesle ve sürekli yinelemektedir. Tabii bu arada YDG-H veya milis güçlerinin sıradan polis veya asker öldürmelerinin Türkiye’nin batısındaki halk arasında yarattığı tepkilerin barış çabalarını kamuoyu nezdinde kötü etkilediği, biriken dağlar gibi öfke anlaşılır olmakla birlikte bunun kontrolsüz tepkilere dönüşmesinin vereceği zararlar da ortadadır. Bunun yanı sıra CHP de eski ulusalcı reflekslerinden bir miktar kurtulduğu ve bu kaosa ülkeyi Erdoğan’ın soktuğunu gördüğü için barış sözünün oluşmasına katkı vermeye çalışıyor. MHP ise bildiğiniz gibi. AKP içinden bile kimilerinin, bazen açıktan bazen gazeteciler aracılığıyla isimsiz demeçlerle çözüm sürecine dönülmesini istediklerini öğreniyoruz. Bu verilerden hareketle PKK’nin topyekün bir halk savaşı başlatacağını öngörmüyoruz.
Peki “İç savaşa gider miyiz?”, “90’lara geri döner miyiz?” Gezi’den sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olamaz. Kamuoyu araştırmalarından öğreniyoruz ki MHP seçmeninin bile yüzde 45’i çözüm sürecini destekliyor. Tabanının, MHP yöneticilerinin ve Devlet Bahçeli’nin şahin sözleri ile uyuşmadığını görüyoruz. Halklar artık Kürt sorununun çözümünü istiyor. Aynı zamanda demokratik bir toplum, özgürlüklerinin kısıtlanmadığı bir yaşam istiyor. Gezi dinamiklerinin seçimlerde önemli ölçüde HDP’nin yanında olduğunu biliyoruz. HDP’nin yaptırdığı bir araştırmanın sonuçlarının gösterdiği gibi, genç oylarının oranının yüksekliği de bunu teyit ediyor. Eğer Erdoğan bunu topyekün bir savaşa dönüştürmeye kalkarsa ciddi bir direnişle karşılaşacaktır. Bu nedenle HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması, başta Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş olmak üzere vekillerin yargılanması gibi hareketlere cesaret ederlerse bunun sonuçları ülke için çok ağır olacaktır.
Erdoğan’ın söylemlerinden anlaşılıyor ki, yeniden seçime gidiyoruz. Fakat ne zaman ve nasıl? Pek sevdiği anketler AKP’nin tek başına iktidarını gösterene kadar buna karar verilmeyeceği görülüyor. (Gerçi belki de o gün hiç gelmeyecek!) Yine gazetecilerden, Erdoğan’ın Ağustos’un ilk on gününde yapılacak araştırma sonuçlarına göre karar vereceğini de öğreniyoruz. Koşullar oluşana kadar ya azınlık hükümetiyle ya da biraz daha uzun vadede seçime gidecek şekilde AKP-MHP hükümeti ile seçime gidebileceklerinin emareleri var. Tabii böyle bir hükümet kurulursa MHP’nin sonu olur; bunu da yaşayarak göreceğiz. CHP ile hükümet kurma çalışmalarının göstermelik olmaktan öteye gitmediği açıktır.
Savaşa karşı Barış Bloku
Tüm bu sözlerimizin ardından HDP ve HDP’liler, yani “Bizler” ne yapmalıyız? Yanıtlanması en önemli sorulardan biridir bu. Kısa bir süre önce Barış Bloku kurulmuştur. Bu Blok, HDP’den sendikalara, sosyalist partilere, örgütlere ve CHP’li bazı vekillere kadar geniş bir yelpazeden oluşmuştur. Şimdi yapmamız gereken bu oluşumun aşağıdaki ayaklarını, meclislerini oluşturmaktır. İlmek ilmek örerek bu demokrasi ve barış cephesini büyütmek gerekir. Tüm illerde, ilçelerde mahallelerde bir an evvel bir araya gelerek, önüne hedefler koyarak, eylem ve kampanyalar örgütleyerek, yıllardır özlediğimiz bu cepheyi büyütmek gerekir.
HDP bu oluşumun motor gücü olmalı, ama aynı zamanda HDP’nin ötesinde geniş bir yelpazeyi bünyesinde barındırdığını dikkate alarak o çeşitliliğin gerektirdiği esneklikleri göstermelidir. Bu sol muhalefet önümüzdeki dönemde hem acılarımızı hafifletecek bir ses getirebilir hem de barışı tesis etmenin önemli bir aracı olur. Barış Bloku’nun kurulması, tüm ezilen halkların ve inançların, emekçilerin, kadınların ve ekoloji mücadelesinin geleceği için önemli yeni bir başlangıçtır. Yönetenlere, sermayeye, savaş çığırtkanlarına ve çözümsüzlüğü dayatanlara karşı birlikte daha güçlü olacağımız kesindir.