Îlham Ahmed, Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’nin (KDSDÖY) dış ilişkilerden sorumlu iki temsilcisinden biridir. Ahmed, Afrin doğumlu bir Kürt. 1990’dan beri bölgede demokratik ve çoğulcu bir sistem için çalışma yürütüyor. Bugün uluslararası düzeyde özyönetimi temsil ediyor.
Çeviri: Siyasi Haber
Justus Johannsen: Sayın Ahmed, Suriye’de yaşayan bir Kürt kadını olarak siz de diktatör Beşşar Esad döneminde çok acı çektiniz. Onun on üç yıllık savaştan sonraki düşüşü sizin için ne ifade ediyor?
İlham Ahmed: Baas rejimi yıllarca Kürtlere karşı acımasız bir politika izledi; buna Kuzey Suriye’deki köylerini ellerinden almak ve yerlerine Arapları yerleştirerek oradan sürmek de dahildir. Bu uygulama aynı zamanda “Arap kuşağı” politikası olarak da biliniyordu. Kürtler sistematik olarak siyasi faaliyetten dışlandı ve siyasetle uğraşanların çoğu tutuklandı ve işkence gördü. Bu baskının bir örneği, rejimin Araplar ve Kürtler arasında bir çatışmayı kışkırtmasıyla gerçekleşen, çok sayıda insanın öldüğü 12 Mart 2004’te Qamişlo stadyumunda yaşanan katliamdır.
Baas rejimi Suriye’nin etnik ve dini çeşitliliğini ve kadın haklarını görmezden geldi ve iktidarını baskı üzerine kurdu. Bu rejimin devrilmesi, özgürlük ve demokrasi için çabalayan tüm Suriyelilerin, özellikle de Kürtlerin arzusuydu. Ancak bu sevinç, Türk devletinin şu anki saldırılarıyla gölgeleniyor. Türkiye, Kuzey Suriye’de işgal ettiği bölgelerden Kürtleri kovma ve yerlerine Sünni Arapları yerleştirme konusunda çok benzer bir politika izliyor.
Johannsen: Türkiye’nin Afrîn’i işgal etmesinden bu yana, Kürt nüfusunun çoğunluğu yerinden edildi. Kürt nüfusu %97’den %35’in altına düştü. HTŞ gibi silahlı İslamcı gruplar Esad rejimini devirirken, Türkiye şimdi KDSDÖY bölgelerine doğrudan saldırmaya başladı. Amacı nedir?
Ahmed: Türkiye, Suriye’deki gelişmeleri, 2018’den beri işgal altında olan Afrîn bölgesinden giden on binlerce mültecinin yaşadığı Til Rifat bölgesine kontrolü altındaki İslamcı paralı askerleri saldırtmak için kullandı. Bu, yaklaşık 150 bin kişinin yerinden edilmesine, Fırat’ın doğusundaki özerk bölgelere kaçmak zorunda kalmasına yol açtı. Bunun sonucunda Türkiye, paralı askerlerden oluşan Suriye Milli Ordusu (SMO) ile Minbiç şehrine de saldırdı. Ancak, tüm askeri birliklerin çekilmesini ve Minbiç’te sivil bir yönetim kurulmasını öngören ateşkes anlaşması Türkiye tarafından bozuldu ve hala uygulanmıyor.
Özellikle Minbiç nüfusunun yaklaşık %30’unu oluşturan Kürtler ve özerk yönetimde aktif olarak yer alanlar, Türkiye destekli paralı askerlerin saldırılarına maruz kaldıkları için kaçmak zorunda kaldılar. Yağmalama, yerinden etme ve savaş suçları işlendi. Minbiç’e yapılan saldırı, şehri Esad rejiminden kurtarmayı amaçlamıyordu, KDSÖBY’nin bir parçası olan, çoğunluğu Araplardan oluşan Minbiç Askeri Konseyi’ne yönelikti. Bu askeri konsey, sözde İslam Devleti’nden kurtarılmasından bu yana şehri Türkiye’nin saldırılarından koruyor.
Johannsen:Türkiye’nin Suriye’deki hedefi nedir?
