Halep yolundayız. Burası rejimin iki yakasını birleştiren stratejik bir güzergâh. Nusra ve IŞİD’in kontrol ettiği bölgelerin arasından kıvrıla kıvrıla uzanan meşakkatli yolda karşılaştığımız Ebu Muhammed’e Rakka’da hayatı sordum. Paçasını sıyırıp çoraplarını gösterdi: “Kapanacaksın! Adama bu sıcakta bu çorabı bile giydiriyorlar. Sigara yasak. Namaz vakti ya evde ya da camide olacaksın. Şimdi Tartus’a giderken sakalımı kısalttım. Kısa sakal orada sorun oluyor, uzun sakal ise burada insanı şüpheli yapıyor…”
ŞAM’ın doğusunda Cobar’daki bombardımanla yükselen dumanlara sırtımızı dönüp Halep’e doğru yola çıktık. Kiraladığım aracın sürücüsü Hayfa asıllı bir Filistinli mülteci. “Ben Zekeriya Ferhat. (Şam’daki) Yermuk Kampı’nda muhaliflerin tehdit edip çıkardığı ilk Filistinli bendim. Çünkü Suriye televizyonunda yapımcı olarak çalışıyordum. Arabamı gasp ettiler, yenisini aldım onu da gasp ettiler” diyerek kendini tanıttı.
Kentin doğusunda Harasta’da keskin nişancı tehlikesi yüzünden Humus’a giden otobana çıkmak için batıda Kasyun Dağı üzerinden Tel yolunu tercih ettik. Haliyle yol uzadı. Şam’dan çıkmadan Beşşar Esad’ın evinin bulunduğu bölgede sıkı bir aramadan geçtik. Güzergahta ‘Yeni Şam’ denilen Dummar, İsrail’in 2013’te bombaladığı araştırma merkezi, askeri kışla, ordunun tavuk çiftliği ve mucur fabrikası var. Burası aslında askeri bir yol, eskiden sivil araçlar pek kullanmazdı. Tel’e kadar 4 kontrol noktasında durduk.
Adra sapağını geçtikten sonra Humus’a giden otoyola girdik. Savaş demeden yolda yenileme ve genişletme çalışmaları sürüyor. Beşinci kontrol noktasındaki büfede Hafız Esad, Beşşar Esad ve Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın fotoğrafının üzerindeki yazı şöyle: “Esad ebediyen! Suriye’ye saldırmaktan sakın!” Sol tarafta Lübnan sınırına doğru Kalamun’da Hizbullah, Nusra ile çatışıyor. Biraz ileride bir yol yağmalanan Hıristiyan mirası Malula’ya sapıyor. Sıradaki ilçe Nebk’te binalar yerle bir olmuş.
IŞİD kabusu Rakka dışında da sürüyor
Rüzgârın etkisiyle yan yatmış çam ağaçlarının arasında uzanan yolda ilerlerken Cobar’daki çatışmada Şam FM çalışanı Sair el Eclani’nin öldürüldüğü haberi geldi. Kendisiyle Şam’da karşılaşmıştım.
Şam FM, Eclani’nin Cobar’dan son telefon bağlantısını tekrar verip anısına Lübnanlı Julia Butros’tan direniş şarkılarını dinletti.
Hama kırsalı ve İdlib silahlı grupların elinde olduğu için Humus’un girişinde otobandan çıkıp kuzeydoğuda Rakka istikametindeki alternatif yola saptık. Nusra ve IŞİD’in kontrol ettiği bölgelerin arasından kıvrıla kıvrıla ilerleyen yol meşakkatli.
