20 Temmuz 2015’te Suruç’ta Kobane’ye oyuncak ve insanı yardım malzemeleri götürmek isteyen 33 gencin IŞİD üyesi canlı bomba tarafından düzenlenen saldırıda yaşamlarını yitirdiği katliamın üzerinden 3 yıl geçti. Katliamın üçüncü yılında SGDF Eş Başkanı Okan Danacı ve FKF İstanbul İl Sekreteri Ali Burak Yılmaz ile konuştuk.
Röportaj: SiyasiHaber
20 Temmuz 2015’te Suruç’ta SGDF’nin çağrısıyla ‘Beraber savunduk beraber inşa edeceğiz’ kampanyası kapsamında bir araya gelerek Kobane’ye oyuncak ve insani yardım malzemeleri götürmek için buluşan gençlere yönelik IŞİD saldırısında 33 gencin yaşamını yitirdiği katliamın üzerinden 3 yıl geçti.
Katliamın ardından Urfa 5. Ağır Ceza Mahkemesinde başlayan, 1.5 yıl boyunca gizlilik kararı konulan ve 6’ncı duruşması görülecek olan dava sürecinde kayda değer bir gelişme ortaya çıkmadı. Katliamın firarı olmayan tek sanığı, 10 Ekim Ankara Garı Katliamı davasında tutuklu olarak yargılanan Yakup Şahin, mahkeme heyeti tarafından henüz hiçbir duruşmaya getirilmedi. Katliamın üzerinden geçen üç yıl içinde katliamdan sağ kurtulanlara, ailelerine ve avukatlarına yönelik baskılar, gözaltılar ve tutuklamalar artarak devam ediyor.
Katliamın üçüncü yılında bir araya gelen 20 gençlik örgütü ‘Suruç için adalet, herkes için adalet’ kampanyası kapsamında birçok ilde eş zamanlı eylemler düzenleyecekler. Başta İstanbul, İzmir ve Ankara olmak üzere birçok şehirde yan yana gelecek olan gençlik örgütleri, devam eden kampanya kapsamında gençliğe etkinliklere katılma çağrısında bulunuyorlar.
Katliamın üzerinden geçen üç yılın ardından Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) Eş Başkanı Okan Danacı ve Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) İstanbul İl Sekreteri Ali Burak Yılmaz ile Suruç Katliamı’nı, dava sürecini ve ‘Suruç için Adalet’ kampanyasını konuştuk.
‘Duruşmalar tiyatro sahnesini andırıyor’
Suruç Katliamı’nın üzerinden 3 yıl geçti. 6’ncı duruşması görülecek olan dava şu an hangi aşamada?
Okan Danacı: Suruç Katliamı Türkiye’de siyasi dengelerin köklüce değiştiği, bir anlamda müziğin değiştiği bir döneme denk düşüyor. Saray’ın 7 Haziran yenilgisinin ardından müzakere sürecini bitirdiği ve devlet aygıtının önümüze Kürt illerinde sömürgecilik, batıdaysa devlet terörü yönleriyle önümüze koyduğu bir süreçle karşı karşıya olduk. Şunu biliyoruz ki Suruç Katliamı herhangi bir IŞİD çetecisinin bireysel planıyla gerçekleştirilmiş bir saldırı değildir. Siyasi amaçlar doğrultusunda gerçekleştirilmiş, ideolojik boyutuyla incelenmesi gereken bir katliamdır.
Katliamın hemen ardından dava dosyası üzerine konulan gizlilik kararı bir buçuk yıl boyunca kaldırılmadı. Bu konuda sorumlu olan, bu katliama göz yuman, iş birliği yapan kimler vardı ve bu kişiler şimdi neler yapmakta tüm bunlar kamuoyundan gizlendi. Dava süreci boyunca hiçbir şekilde bir adil yargılama süreci işletilmedi. Yargılanacak bir sanık bile ortaya çıkarılmadı. Şu an davada yargılanan sanık Ankara Katliamı’ndan tutuklu olan Yakup Şahin de ısrarla mahkemeye getirilmiyor, duruşmalara SEGBİS ile bağlanıyor. Duruşmalarsa bir tiyatro sahnesini andırıyor. Sanık sürekli olarak mahkeme heyeti tarafından korunuyor, susma hakkı hatırlatılıyor. Bugüne dek mahkeme heyeti birçok kez değişti fakat hakimlerin tavırları hiçbir şekilde değişmedi. Gelen hakimlerin yaptığı tek şey davanın kamuoyunun gündeminden uzak kalması için elinden geleni yapmak ve ailelerin taleplerini reddetmekten ibaret. Bu heyetler çok açık bir şekilde bu dava sürecini hukukun ilkelerine bağlı bir şekilde değil Saray iktidarının çıkarlarını koruyan bir şekilde yürütmektedir.