Ahmed: Şimdiden Türk devleti kendisini Suriye’nin başındaymış gibi gösteriyor ve neyin yapılıp neyin yapılmayacağı konusunda talimatlar veriyor. Türkiye şimdi İslamcı paralı askerlerini kullanarak kalan bölgeleri zorla ele geçirmeyi planlıyor. NATO üyesi olarak bölgede NATO stratejisine uygun hareket ediyor. ABD çatışmayı diyalog yoluyla çözmeye çalışsa da Türkiye’nin diyaloğu reddettiği ve savaşta kararlı olduğu açıktır. Bu nedenle Türkiye’nin işgal politikasına ve bölgenin istikrarsızlaştırılmasına karşı net bir duruş sergilemek acilen gereklidir.
Johannsen: Kobanê ve diğer bölgelere saldırı kaçınılmaz mı?
Ahmed: Evet, Türk devletinin Kobanê’ye saldırıları devam ediyor, elektrik ve su kesintiye uğradı ve oradaki sivil halk büyük bir tehlikeye maruz kalıyor. Türk devleti açıkça Kobanê’ye bir saldırı için hazırlanıyor, halk ve Kürt-Arap-Hristiyan ittifakı Suriye Demokratik Güçleri (SDG) şehri savunmak için yoğun hazırlıklar yapıyor. Kobanê, IŞİD’e karşı direnişin sembolüdür ve bu nedenle Türk devletinin bu saldırıları her ne pahasına olursa olsun engellenmelidir.
Johannsen: SMO paralı askerlerinin bölgede halkı yerinden ettiği ve sivil nüfusa yönelik saldırılarda bulunduğu haberleri alınıyor. Sahadaki insani durum nedir? Yerel hükümet bu durumla nasıl başa çıkıyor?
Ahmed: Tam olarak, SMO kötü muamele ve savaş suçlarıyla bilinir. Sivil halkın durumu çok kötüdür, çünkü saldırılarla şaşırdılar ve İslamcı paralı askerlerin sergilediği vahşetten korktukları için, tüm eşyalarını geride bırakarak Fırat’ın doğusundaki bölgelere kaçmak zorunda kaldılar. Mültecilerin çoğu şu anda özerk yönetimin okul binalarında yaşıyor ve bu da eğitim faaliyetlerini kısmen durdurdu.
Aynı zamanda, Kuzeydoğu Suriye’deki özerk yönetim bölgelerinde Türk işgali altındaki bölgelerden gelen çok sayıda mülteci ve Lübnan’daki savaş nedeniyle buraya sığınanlar var. Bu nedenle, kış koşulları karşısında bu insani krizle başa çıkmak ve özellikle çocukların ve yaşlıların temel ihtiyaçlarını karşılamak için acilen yardıma ihtiyacımız var.
Johannsen: Aynı zamanda özerk bölgelerde on binlerce IŞİD destekçisini tutmaya devam ediyorsunuz .
Ahmed: Evet, özerk yönetimin hapishanelerinde hala yaklaşık 12 bin IŞİD destekçisi var, bunlara çeşitli kamplardaki yakınları da ekleniyor. Türkiye’nin saldırıları doğal olarak oluşturdukları tehlikeyi daha da kötüleştiriyor. Son zamanlarda kampların ve hapishanelerin içinde ve dışında firar ve isyan girişimlerinin sayısında büyük artış var ve IŞİD’in uyuyan hücrelerinin faaliyetleri ve saldırıları da artıyor. Dolayısıyla uluslararası koalisyonun ve SDG’nin IŞİD’e karşı operasyonları devam ediyor. Ancak Türkiye’nin saldırılarının motive ettiği IŞİD’in oluşturduğu tehdit hala çok büyük. Ayrıca, savaş genişlerse güvenlik görevlilerini cepheye kaydırmak zorunda kalacağımız için güvenlik açısından oldukça kaygı verici bir durumdayız. IŞİD savaşçılarının serbest kalması, hesaplanamaz bir küresel tehdit oluşturuyor.
