HDP’den milletvekili adayı olmak için üniversiteden istifa eden isimler içinde iki kadın akademisyen de yer aldı. Akademik uzmanlıklarını toplumsal hak mücadeleleri içerisinde değerlendiren Beyza Üstün ve Nilgün Tuçcan Ongan adaylıklarını ve hedeflerini anlattı.
Haziran 2015 seçimlerinin en çok merak edilen sonuçlarından biri şüphesiz Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) alacağı oy oranı. Medya, diğer partiler ve seçim anketlerinde bu soruya farklı yanıtlar verildi, veriliyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Selahattin Demirtaş ismi etrafında alınan yüzde 9.8’lik oy, HDP’nin genel seçime parti olarak girme kararının en önemli gerekçesi şüphesiz. Başta Demirtaş olmak üzere çokça vurgulanan bir diğer nokta ise, ‘doğru’ adaylar. Adaylar konusunda henüz bir netlik olmasa da, geçen hafta bürokrasi, üniversite ve belediyelerde milletvekili aday adaylığı için yaşanan istifalar, diğer partiler için olduğu kadar HDP için de bir ‘aday profili’ oluşturma adına ipuçları sundu. HDP aday adayı olanlardan Prof. Dr. Kadri Yıldırım, Prof. Dr. Mithat Sancar, Yard. Doç. Dr. Sezai Temelli gibi ‘üniversiteli’ adaylar arasında iki de kadın öğretim üyesi vardı: Yıldız Teknik Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü’nden Prof. Dr. Beyza Üstün ve İstanbul Üniversitesi Çalışma Ekonomisi Bölümü’nden Doç. Dr. Nilgün Tunçcan Ongan. Kadın temsiliyetine kontenjan getirecek ve belediye başkanlıkları dahil yönetimlerde mutlaka bir kadın ‘eşbaşkan’ belirleyecek kadar önem veren partinin TBMM için aday olan bu iki ismine tercihlerinin nedenlerini ve hedeflerini sorduk. İşte yanıtları:
Beyza Üstün: Öncelikle şunu söyleyeyim: Bizim bir baraj sorunumuz yok. O bizimle sorunu olanların sorunu! Benim tercihime gelince… Yıllardır ekoloji ve sınıf mücadelesi içinde oldum ve bunları birlikte yürütmeye gayret ettim. Bu mücadele içerisinde hem Halkların Demokratik Kongresi (HDK) hem de HDP’nin kurucu üyesi oldum. Barışı hemen isteyenlerdenim ve bunun için belirlediğimiz ilkeleri de büyütmeye kararlıyız. Bununla birlikte taşeronlaştırmaya, suyun metalaştırılmasına, doğaya yönelik büyük saldırganlığa ve tüm bunların ortaklığını yapan iktidarlara karşı çıkarak, bunların yok olacağı bir ülke için mücadele ediyoruz. 2015 seçimlerini de bu mücadelenin bir aracı olarak görüyoruz. Saydığımız saldırılar ciddi, karşısında durmak için de ciddi bir gayret içindeyiz.
Akademisyenler için üniversiteden ayrılma kararı almak çok zordur her zaman. Ayrılmak elbette bana da çok dokundu başta ama çevremden büyük bir ilgi ve destek gördüm. Hem Anadolu’dan hem Mezopotamya’dan kurumsal ve kişisel çok sayıda mesaj aldım. Dostlarım ve ailem zaten hep yanımda… Özellikle, ‘adaylığınız mücadelemizi görünür kılacaktır’ mesajlarını ve öğrencilerimin ‘hocam yanınızdayız’ desteğini çok önemli görüyorum.
Partim nereden aday gösterirse oradan… Şu an zaten henüz aday adayıyız. Adaylığımız kesinleşirse de görevin verildiği yerde çalışmamızı yaparız. Elbette öncekilerden çok daha görünür bir seçim kampanyası için çalışacağız. Ama bu partinin belirleyeceği bir kampanya olacak. Sonuçta hepimizin ortak olarak düşlediği bir dünyayı ve onu nasıl kuracağımızı anlatacağız.
Nilgün Tunçcan Ongan: HDP’nin Türkiyelileşememesi gibi bir sorun varsa bile bu, HDP’den kaynaklanmıyor. Bence böyle bir eleştiriyi getirenlerin önce kendilerini sorgulaması gerekir. Çünkü HDP zaten kendisine karşı açıktan düşmanca tutum almamış herkesi ikna etti. Bunu da cumhurbaşkanlığı seçiminde yurt genelinde alınan sonuçlarda gördük. Benim tercihimin nedenine gelince… Hayatının son 25 yılını direniş ve grev çadırlarında geçiren sosyalist bir akademisyenim. Ve demokrasi mücadelesinin emek sermaye çelişkisi gözetilmeden yürütülemeyeceğine inanıyorum. Örneğin içinde bulunduğumuz günlerde metal işkolundaki grev yasakları gündemde. Sözde bütün muhalefet partileri de buna karşı. Ama şimdi, seçimden hemen önce değil de iki yıl önce hükümetin grev yasaklama yetkisine karşı önerge veren tek parti HDP! Bunu da seçimde puan toplamak için yapmıyor, daha o zaman yapmış. Elbette emek mücadelesi ile birlikte Kürt halkının mücadelesini, kadınların hak mücadelesini, Alevilerin taleplerini, insanların dini, siyasi, cinsel yönelimlerini gözetmeyen bir demokrasi mücadelesi olamayacağını da HDP dile getiriyor.
HDP’nin bu sözünü ettiğim emek eksenli tutumunun vurgulanmasını ve öne çıkarılmasını önemli görüyorum. Ülkemizde mevcut olan soyut bir demokrasi anlayışı var. Ve bu anlayışa göre demokrasinin piyasanın kurallarına göre işlemesi şart! Böyle olunca da yılda bin 886 kişinin işinden evine dönemediği bir hayatı kabul etmemiz bekleniyor. Çalışanların maaşlarını alamadığı, sosyal haklarının gasp edildiği, sürekli fazla mesai yapmaya mahkûm olduğu koşullar, demokrasinin ön şartı gibi olmuş Türkiye’de! İşte tüm bunlara karşı en somut tutumu alan parti de HDP. Seçim çalışmamızda bunun vurgulanması ve ön planda tutulması gerektiğini düşünüyorum.
Bu sorunun yanıtı için Türkiye’nin hangi alanlarda birinci, hangi alanlarda sonuncu olduğuna bakmak gerekir. Örneğin iş kazalarında dünya birincisiyiz, sendikalaşmada sonuncuyuz! Ve Başbakanlık Kalkınma Ofisi’nin yabancı yatırımcıya, “Türkiye’ye gelmeniz için 10 gerekçe” başlığı altında kendi internet sitesinden, “en uzun mesailer ve en düşük ücretler bizde” diye reklam yapabildiği bir ülkeyiz. İşte bu neoliberal politikalarla mücadele olacak bizim Meclis faaliyetimizi belirleyen. Ayrıca Meclis’te ya da meclis dışında halktan yana siyaset yapanların en acil gündemleridir bunların değişmesi. Şimdi metal işçilerinin grevleri yasaklandı, daha önce de cam işçilerinin ve maden işçilerinin grevleri yasaklanmıştı. Soma gibi bir katliamın yaşandığı bir ülkede eğer maden işçilerinin grevi, ‘milli güvenlik’ gerekçesiyle yasaklanıyorsa bu anlayışla mücadele etmek ilk önceliğimizdir.
Bu yazı radikal.com.tr’den alınmıştır.