“Saray iktidarı Suruç’u savunmasız, sessiz bırakmak istiyor’”
Dava sürecinde neler yaşandı, nelerle karşılaştınız?
Suruç Katliamı davasının adil bir şekilde yürütülmediğini tanık olarak ifade verecek arkadaşlarımızın ve avukatlarımızın karşı karşıya kaldığı siyasi operasyonlarla da örneklendirebiliriz. Suruç katliamından sonra Eylül ayı itibariyle siyasi operasyonlar başladı. Suruç’ta katledemedikleri yoldaşlarımızı gözaltına alarak, tutuklayarak yıldırmaya çalıştılar. Bununla birlikte kendilerini ‘Kamu Güvenlik Teşkilatı’ olarak tanıtan ve herhangi bir resmiyeti olmayan JİTEM benzeri bir örgütlenme tarafından kaçırılan ve tehdit edilen arkadaşlarımız oldu.
Savunmanlarımız Özlem Gümüştaş ve Sezin Uçar Suruç mahkemesine çok az zaman kala tutuklandılar. Tutuklanma gerekçesi Suruçta bulunan gençleri savunmak, ve bu katliamı aydınlatmaya çalışmaktı. Geçtiğimiz Salı günü mahkemeleri vardı, avukatlarımız tutuklu yargılanmaya devam ediyor. Bu durumun anlamı Saray iktidarının Suruç’u savunmasız, sessiz bırakmak istemesinden başka bir şey değildir.
Bu şekilde iktidarın ailelerimizi ve kamuoyunu oyalamaya çalıştığı bir süreci geride bırakmış olduk. Davanın 6’ncı duruşması önümüzdeki ay olacak. Biz de yine Suruç’ta ailelerimizle birlikte dava sürecinin takipçisi olacağız.
Suruç Katliamı üzerine konuşurken unutulmaması gereken bir şey var. O da ‘Suruç için adalet’ mücadelesi. Bu mücadele yalnızca katliamın faillerinin açığa çıkarılması ve yargılanması değil, Suruç’tan sonra başlayan bir katliamlar sürecinin de aydınlatılması için önemli bir yerde durmaktadır. Suruç davasında yargılanan aynı isimlerin Ankara Katliamı’nda geçiyor oluşu, benzer araçların, benzer yöntemlerin Havalimanı ve Reina katliamlarında da ortaya çıkması bu olayların yönetildiği bir merkez olduğunu ve belli siyasi çıkarlara hizmet ettiğini bize gösteriyor. Bu anlamda Suruç Katliamı’nın aydınlatılması Saray rejiminin geriletilmesi açısından da özel bir anlam taşıyor.
“Katliam olmasaydı o gençler Kobane’de Berkin Elvan parkı yapacaktı”
‘Beraber savunduk, birlikte inşa edeceğiz’ kampanyasını yaratan koşullar neydi? Gezi Direnişi’nin ve Kobane’de IŞİD ve destekçilerine karşı kazanılan zaferin ardından düzenlenen kampanya bu anlamda ne ifade ediyordu?
Okan Danacı: Suruç meselesinin en önemli yanlarından biri tam olarak da Gezi’nin çocuklarıyla Kobane’nin çocuklarını buluşturmaktı. Bunu aslında Kürt halkının mücadelesiyle Türkiye işçi ve emekçilerinin mücadelesini, Türkiye gençliğiyle Kürt gençliğinin mücadelesinin AKP-Saray iktidarına karşı ortaklaşması ve birleşik bir hattı güçlendirmesi şeklinde anlamlandırmamız gerekir. Rojava Devrimi ezilenlerle AKP arasındaki çarpışmanın bir ön cephesiydi. Barbar IŞİD çetelerine ve gerici emperyalist güçlere karşı Ortadoğu’da kurulmuş bir barikattı. Bu devrim yaşandığında Türkiye’den yüzlerce genç bu devrimi sahiplenmeye gittiler, bu yolda yaralandılar, şehit düştüler. Bu Türkiye halklarının ve Kürt halkının birleşik devrim mücadelesinin güçlendirilmesi için stratejik ihtiyacımızın gereklerini yerine getirmektir. SGDF böyle bir misyonla yola çıkmıştı.