Johannsen: HTŞ’nin Suriye’nin büyük bir bölümünü sadece on bir günde ele geçirmesi nasıl mümkün oldu? Bu sizi şaşırtmadı mı?
Ahmed: HTŞ’nin bir saldırı planladığını biliyorduk, ancak sadece kritik öneme sahip M5 yoluna kadar olan bölgeleri almak istediklerini varsaydık. Aniden, Suriye’nin güneyinden silahlı grupların saldırıya katılmasının ardından Halep, Hama, Humus ve hatta Şam’ın ele geçirildiğini gördük. Ancak, bu gelişmeler yoğun çatışmaların sonucu değildi, çünkü rejim çok az direniş gösterdi ve Rusya ile İran desteklerini çekti.
Türk devleti ve istihbarat servisleri uzun zamandır Arap halkı arasında korku yaratmaya ve bölgeyi istikrarsızlaştırmak amacıyla Kürt-Arap çatışması çıkarmaya çalışmaktadır.
Görünüşe göre Rusya’nın kapasitesi Ukrayna savaşıyla zayıfladı ve Suriye’den asker çekmek zorunda kaldı. Baas rejimi halkını veya müttefiklerini dinlemedi ve pozisyonunda ısrar etti, bu da Rusya ve İran’ın geri çekilmesine yol açtı. İran ve vekilleri Gazze, Lübnan ve Yemen’deki savaşlarda ağır yenilgiler aldı. Ayrıca, Suriye’deki İran’ın silahlı güçleri uzun bir süre boyunca İsrail tarafından bombalandı ve ciddi şekilde zayıflatıldı. Sonuç olarak, İran artık direnme pozisyonunda değildi. Rejim artık izole edilmişti ve saldırıları savuşturamıyordu, bu da HTŞ’nin bu şehirleri ele geçirmesini nispeten kolaylaştırdı.
Johannsen: Suriye’deki eski IŞİD başkenti Rakka’da Arap nüfusun protestolarına SDG’nin ateş açtığı iddialarının arkasında ne var? Özyönetim projesinin arkasındaki Kürt-Arap ittifakı yeterince güçlü değil mi ve şimdi dağılma tehlikesiyle mi karşı karşıya?
Ahmed: Durum göründüğü gibi değil. Türk devleti ve gizli servisleri uzun zamandır özerk yönetim bölgelerindeki Arap nüfusu arasında manipülatif propaganda yoluyla korku yaratmaya ve bölgeyi istikrarsızlaştırmak için bir Kürt-Arap çatışması kışkırtmaya çalışıyor. Bunu, çeşitli nüfus gruplarının ortak demokratik özyönetimini savunarak ve açık diyalog arayışını sürdürerek karşılıyoruz.
Rakka’daki son olaylar bu tür provokasyonlara bir örnektir. Rejimin düşüşünü kutlamak ve Suriye devriminin bayrağını selamlamak için düzenlenen bir miting sırasında, silahlı adamlar aniden kalabalığa ateş açtı ve çok sayıda yaralanma meydana geldi. Türk medyası hemen SDG’nin sivillere ateş ettiğini bildirdi. Ancak daha sonra bu kişilerin kasıtlı olarak bir provokasyon yaratmak amacıyla konuşlandırıldığı ortaya çıktı. Tutuklandılar ve Rakka halkı SDG’nin veya asayiş güçlerinin sivillere ateş açmayacağını anladığı için ortam sakinleşti.
Johannsen: Avrupa Birliği ve Alman hükümetinin mültecilerin Suriye’ye geri dönmesine ilişkin görüşmeleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Durumun istikrara kavuşması ufukta görünüyor mu?
Ahmed: Suriye’deki durum belirsizdir ve Suriye halkının kendi geleceğine karar vereceği bir Suriye içi çözüme acil ihtiyaç vardır. İnsani krizle başa çıkmak için Suriye’nin tüm bölgelerini kapsayan ortak bir ulusal komiteye ihtiyaç var. Sivil nüfusa insani yardımın dağıtımı için adil ve şeffaf bir sistem oluşturulmalıdır. İnsani yardımın, cömert bağışçı görüntüsü verecek şekilde Türk devleti aracılığıyla iletilmesinin yanlış bir yaklaşım olduğuna inanıyoruz. Alman hükümeti ve AB, bunun yerine merkezi olmayan ve adil bir sistemi savunursa, bu yardımın gerçekten ihtiyaç sahiplerine ulaşmasını sağlayacaktır.