Humus merkezine girmeden zeytinlikler arasında Palmira ve Rakka istikametindeki düzlüklerden ilerledik. Daha ilerisi çölden farksız. Rakka ayrımına varmadan Akrabiyat’ta mola verdik. Burası IŞİD’in merkezi Rakka’dan gelenlerle dolu; kefiyeli erkekler ve siyaha bürünmüş kadınlar. Rakkalılar bu kadar muhafazakâr değildi, Rakka’dan çıktıktan sonra da IŞİD’in kurallarına uyar gibi bir halleri var. Başı derde girer diye kimse fotoğraf çektirmiyor. Aşiret üyesi Ebu Muhammed’e Rakka’da hayatı sordum, paçasını sıyırıp çoraplarını gösterdi: “Kapanacaksın! Adama bu sıcakta bu çorabı bile giydiriyorlar. Sigara yasak. Namaz vakti ya evde ya da camide olacaksın. Şimdi Tartus’a giderken sakalımı kısalttım. Kısa sakal orada sorun oluyor, uzun sakal ise burada insanı şüpheli yapıyor… Evvelden Sünni-Alevi bilmezdik. Rakka’da sıkıntı çok. 15 lira olan ekmek 80 liraya çıktı… Ben Ürdün’den emekliyim. Kızım maaşımı alıp ‘mektep sarrafi’ (geleneksel para transferinde kullanılan döviz bürosu) ile gönderiyor. Rakka’daki memurlar maaşlarını çekmek için her ay Halep ya da Humus’a gidiyor.”
Türk ilahisi ve devrim şarkısı
Rejimin IŞİD’e katılmadıkları sürece memurların maaşlarını aksatmadan ödediğine dair çok sayıda ifade dinledim. Aynı şey rejimin kontrolünden çıkan diğer bölgeler için de geçerli.
Rakkalı Kürtlerden Muhammed Müslim de YPG ile çatışmalar nedeniyle Kürtlerin IŞİD’den fazladan baskı gördüğünü, Tel Ebyad’ın düşüşü sırasında çöle sürüldüklerini ve tekrar döndüklerini anlattı.
Hanasır’a doğru ilerlerken yol boyu yanmış otobüs, kamyon ve otomobiller ibret vesikası gibi duruyor. Selamiye civarında yol inşaatında çalışan araçları koruyan asker su istedi, verdik. Sürücümüz “Sandviç de ister misin” diye takıldı. Buralarda asker-sivil diyalogu pek samimi. Safira’da da çok sayıda bina yerle yeksan olmuş.
Halep’e yaklaştıkça radyo frekansları devletten muhalefete geçiyor. Filistin marşlarından uyarlanmış ‘devrim’ şarkıları ve Türk tarzı ilahiler çalınıyor. Tuz gölü civarında yazın soğuk, kışın sıcak tutan çamurdan kubbeli yapılarla dolu köyleri geçtik. Muhaliflerin elindeki bölgeleri baypas etmek için Halep’e kuzeybatıdan kavisler çizerek girdik.
Girişte Hamdaniye’de çok katlı binalar bombalanmış, manzara ürkütücü. Yıkıntılar arasında hayat sürüyor. Kaldığım otel, Halep Üniversitesi’nin karşısında. Çatışma bölgesine 3 km. mesafede. Bombardıman sesleri eksik olmuyor. Güneşin batışıyla caddeler kalabalıklaşıyor; kafe ve lokantalar doluyor, sokaklarda tavla masaları kuruluyor.
Yıkılan medeniyet
Halep’i bilenler eski şehre ağıtlar yakabilir. Tarihi eserlerin ve çarşıların bulunduğu bölge ordu ile ‘muhalif’ gruplar arasında cephe hattına dönüşmüş durumda. 5 bin işyerinin olduğu bölge artık harabe. 4 özel timin önden eşlik ettiği aracımız Sultan Aldülhamit’in yaptırdığı saat kulesinin bulunduğu Bab el Ferec’te ‘Kanas tehlikesi’ var diye Mutenebbi Caddesi’ne doğru hızla ilerledi. Binaların her birinde mevzilenmiş askerler camsız pencerelerden etrafı dikizliyor. Askeri unsurları fotoğraflamak yasak.