Eğer bu katliam gerçekleştirilmemiş olsaydı o gençler Kobane’de Berkin Elvan çocuk parkı yapacaktı, Sinan Sağır kütüphanesi yapacaktı. Sosyalist gençler sınırı geçebilselerdi büyük bir mücadeleyle savundukları devrimlerine bir kez daha dokunmuş olacaklardı. Katliamın kendisi de işte buradan doğmuştur. Halkların bu birleşik mücadele ruhunun bu topraklarda yayılmasından korkuyorlar. Bugün Berkin Elvanın ismi Rojava’da sınıflarda tahtalara yazılıyorsa, Ali İsmail orada bir gencin ismi oluyorsa bu halklar arasındaki mücadelenin güçlendiğini, Saray’a karşı tehdit olduğunu gösterir. Bu hattan mücadelenin güçlendirilmesi, politikanın en temel ihtiyaçlarından birisidir. Bu yan yana gelişe buradan doğru da özel bir anlam yüklüyoruz. Bu anlamda ‘Suruç için Adalet’ mücadelesi sadece bir anma eylemi değil aynı zamanda siyasi bir görev olarak da önümüzdedir.
“Kürt halkının mücadelesi ile Gezi Direnişi’nin bağı koparılmaya çalışılıyor”
Ali Burak Yılmaz: Türkiye’de Saray rejiminin temel bir uğraşı Türk ve Kürt emekçileri arasındaki bağı koparmaktır. Kürt halkının mücadelesi ile Gezi Direnişi’nin bağı koparılmaya çalışılıyor. İktidarın yükselttiği Kürt düşmanlığı, milliyetçi kışkırtmaları ve Ortadoğu’da katliamlar gerçekleştiren cihatçı çetelerin ülkede kollanması bize bunu göstermektedir. Bu cihatçı çeteler aynı zamanda Saray’ın toplumsal muhalefeti bastırmak için kullandığı bir araç haline de dönüşmüştür. Ortadoğu’yu kendi emperyal arzuları temelinde desteklediği cihatçı çetelerle birlikte bir cehenneme çeviren Saray iktidarı Türkiye’de de benzer bir politika izlemektedir. Gerçekleştirilen bu katliamlarda çetecilerin rolünü görüyoruz fakat belli bir devlet desteği olmadan bu boyutta işleri yapamayacaklarını biliyoruz. AKP’ye karşı Türk ve Kürt halkının topyekûn birlikte verdiği mücadele savaş naralarıyla bastırılmaya çalışılıyor. Muhalefet şiddetle, tehditlerle susturulmaya çalışılıyor. Saray iktidarı ülkeyi bir korku iklimine sokmaya çalışıyor fakat buna rağmen Türkiye ve Ortadoğu halkları bu plana boyun eğmemiştir. Türkiye’de toplumsal muhalefetin tamamen sindirildiği ve geri çekilmiş olduğu bir iklim yoktur, aksine muhalefet diridir ve bulduğu çatlaklardan direnişi büyütmenin imkanlarını sürekli aramaktadır.
Katliamın öncesindeki atmosfer değerlendirildiğinde, dava süreciyle başlayan ve üç yıldır devam eden ‘Suruç için adalet, herkes için adalet’ kampanyası ne anlam ifade ediyor?
Ali Burak Yılmaz: Suruç Katliamı’nın gerçekleştirildiği döneme baktığımızda karşı karşıya olduğumuz siyasi tablo aslında AKP rejiminin gerilediği bir tablodur. 7 Haziran yenilgisinin ardından rejim iktidarı kaybetme riskiyle karşı karşıya olduğunu fark ettiğinde iktidarını yeniden tahkim etmenin yolunu savaş ve katliam politikalarında buldu. Bu politikaların en belirgin örneklerinden biri direkt olarak Kobane’deki gençlerle dayanışmak için bir araya gelen sosyalist gençlerin hedef alındığı Suruç Katliamı oldu. Tarihe de baktığımızda bu tarz baskıcı rejimlerin öncelikle gençliği, üniversiteyi susturmak istediğini görebiliriz. Türkiye’de de gençlik Saray iktidarıyla uzlaşmış değildir. Saray’a karşı duruşunu her fırsatta ortaya koymaktadır. Bunu Gezi Direnişi’nden Hayır kampanyalarına ve oradan günümüze uzanan süreçte de gördük. Saray’ın yıldırma ve baskı politikalarına, katliamcı anlayışına karşı biz gençlik örgütleri olarak mücadelemizi sürdürüyoruz. Suruç Katliamı’nın ilk yılından beri üç yıldır bu katliamın aydınlatılması, faillerinin yargılanması için kent merkezlerinde kitlesel eylemlilikler ve mezar başı anmaları yapıyoruz. Bu yıl Suruç için Adalet kampanyasının üçüncü yılında, yine eylemlerimizi sürdürüyoruz.