Johannsen: ABD ve AB tarafından terör örgütü olarak listelenen HTŞ’nin lideri Ebu Muhammed el-Culani, Irak’taki eski bir IŞİD üyesidir, ancak son zamanlarda Kürtlere ve diğer azınlıklara karşı hoşgörü mesajları veriyor. Şam’daki yeni geçici hükümetten ne bekliyorsunuz?
Ahmed: Bu duruşun ne kadar ciddi olduğu ve uygulanıp uygulanmayacağı henüz belli değil. Yeni rejimin karakterini HTŞ liderliğindeki geçiş hükümeti belirlememeli. Sünniler, Kürtler, Hristiyan Aramiler [Süryaniler], Ermeniler, Dürziler, Aleviler ve Suriye’deki tüm nüfus gruplarını, özellikle de kadınları içeren yeni bir geçiş hükümeti kurulmalı. Bu, Suriye’nin toplumsal çeşitliliğine uygun seçimler ve yeni bir anayasa hazırlamanın tek yoludur. Colani’nin geçmişi ne olursa olsun, Suriye’nin demokratik geleceği bu ilkeler doğrultusunda şekillenmelidir.
İdlib’deki rejim kabul edilemez. Özellikle kadınlara başörtüsü takmayı zorunlu kılmak isteyen HTŞ’nin kadın düşmanı tutumu fikirlerimizle uyuşmuyor. Kürtlere yönelik olumlu ifadeler artık uygulamaya konulmalı. Türk işgali altındaki Afrîn’den gelen Kürt mülteciler evlerine dönebilmeli, ayrıca Guta, İdlib ve Deraa’dan getirilen Arap nüfus da geri dönmelidir. Yeni geçiş hükümeti bundan sorumludur.
Johannsen: Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi, Suriye’deki tüm aktörleri ortak bir siyasi diyaloğa davet ettiği on maddelik bir plan duyurdu. Sizce Suriye’de barışçıl ve demokratik bir gelecek için ne gerekiyor?
Ahmed: Birçok kişi artık Suriye’de demokrasi ve barıştan bahsediyor, ancak oraya nasıl varacağımıza dair net ilkelere ihtiyacımız var. Kuzey ve Doğu Suriye’deki özerk yönetim girişimi her şeyden önce çözümler konusunda dürüst bir diyalog için temel oluşturmayı amaçlıyor. Bölgemizde, özerk yönetim şu ana kadar beş milyon insanın güvenliğini ve temel ihtiyaçlarını sağlamayı başardı. Demokratik özyönetim yoluyla kazandığımız deneyimle Suriye’nin diğer bölgelerini de destekleyebiliriz.
Farklı toplulukların barış içinde bir arada yaşaması, doğrudan demokrasi ve özellikle kadınların özgürlüğüne ilişkin kazanımların bölgede eşi benzeri yoktur. Askeri konularda da, YPJ’nin kadın [savunma] birlikleri de dahil olmak üzere, Suriye ordusunun bir parçası olmaya ve tüm Suriye halklarının kendi kaderini tayin hakkı konusundaki sorumluluğumuzu yerine getirmeye her zaman istekli olduğumuzu gösterdik. Özerk yönetimimizin on maddelik planla başlattığı inisiyatif, tüm Suriye’yi kapsayan bir anlaşmaya varmayı hedefliyor ve bize göre ortak diyalog bunun için en önemli temeldir.
JUSTUS JOHANNSEN’in Jacobin.de için ÎLHAM AHMED ile yaptığı röportajı sunuyoruz. AHMED, Baas iktidarının yıkılışı sonrasında Özerk Yönetimin karşılaştığı sorunları ve çözüm önerilerini anlattı: “Yeni rejimin karakterini HTŞ liderliğindeki geçiş hükümeti belirlememeli. Suriye’deki tüm nüfus gruplarını, özellikle de kadınları içeren yeni bir geçiş hükümeti kurulmalı. Bu, Suriye’nin toplumsal çeşitliliğine uygun seçimler ve yeni bir anayasa hazırlamanın tek yoludur.”
