30 yıl önce gerçekleşen Çernobil faciası ve Türkiye’de kurulmak istenen nükleer santraller hakkında Halkların Demokratik Kongresi Ekoloji Meclisi bir açıklama da bulunudu.
Açıklamanın tamamı şöyle:
Başta Karadeniz kıyıları olmak üzere Türkiye’nin radyasyon yağmuruyla kirlenmesine yol açan Çernobil felaketinin üzerinden 30 yıl geçti. Sonrasında ortaya çıkan radyasyon bulutu nedeniyle Ukrayna, Belarus ve Rusya'nın batısındaki bölgelerde yaşayan yüz binlerce insan evlerini terk etmek zorunda kalmıştı. Hayvanlar ise felaketin farkına bile varamadan yaşamlarını yitirmişti, bölgede halen canlı yaşamın olmadığını, ekosistemin kendini onaramadığını biliyoruz.
Felaketin ardından 30 yıl geçmesine rağmen ne yazık ki etkileri hala geçmedi. Bugün, Karadeniz'in her evinde, insanlar yakınlarını kanserden kaybediyor. Çernobil sonrası, radyasyondan birinci derecede etkilenen 150 bin kilometrekarelik alanda halen 7 milyonun üzerinde insan yaşıyor. Ukrayna Sağlık Bakanlığı'nın verilerine göre; 428 bini çocuk yaklaşık 2.5 milyon Ukraynalı, başta kanser olmak üzere, felaketten kaynaklanan birçok sağlık sorunuyla mücadele ediyor. Ülkemizde ne acıdır ki bu türden veriler toplumdan gizleniyor, yayınlanmıyor.
Zamanın nükleer enerji savunucuları hiçbir önlem almadıkları gibi böyle bir sorunun olmadığını ilan edip durmuşlardı. Hatırlayacaksınız.. O dönem Karadeniz'de yetişen çayda yüksek oranlarda radyasyon tespit edilmiş, ancak dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral, imha edilmesi gereken çayların zararsız olduğunu ispatlamak için canlı yayında çay içmişti. Aral, "Artık çayınızı gönül rahatlığıyla içebilirsiniz. Zaten radyasyon kaynayınca geçiyor. Günde 20 bardak çay güvenli!" demişti. Dönemin Başbakanı Turgut Özal da "Radyoaktif çay daha lezzetlidir" diyerek basına poz verirken, Kenan Evren, "radyasyon kemiklere yararlıdır" ifadesini kullanarak, Aral'a destek olmuştu.
Dünya daha Çernobil Felaketini unutamamışken 5 yıl önce Japonya’da yaşanan nükleer felaket ve ardından yaşanan acıları yok sayan AKP iktidarı, nükleere karşı 40 yıldır direnen Mersin Akkuyu’ya ve Çernobil kurbanı Karadeniz'in Sinop kentine yapmayı planladıkları nükleer santralleri savunurken adeta 80’li yılların sorumsuzları gibi “tüpgaz da patlayabilir” açıklaması yapmıştır.
Çernobil ve Fukuşima dışında bugüne dek sayısız nükleer “kaza” yaşanmıştır. Fukuşima öncesinde Japonya'nın en güvenli santralleri yaptığı iddia ediliyordu. Şimdi ise AKP en güvenli santralleri bizim yapacağımızı iddia ediyor. Birini de Çernobilin faili Rosatom eliyle.
Kalkınma masallarıyla gözler boyanarak nükleer santralleri bizlere pazarlamaya çalışıyorlar. Oysa Çernobil kazasının Belarus'a maliyet 235 Milyar Dolar. Bu Türkiye'nin toplam ekonomisinin yaklaşık üçte biri. Aradan 30 yıl geçmiş olmasına rağmen hala her yıl Ukrayna ve Belarus yıllık bütçelerinin %5-9'luk önemli bir kısmını sadece Çernobil giderlerine ayırıyor. Türkiye'de kamu sağlık harcamalarına toplamda ancak bu oranda bütçe ayrılıyor.
Nükleer santraller ne pahasına yapılıyor? Ekosistemin yok olması. Doğanın ve insanlığın beynine doğrultulmuş bir silah gibi. Patladığında onulmaz hasarlar verecek. Sadece yapılan bir nükleer santralin bölge ekolojisine verdiği zararlar ortadayken. Tüm dünyada halkların baskısıyla nükleer santraller terk edilirken bu inat niye? Hukuktan kaçırılarak devletler arası ikili anlaşmalarla neden yapılmak isteniyor, saray ve AKP’nin menfaatleri neler?
Bugün Türkiye'yi nükleer karanlığa mahkum etmek isteyenlere karşı sesimizi her zamankinden daha yüksek çıkartmak zorundayız. Akkuyu'da, Sinop'ta ya da dünyanın herhangi bir yerinde nükleer santral istemiyoruz, mücadelemiz devam edecek.
Halkların Demokratik Kongresi Ekoloji Meclisi