“Bu rejimde işçilere emekçilere ve gençlere bir gelecek yok”
Reyhanlı, Soma, Diyarbakır katliamlarının ardından Suruç Katliamı ve sonrasında Ankara Katliamı yaşandı. Son olarak da Çorlu’da yaşanan tren kazasında ortaya çıkan ihmaller yolcuların canlarının hiçe sayıldığını gösteriyor. Katliamların sonrasında başlayan dava süreçlerini nasıl yorumluyorsunuz? Davaların yavaş ilerlemesini ve sanıklara çok düşük cezalar verilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ali Burak Yılmaz: AKP bugün geldiğimiz noktada hukuğun son kırıntısını bile tasfiye etti. Saray rejimi sermayenin tahakkümünün de şiddetle arttığı işçilere, emekçilere baskısını pekiştirdiği bir anlamı da taşıyor. Erdoğan’la sermaye arasında Türkiye halklarına emekçilere karşı sömürü ve baskı temelinde tam bir uzlaşma vardır. Hukukla ilgili boşluğun bir anlamı da budur. Soma, son olarak Çorlu’da olan ihmaller sonucunda ortaya çıkan katliamları ve iş cinayetlerini de böyle değerlendirmeliyiz. Bu hukuksuzluk hali sermayenin çıkarınadır. Bu rejimde işçilere emekçilere ve gençlere bir gelecek yok. Hak arayabilecekleri kurumlar yok. Tamamen özelleştirmeler eliyle sermayenin sömürü araçları kuvvetlendiriliyor.
‘Birleşik mücadele zemini yaratmak en büyük ihtiyaçtır’
Türkiye’de faşizmin hızla kurumsallaştığı sürece ilişkin değerlendirmeleriniz nelerdir? Bu süreç toplumsal muhalefet, kitleler ve gençlik açısından nasıl karşılık buluyor?
Okan Danacı: Herkesin kendi durduğu yerden yaptığı tartışmalar, ideolojik farklar ve nüanslar var fakat faşizmin mevcut düzeyi karşısında toplumsal muhalefet de zorunlu olarak ortak bir zeminde buluşuyor. Bugün sizi iktidarın hedefine alan mevzu yalnızca Kürt olmak değil, aynı zamanda Kürtle dayanışmak. Yalnızca Alevi olmak değil onunla dayanışan, ona ses veren de hedef oluyor. Geldiğimiz noktada çok basit bir talebi, barış talebini dile getirmek bile terörist olarak yaftalanmanıza sebep oluyor.
Barış için akademisyenler bunun en açık örneğidir. Yüzlerce akademisyenin imzası olan bir metin siyasi iktidarın ve onun uşaklarının linç girişimine uğramıştır. Bugün Türkiye’de ekoloji, LGBTİ, sendikal mücadelerin hepsi Saray iktidarının düşman bellediği, boğmaya çalıştığı alanlardır. Bu farklı mücadele alanlarının, onları hedef alan kuvvete karşı bir zemin yaratıp birleşmesi en büyük ihtiyaçtır. Bunu yaparken de sokağı görmek mücadeleyi sokağa taşımak olmazsa olmazdır. Sokağı gören, onu işaret eden kendi siyasi meşruluğunu toplum nezdinde kendi mücadelesiyle kazanan bir mücadele anlayışının kitleler nezdinde bir karşılığı olacağını düşünüyoruz. Bu birleşik mücadele kitlelerin özneleştiği mücadele alanları yaratıldığı takdirde toplumsal ve politik mücadelenin güçlendiği rejime gedikler açtığı ve geleceği yaratma iddiasıyla ilerlediği bir şekilde gelişmelidir.
Karakteri itibariyle de şunları söyleyebiliriz; son süreçte AKP-MHP ittifakını görüyoruz. AKP ve MHP bu rejimi inşa etme yolunda bir ortaklığa giriştiler. Bu ortaklıklarının temel zemini savaş politikaları ve Kürt düşmanlığıdır. Bu ittifak ağzından savaşı düşürmeyen, savaş ve kan üzerinden beslenen bir ittifaktır. Ezilenlerin mücadelesini bastırmak üzerinden kurulmuş ve OHAL rejimini normalleştirmeye çalışan bir ittifaktır. Öyleyse bu ittifakın parçalanması ve dağıtılması da anti-faşist, anti-şovenist bir mücadele hattının geliştirildiği takdirde olacaktır. Bu noktada gençlik de üzerine düşen görev ve sorumluluğu alacaktır. ‘Suruç için Adalet’ kampanyasında da yirmi gençlik örgütünün yan yana gelip üç yıldır bu süreci birlikte örmesi yarın için de bir zemin yaratmıştır. Geçtiğimiz yıllar gençliğin Saray rejimine karşı duruşunu sergilediği deneyimlerle doludur. AKP hileyle 16 Nisan referandumundan istediğini almış olabilir fakat biz biliyoruz ki bu ülke ona ‘Hayır’ dedi. Gençlik ona ‘Hayır’ dedi. Son seçimlerde de gördük; gençlik Erdoğan’a oy vermiyor. Gençlik iktidarla barışık değil çünkü ona vadettiği hiçbir şey yok.