Îlham Ahmed, Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’nin dış ilişkilerden sorumlu iki temsilcisinden biridir. Ahmed, Afrin doğumlu bir Kürt. 1990’dan beri bölgede demokratik ve çoğulcu bir sistem için çalışma yürütüyor. Bugün uluslararası düzeyde özyönetimi temsil ediyor ve Esad sonrası Suriye için kilit bir figür.
Çeviri: Siyasi Haber
Justus Johannsen: Sayın Ahmed, Suriye’de yaşayan bir Kürt kadını olarak siz de diktatör Beşşar Esad döneminde çok acı çektiniz. Onun on üç yıllık savaştan sonraki düşüşü sizin için ne ifade ediyor?
İlham Ahmed: Baas rejimi yıllarca Kürtlere karşı acımasız bir politika izledi; buna Kuzey Suriye’deki köylerini ellerinden almak ve yerlerine Arapları yerleştirerek oradan sürmek de dahildir. Bu uygulama aynı zamanda “Arap kuşağı” politikası olarak da biliniyordu. Kürtler sistematik olarak siyasi faaliyetten dışlandı ve siyasetle uğraşanların çoğu tutuklandı ve işkence gördü. Bu baskının bir örneği, rejimin Araplar ve Kürtler arasında bir çatışmayı kışkırtmasıyla gerçekleşen, çok sayıda insanın öldüğü 12 Mart 2004’te Qamişlo stadyumunda yaşanan katliamdır.
Baas rejimi Suriye’nin etnik ve dini çeşitliliğini ve kadın haklarını görmezden geldi ve iktidarını baskı üzerine kurdu. Bu rejimin devrilmesi, özgürlük ve demokrasi için çabalayan tüm Suriyelilerin, özellikle de Kürtlerin arzusuydu. Ancak bu sevinç, Türk devletinin şu anki saldırılarıyla gölgeleniyor. Türkiye, Kuzey Suriye’de işgal ettiği bölgelerden Kürtleri kovma ve yerlerine Sünni Arapları yerleştirme konusunda çok benzer bir politika izliyor.
Johannsen: Türkiye’nin Afrîn’i işgal etmesinden bu yana, Kürt nüfusunun çoğunluğu yerinden edildi. Kürt nüfusu %97’den %35’in altına düştü. HTŞ gibi silahlı İslamcı gruplar Esad rejimini devirirken, Türkiye şimdi KDSÖBY bölgelerine doğrudan saldırmaya başladı. Amacı nedir?
Ahmed: Türkiye, Suriye’deki gelişmeleri, 2018’den beri işgal altında olan Afrîn bölgesinden giden on binlerce mültecinin yaşadığı Til Rifat bölgesine kontrolü altındaki İslamcı paralı askerleri saldırtmak için kullandı. Bu, yaklaşık 150 bin kişinin yerinden edilmesine, Fırat’ın doğusundaki özerk bölgelere kaçmak zorunda kalmasına yol açtı. Bunun sonucunda Türkiye, paralı askerlerden oluşan Suriye Milli Ordusu (SMO) ile Minbiç şehrine de saldırdı. Ancak, tüm askeri birliklerin çekilmesini ve Minbiç’te sivil bir yönetim kurulmasını öngören ateşkes anlaşması Türkiye tarafından bozuldu ve hala uygulanmıyor.
Özellikle Minbiç nüfusunun yaklaşık %30’unu oluşturan Kürtler ve özerk yönetimde aktif olarak yer alanlar, Türkiye destekli paralı askerlerin saldırılarına maruz kaldıkları için kaçmak zorunda kaldılar. Yağmalama, yerinden etme ve savaş suçları işlendi. Minbiç’e yapılan saldırı, şehri Esad rejiminden kurtarmayı amaçlamıyordu, KDSÖBY’nin bir parçası olan, çoğunluğu Araplardan oluşan Minbiç Askeri Konseyi’ne yönelikti. Bu askeri konsey, sözde İslam Devleti’nden kurtarılmasından bu yana şehri Türkiye’nin saldırılarından koruyor.
