Hatay’da yanıma gelip “Video mesajıyla Kobani kampanyamıza destek verir misin” dediler. Verdim. Onları Suruç’ta şehit aileleriyle otururken gördüm. Neşeliydiler. Sonra ölürken…
11 Temmuz’da Hatay-Samandağ’da katıldığım konferansın bitiminde yanıma üç genç geldi.
“Biz Sosyalist Gençlik üyesiyiz. Kobani’nin yeniden inşası için kampanya yürütüyoruz, video mesajıyla destek olur musunuz?”
“Elbette” dedim. Kısa bir çekim yaptılar, sonra internette yayımladılar. Dün bu gençler Suruç’ta bombalı saldırının hedefi oldu.
İçim yandı! Hiçbirini tanımıyordum, artık tanıyorum:
Onlar komşu bir ülkeye gemilerle, uçaklarla, otobüslerle taşınan mobil cihatçılarla; eğitilen ve donatılan savaşçılarla yürütülen kirli bir savaşın kurbanları.
“Bu kafayla Türkiye Honduras olur” dedik oldu. Reagan, Nikaragua diktatörü Somoza’yu deviren solcu Sandinistalara karşı Kontraları eğitip silahlandırmak için Honduras’ı kullandı. Türkiye de Suriye yönetimine karşı benzer bir misyonu üstlendi, vekâlet savaşının fırlatma tahtası oldu.
“Bu gidişle Türkiye Pakistanlaşır” dedik, Pakistanlaşıyor. CIA ve ISI Afganistan’a küresel cihat otobanı oluşturdu, oradan Kaide ve Taliban çıktı. Silahlar dönüp sahibini vurdu. Pakistan eline silah tutuşturduğu militanları hep kontrol edebileceğini sandı. Yanıldı.
Türkiye’yi yönetenler de kendilerini her türlü kötülükten münezzeh sandı.
Ama yaratılan canavarın dönüşü gecikmedi:
11 Mayıs 2013’te Reyhanlı…
19 Mart 2014’te Niğde…
5 Haziran 2015’te Diyarbakır…
Ve 20 Temmuz 2015’te Suruç…
Bumerang dönüp Türkiye’yi vurduğunda “Esad yaptı” diyerek giriştiği algı operasyonları artık bu ülkenin mahkeme salonlarında duvara çarpıyor. O yüzden bu kez “Esad yaptı” diyemedi. Dili ‘IŞİD’ demeye de varmadı, uyduruktan ‘DEAŞ’ dedi. Birileri bu iki ayaklı mayınları Pakistan istihbaratı ISI gibi hala kullanmayı kafaya koyduysa işte korkulması gereken budur.
Arkalanan failler, kaçırılan failler, takip listesinden çıkartılan failler ve hayalet failler… Bunlar bize berbat bir hikâyenin başında olduğumuzu anlatıyor. Karartılmış ve şeffaf oymayan yargılama süreçleri ülkenin dümeni karanlığa kırdığının işareti.
Suruç’ta o bomba “Düştü düşecek” diye IŞİD namına muştulanan Kobani’ye yardıma giden gençleri vurdu.
O saldırıda akbabaların sınırlarımızdan üşüştüğü Kobani’nin yalnız olmadığını hissettirmek için giden gençler öldü.
Suruç’a giden gençlerden birine, sinemacı Ömer Leventoğlu’na sordum, “Kobani’de ne yapacaktınız” diye. Planları külliyen insani. Dedi ki;
– Sağlık, inşaat, pedegoji ve sanat ekiplerimiz vardı. İstanbul’dan üç otobüs yola çıkmıştık, yolda şarkı söyledik, eğlendik, halay çektik. Suruç’a girerken polis tarafındın durdurulduk, kimlik kontrolü yapıldı.
– Kobani’ye 4 günlüğüne gidiyorduk.
– İnşaatlardaki çalışmalara katılacaktık.
– Çocuk parkı yapacaktık.
– Çocuklarla oyun oynayıp duvarları boyayacaktık.
– Sinema ve belgesel filmleri gösterecektik.
– Kütüphane kuracaktık.
Kaymakam Bey’e 200 kişinin Kobani’ye geçişi çok geldi. 20’den fazla kişinin geçişini sakıncalı buldu. Devreye giren vekillerin umudu hiç olmazsa 3-4 grup halinde gençlerin geçmesine izin verilmesiydi.
Kobani için seferber olanlar Suruç’un girişinde durdurulur, aranır, kimlik kontrolünden geçirilir, sakıncalı muamelesi görür hatta aranan iki kişi gözaltına alınır. Kuşkusuz kötü çocuklardır, yarından tezi yok tetikçinin sayfaları onların günah galerisiyle dolar taşar!
Ya saldırgan ya da saldırganlar? İnsani kampanya için seferber olanlara karşı devletin kabaran ‘güvenlik’ hassasiyeti birden bire söner. Bu kadar insan ‘hassas’ bir misyon ile hassas bir bölgeye gelmiş. İki ayaklı mayınların hedefi olmaları muhtemel. Peki devlet kimden yana? Devletin hassasiyeti kime karşı?
Bir ara “Sen Türkiye’sin büyük düşün” diye gazlandığımız günler vardı.
Harbiden büyüksünüz!