Geleceksizleştirme, ifade özgürlüğünün elinden alınması, yaşam tarzına müdahale politikaları gençlikte bir reddedişi geliştiriyor. Bu reddediş bir politik mücadelenin argümanı haline gelmelidir. Gençlik örgütlerinin sorumluluğu ve görevi bunu bu politik muhtevaya getirmektir.
Ali Burak Yılmaz: Yakın tarihe de biraz bakarak konuşursak 12 Eylül’ün ardından etkisiz bırakılan toplumsal muhalefetle açılan parantez Gezi direnişiyle kapatıldı. Türkiye’de bir kitle ya da topluluk değil tam anlamıyla bir halk ayaklanması, halkın siyasi taleplerini ortaya koyduğu bir eylemlilik oldu. Siyasi partiler ve kurumlar olarak bu açığa çıkan enerjinin örgütlü hale getirilmesi, bir program çerçevesinde yeni bir ülke inşa etmek hedefiyle toplanacak bir süreci örmek noktasında şu ana kadar çok ilerleyebilmiş değiliz. 24 Haziran’dan sonra gelinen noktada içi boşaltılmış tüm yetkileri elinden alınmış bir meclis ve tüm yürütmenin bağlandığı bir Cumhurbaşkanlığıyla karşı karşıyayken toplumsal muhalefetin en önemli alanı sokaktır. Sokakta yan yana gelişler ve orada verilen mücadelenin artması önemlidir. Okullarda, üniversitelerde, fabrikalarda halkın olduğu her yerde yanyana gelişler artmalı buradan doğru umut verecek taleplerin kendini kitleler nezdinde kanıtladığı bir yol üzerinden birleşik mücadele tartışmaları da daha somut bir şekilde yapılmalıdır.
20 gençlik örgütünün katıldığı ‘Suruç için Adalet’ kampanyası ne düzeyde yürütülüyor? Kampanya kapsamında çalışma yapılan kentler hangileri? 24 Haziran seçimlerinin bu seneki kampayaya etkisi oldu mu?
Ali Burak Yılmaz: İstanbul, İzmir ve Ankara başta olmak üzere ülke bütününde bir kampanya yürütülüyor. Kampanya sadece Suruç için yan yana gelen gençlik örgütlerinden ibaret değil. Aynı zamanda güncel rejime ilişkin sorunlar ve adalet talebi dile getirilirken, 24 Haziran seçimlerinin ardından ortaya çıkan ilk tepki anlamını da taşıyor bu kampanya.
20 Temmuz’da Kadıköy’de gerçekleşecek etkinlikle kitlesel bir şekilde seçim sonrası umutsuz iklimin kırıldığı, Suruç’un hesabının sorulduğu, Saray’a tepki gösterildiği bir süreç yaşanacaktır.
“20 Temmuz’da sokaklarda, alanlarda olacağız”
Katliamın üçüncü yıldönümünde çağrınız nedir?
Ali Burak Yılmaz: Suruç Katliamı’nın faillerinin yakalanması, bu katliama göz yuman ve katilleri koruyan herkesin adalete teslim edilmesi ve katliamların aydınlatılması için bu rejime karşı çıkan; eşit, laik, özgür ve kardeş bir ülkenin özlemini duyan herkesi etkinlilerimize bekliyoruz.
Okan Danacı: Tarih katliam tarihidir. Katliamlar devleti, katliamlar coğrafyasıdır. Bu mücadele hem politik mücadelenin hem de toplumun vicdanıdır. Sivas, Maraş, Çorum, Lice, Roboski, Soma, Ermenek, Çorlu ve daha bir sürü katliam, bu toplumun vicdanıdır. Suruç’aa sahip çıkmak da vicdana sahip çıkmak, adalet mücadelesini büyütmektir. Bu da politik özgürlüklerin önünü açacaktır.
Gençleri 20 Temmuz’da 19.30’da yapılacak yürüyüşe ve anmalara çağrıyoruz. Birlikte daha güçlüyüz. 20 Temmuz’da sokaklarda, alanlarda olacağız.