Johannsen:Türkiye’nin Suriye’deki hedefi nedir?
Ahmed: Şimdiden Türk devleti kendisini Suriye’nin başındaymış gibi gösteriyor ve neyin yapılıp neyin yapılmayacağı konusunda talimatlar veriyor. Türkiye şimdi İslamcı paralı askerlerini kullanarak kalan bölgeleri zorla ele geçirmeyi planlıyor. NATO üyesi olarak bölgede NATO stratejisine uygun hareket ediyor. ABD çatışmayı diyalog yoluyla çözmeye çalışsa da Türkiye’nin diyaloğu reddettiği ve savaşta kararlı olduğu açıktır. Bu nedenle Türkiye’nin işgal politikasına ve bölgenin istikrarsızlaştırılmasına karşı net bir duruş sergilemek acilen gereklidir.
Johannsen: Kobanê ve diğer bölgelere saldırı kaçınılmaz mı?
Ahmed: Evet, Türk devletinin Kobanê’ye saldırıları devam ediyor, elektrik ve su kesintiye uğradı ve oradaki sivil halk büyük bir tehlikeye maruz kalıyor. Türk devleti açıkça Kobanê’ye bir saldırı için hazırlanıyor, halk ve Kürt-Arap-Hristiyan ittifakı Suriye Demokratik Güçleri (SDG) şehri savunmak için yoğun hazırlıklar yapıyor. Kobanê, IŞİD’e karşı direnişin sembolüdür ve bu nedenle Türk devletinin bu saldırıları her ne pahasına olursa olsun engellenmelidir.
Johannsen: SMO paralı askerlerinin bölgede halkı yerinden ettiği ve sivil nüfusa yönelik saldırılarda bulunduğu haberleri alınıyor. Sahadaki insani durum nedir? Yerel hükümet bu durumla nasıl başa çıkıyor?
Ahmed: Tam olarak, SMO kötü muamele ve savaş suçlarıyla bilinir. Sivil halkın durumu çok kötüdür, çünkü saldırılarla şaşırdılar ve İslamcı paralı askerlerin sergilediği vahşetten korktukları için, tüm eşyalarını geride bırakarak Fırat’ın doğusundaki bölgelere kaçmak zorunda kaldılar. Mültecilerin çoğu şu anda özerk yönetimin okul binalarında yaşıyor ve bu da eğitim faaliyetlerini kısmen durdurdu.
Aynı zamanda, Kuzeydoğu Suriye’deki özerk yönetim bölgelerinde Türk işgali altındaki bölgelerden gelen çok sayıda mülteci ve Lübnan’daki savaş nedeniyle buraya sığınanlar var. Bu nedenle, kış koşulları karşısında bu insani krizle başa çıkmak ve özellikle çocukların ve yaşlıların temel ihtiyaçlarını karşılamak için acilen yardıma ihtiyacımız var.
Johannsen: Aynı zamanda özerk bölgelerde on binlerce IŞİD destekçisini tutmaya devam ediyorsunuz .
Ahmed: Evet, özerk yönetimin hapishanelerinde hala yaklaşık 12 bin IŞİD destekçisi var, bunlara çeşitli kamplardaki yakınları da ekleniyor. Türkiye’nin saldırıları doğal olarak oluşturdukları tehlikeyi daha da kötüleştiriyor. Son zamanlarda kampların ve hapishanelerin içinde ve dışında firar ve isyan girişimlerinin sayısında büyük artış var ve IŞİD’in uyuyan hücrelerinin faaliyetleri ve saldırıları da artıyor. Dolayısıyla uluslararası koalisyonun ve SDG’nin IŞİD’e karşı operasyonları devam ediyor. Ancak Türkiye’nin saldırılarının motive ettiği IŞİD’in oluşturduğu tehdit hala çok büyük. Ayrıca, savaş genişlerse güvenlik görevlilerini cepheye kaydırmak zorunda kalacağımız için güvenlik açısından oldukça kaygı verici bir durumdayız. IŞİD savaşçılarının serbest kalması, hesaplanamaz bir küresel tehdit oluşturuyor.