‘Ölüm Geçidi’ denilen yol keskin nişancı ateşine karşı çelik saçla perdelenmiş. Eski şehirdeki savaşı yöneten komutanın arkasından harabeye dönüşmüş tarihi eserlerin arasında yürüdüm. Kazılan tünellerle havaya uçurulan bölgedeyiz. Kısmen yıkılan kale az ötemizde. Abdülmünim Caddesi’nde objektifi Emeviyye Camii’nin bulunduğu alana çevirdiğimde Suriyeli komutan uyardı: “Sütunu geçmeden çek, karşı tarafta keskin nişancı var.” Bu sırada bir asker can havliyle geldi, yaralılar olduğu haberini getirdi. Yaralılardan biri sedyede, diğeri omuzlarda taşındı. Komutan metanetini korudu: “Bu her gün yaşadığımız bir olay. Burada iki senede 50 şehit verdim. Hâlâ enkaz altında olanlar var.”
Tünel kazarak saldırı
Peki, burası nasıl harabeye dönüştü? Komutan muhalifleri suçladı: “Kazılan tünellere yerleştirilen bombalarla 32 büyük saldırı düzenlendi. Ayrıca sürekli cehennem bombası dedikleri ev tüplerinden bombaları atıyorlar. Yıkıma ve yangına yol açıyor. Carlton Otel’deki patlamada taş bloklar 500 metre savruldu. 12 metre derinliğinde 200 metre çapında çukur oluştu. Bu saldırı da tünel kazılarak düzenlendi. 2 bin yıllık Medrese-i Husrufiye binasını patlattılar. Çünkü buralar kendi tarihleri değil. Kaleye girmek için tünel kazdılar, erken fark ettik, biz de önlemek için yukarıdan delik açıp su basmaya başladık, onlar tüneli tamamlamadan ellerindeki patlayıcılarla kalenin bir kısmını havaya uçurdular. Tüneli ta Beyyada Camisi’nden kazmaya başlamışlar. Hem şehrin altındaki eski tünelleri kullanıyorlar hem yenilerini kazıyorlar.” Ordunun da sorumlu olduğu suçlamasını reddederken yıkılmakta olan bir kemerin altına konulmuş direkleri gösterip “Bakın yıkılmasın diye bunları biz koyduk. Kendi eserlerimizi neden yıkalım! Elbette operasyonda zararlar oluştu. Bu kaçınılmaz. Ama mümkün mertebe az zararla bu işi bitirmek istiyoruz. Yoksa bu teröristleri temizlemek için bize 24 saat yeter.”
Varil bombalarının sivil kayıplara yol açtığını hatırlattığımda komutan şu savunmayı yaptı:
Varil bombasına savunma
“Sivilleri hedef almıyoruz. Kendileri sivillerin bulunduğu binaları karargâha çevirmekten ve oradan bize saldırılar düzenlemekten kaçınmıyor. Aynı evden keskin nişancıyla kaç asker kaybettiğimizi bilemezsiniz. Ben o binayı vurmazsam onlar bizi öldürmeye devam edecek. Varil bombası en küçük silah, yerli üretim, maliyeti düşük. Ordu bu yüzden tercih ediyor. Bombalar militanların toplandığı bölgelere atılıyor. Elbette siviller de ölüyor. Ama sadece kadın ve çocukları gösteriyorlar, militanları gizliyorlar.”
Çatışmalara rağmen eski şehirdeki Bab el Ferec’i terk etmeyen 10 aile var. Yıkıntılar arasında toprağa bir şeyler ekmişler. Çocuklar nerelerden uzak duracaklarını iyi biliyor. Semtin bakkalı Mahmud Memi Ebu Nur’un müşterileri de askerler ve bu 10 aile.
Elektrik ve su savaşı
Kentin varil bombaları ile vurulan diğer tarafı ve kırsaldan gelen göçmenlerle şişen nüfusuna rağmen sokaklara yansıyan olağanüstü bir manzara yok. Bombardıman seslerinin eksik olmadığı rejimin bölgesinde asıl savaş su ve elektrik için veriliyor. Bazı sokaklarda devasa jeneratörler kurulmuş. Bu işten para kazananlar var. Jeneratörlerden bazı evlere kablolar çekilmiş. Vali Muhammed Mervan el Ulabi’ye elektrik ve su sorununu sordum: “Elektrik santralleri şehrin dışında. Halep’e elektrik taşıyan iki geçiş noktasında teröristler hâkim. Suriye genel şebekesinden gelen bir hat Zurbi’den geçiyor. Sürekli hatları vuruyorlar. Kuzeyde de bir termik santralimiz var. Orası da silahlı grupların elinde. Biz elektriği bütün vatandaşlara veriyoruz. Ancak teröristler Halep’e baskı uygulamak istediğinde kesiyor. Elektrik gidince su da kesiliyor.”