Johannsen: HTŞ’nin Suriye’nin büyük bir bölümünü sadece on bir günde ele geçirmesi nasıl mümkün oldu? Bu sizi şaşırtmadı mı?
Ahmed: HTŞ’nin bir saldırı planladığını biliyorduk, ancak sadece kritik öneme sahip M5 yoluna kadar olan bölgeleri almak istediklerini varsaydık. Aniden, Suriye’nin güneyinden silahlı grupların saldırıya katılmasının ardından Halep, Hama, Humus ve hatta Şam’ın ele geçirildiğini gördük. Ancak, bu gelişmeler yoğun çatışmaların sonucu değildi, çünkü rejim çok az direniş gösterdi ve Rusya ile İran desteklerini çekti.
Türk devleti ve istihbarat servisleri uzun zamandır Arap halkı arasında korku yaratmaya ve bölgeyi istikrarsızlaştırmak amacıyla Kürt-Arap çatışması çıkarmaya çalışmaktadır.
Görünüşe göre Rusya’nın kapasitesi Ukrayna savaşıyla zayıfladı ve Suriye’den asker çekmek zorunda kaldı. Baas rejimi halkını veya müttefiklerini dinlemedi ve pozisyonunda ısrar etti, bu da Rusya ve İran’ın geri çekilmesine yol açtı. İran ve vekilleri Gazze, Lübnan ve Yemen’deki savaşlarda ağır yenilgiler aldı. Ayrıca, Suriye’deki İran’ın silahlı güçleri uzun bir süre boyunca İsrail tarafından bombalandı ve ciddi şekilde zayıflatıldı. Sonuç olarak, İran artık direnme pozisyonunda değildi. Rejim artık izole edilmişti ve saldırıları savuşturamıyordu, bu da HTŞ’nin bu şehirleri ele geçirmesini nispeten kolaylaştırdı.
Johannsen: Suriye’deki eski IŞİD başkenti Rakka’da Arap nüfusun protestolarına SDG’nin ateş açtığı iddialarının arkasında ne var? Özyönetim projesinin arkasındaki Kürt-Arap ittifakı yeterince güçlü değil mi ve şimdi dağılma tehlikesiyle mi karşı karşıya?
Ahmed: Durum göründüğü gibi değil. Türk devleti ve gizli servisleri uzun zamandır özerk yönetim bölgelerindeki Arap nüfusu arasında manipülatif propaganda yoluyla korku yaratmaya ve bölgeyi istikrarsızlaştırmak için bir Kürt-Arap çatışması kışkırtmaya çalışıyor. Bunu, çeşitli nüfus gruplarının ortak demokratik özyönetimini savunarak ve açık diyalog arayışını sürdürerek karşılıyoruz.
Rakka’daki son olaylar bu tür provokasyonlara bir örnektir. Rejimin düşüşünü kutlamak ve Suriye devriminin bayrağını selamlamak için düzenlenen bir miting sırasında, silahlı adamlar aniden kalabalığa ateş açtı ve çok sayıda yaralanma meydana geldi. Türk medyası hemen SDG’nin sivillere ateş ettiğini bildirdi. Ancak daha sonra bu kişilerin kasıtlı olarak bir provokasyon yaratmak amacıyla konuşlandırıldığı ortaya çıktı. Tutuklandılar ve Rakka halkı SDG’nin veya asayiş güçlerinin sivillere ateş açmayacağını anladığı için ortam sakinleşti.
Johannsen: Avrupa Birliği ve Alman hükümetinin mültecilerin Suriye’ye geri dönmesine ilişkin görüşmeleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Durumun istikrara kavuşması ufukta görünüyor mu?