Su silaha dönüşüyor
Su İşleri Müdürü Mustafa Melhis’in kapısını çaldım. O da sudaki oyunu anlattı: “Su kaynaklarımız 90 km. ötede Hafse’de. Bu bölge IŞİD’in elinde. Mayıstan itibaren su miktarını yüzde 50 azalttılar. Stoklarında olmasına rağmen sterilizasyon için ilaç istediler. Bu bahane ile suyu kestiler. İlaçları teslim edince vanaları açtılar. Oradakiler bizim mühendislerimiz. Onları esir tutuyorlar. Maaşlarını biz ödüyoruz. Sorunun ikinci kısmı dağıtımla ilgili. IŞİD’in bastığı su burada Süleyman Halebi ve Bab el Neyrab’taki istasyona geliyor. Bu iki bölgeye Nusra hâkim. Kendi taleplerini kabul ettirmek için suyu silah olarak kullanıyorlar. Mesela suya karşı elektrik istiyorlar. Trafolara saldırdıkları için de elektrikler kesiliyor. Biz dizelden elektrik üretmeye başlayınca bu kez elektrik istediler. Biz pomba istasyonu çalışsın diye Kızılay aracılığıyla oraya dizel santral götürelim dedik. Ancak makineler bize de elektrik verecek diye şart koştular. Gönderdik ama pompalar yine durdu. Suyun yüzde 50’sini bize pompalıyorlar. Kendi bölgelerine üç kat fazla basıyorlar. Haftada bir gün 24 saat veriyoruz. Sonra 5 gün yok. Nusra’nın yanında çalışanlar da bizim görevlilerimiz. 8 kişiler. Bir odada tutuyorlar. Vardiya ile çalıştırıyorlar.”
Savaş ekonomisi
Ordunun, Şam’ın Halep’le irtibatın kesilmesini önlemek için ciddi bir savaş verdiği, Humus-Halep arasındaki güzergâhta yıkılmış binalardan anlaşılıyor. Batıdan Nusra, doğudan IŞİD’in kıskaca aldığı uzun ince şerit Suriye ekonomisinin ana damarı. Hafif tepelerde tanklar ve doçkalar bu yolu muhaliflere kaptırmamak için mevzilenmiş. Tehlikeli şeritte yüzlerce TIR ve kamyon seyir halinde. Kamışlı, Rakka, İdlip ve Halep kırsalında, yani muhaliflerin bulunduğu bölgelerde toplanan tarımsal ürünler devletin anlaştığı araçlar tarafından diğer bölgelere taşınıyor. Kuzeyin tahılı güneye, güneyin sebzesi kuzeye… İnşaat malzemeleri ve petrol dahil her şey taşınıyor. Gelen araçlar belli bölgelerde bekletiliyor, sonra ordunun korumasında kafileler halinde hareket ediyor. Yönetim halk desteğini yitirmemek için çöplerin kaldırılması ya da sabote edilen elektrik hatlarının hızlıca tamiri gibi kamu hizmetlerine ve temel tüketim maddelerinin teminine önem veriyor. Bu yıl buğday rekoltesi 2 milyon ton. Normalde bunun iki katı. Ama yeraltındaki stratejik stoklara henüz dokunulmamış. Unu fırınlara devlet dağıtıyor. Rejim bu şekilde temel hizmetlerle güven vermeye çalışıyor. Bu da savaşan taraflar arasında işbirliğini gerektiriyor. Mesela Humus ve Banyas rafinerilerine taşınan petrolden IŞİD ve Nusra pay alıyor. Görüleceği gibi rejimle muhalefete hem savaşıyor hem ticaret yapıyor.
*Fehim Taştekin’in yazısı Hürriyet gazetesinden alınmıştır.