Ahmed: Suriye’deki durum belirsizdir ve Suriye halkının kendi geleceğine karar vereceği bir Suriye içi çözüme acil ihtiyaç vardır. İnsani krizle başa çıkmak için Suriye’nin tüm bölgelerini kapsayan ortak bir ulusal komiteye ihtiyaç var. Sivil nüfusa insani yardımın dağıtımı için adil ve şeffaf bir sistem oluşturulmalıdır. İnsani yardımın, cömert bağışçı görüntüsü verecek şekilde Türk devleti aracılığıyla iletilmesinin yanlış bir yaklaşım olduğuna inanıyoruz. Alman hükümeti ve AB, bunun yerine merkezi olmayan ve adil bir sistemi savunursa, bu yardımın gerçekten ihtiyaç sahiplerine ulaşmasını sağlayacaktır.
Johannsen: ABD ve AB tarafından terör örgütü olarak listelenen HTŞ’nin lideri Ebu Muhammed el-Culani, Irak’taki eski bir IŞİD üyesidir, ancak son zamanlarda Kürtlere ve diğer azınlıklara karşı hoşgörü mesajları veriyor. Şam’daki yeni geçici hükümetten ne bekliyorsunuz?
Ahmed: Bu duruşun ne kadar ciddi olduğu ve uygulanıp uygulanmayacağı henüz belli değil. Yeni rejimin karakterini HTŞ liderliğindeki geçiş hükümeti belirlememeli. Sünniler, Kürtler, Hristiyan Aramiler [Süryaniler], Ermeniler, Dürziler, Aleviler ve Suriye’deki tüm nüfus gruplarını, özellikle de kadınları içeren yeni bir geçiş hükümeti kurulmalı. Bu, Suriye’nin toplumsal çeşitliliğine uygun seçimler ve yeni bir anayasa hazırlamanın tek yoludur. Colani’nin geçmişi ne olursa olsun, Suriye’nin demokratik geleceği bu ilkeler doğrultusunda şekillenmelidir.
İdlib’deki rejim kabul edilemez. Özellikle kadınlara başörtüsü takmayı zorunlu kılmak isteyen HTŞ’nin kadın düşmanı tutumu fikirlerimizle uyuşmuyor. Kürtlere yönelik olumlu ifadeler artık uygulamaya konulmalı. Türk işgali altındaki Afrîn’den gelen Kürt mülteciler evlerine dönebilmeli, ayrıca Guta, İdlib ve Deraa’dan getirilen Arap nüfus da geri dönmelidir. Yeni geçiş hükümeti bundan sorumludur.
Johannsen: Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi, Suriye’deki tüm aktörleri ortak bir siyasi diyaloğa davet ettiği on maddelik bir plan duyurdu. Sizce Suriye’de barışçıl ve demokratik bir gelecek için ne gerekiyor?
Ahmed: Birçok kişi artık Suriye’de demokrasi ve barıştan bahsediyor, ancak oraya nasıl varacağımıza dair net ilkelere ihtiyacımız var. Kuzey ve Doğu Suriye’deki özerk yönetim girişimi her şeyden önce çözümler konusunda dürüst bir diyalog için temel oluşturmayı amaçlıyor. Bölgemizde, özerk yönetim şu ana kadar beş milyon insanın güvenliğini ve temel ihtiyaçlarını sağlamayı başardı. Demokratik özyönetim yoluyla kazandığımız deneyimle Suriye’nin diğer bölgelerini de destekleyebiliriz.
Farklı toplulukların barış içinde bir arada yaşaması, doğrudan demokrasi ve özellikle kadınların özgürlüğüne ilişkin kazanımların bölgede eşi benzeri yoktur. Askeri konularda da, YPJ’nin kadın [savunma] birlikleri de dahil olmak üzere, Suriye ordusunun bir parçası olmaya ve tüm Suriye halklarının kendi kaderini tayin hakkı konusundaki sorumluluğumuzu yerine getirmeye her zaman istekli olduğumuzu gösterdik. Özerk yönetimimizin on maddelik planla başlattığı inisiyatif, tüm Suriye’yi kapsayan bir anlaşmaya varmayı hedefliyor ve bize göre ortak diyalog bunun için en önemli temeldir.