Yapılan birçok araştırmada ‘işveren ve çalışan arasındaki gelir adaletsizliğinin en fazla olduğu iş kolu’ olarak tanımlanan fast-food sektörü çalışanları büyük bir grev hazırlığı içinde. Farklı ülkelerden birçok farklı işçi hakları örgütü ve sendika temsilcisinin katılımı ile organize edilecek olan grevin bu güne kadar sektörün gördüğü en büyük iş bırakma protestosu olması bekleniyor.
ABD Merkezli haber portalı Salon’un muhabirlerinden Josh Eidelson’un özel haberine göre fast-food sektörü işçileri 15 Mayıs tarihinde düzenlenecek grevin 150 ABD şehrini ve 30 ülkeyi kapsaması bekleniyor. Organizatörlerin belirttiğine göre Philadelphia, Miami, Orlando ve Sacramento gibi şehirlerde binlerce işçinin greve destek vermesi beklenirken St. Louis, Kansas City, Milwaukee, Oakland, Detroit, Chicago, Los Angeles ve New York şehirler de greve aktif olarak katılması beklenen önemli merkezlerden.
Grevin yurt dışındaki ayağının ise Karaçi, Kazablanka, Londra, Sao Paolo, Dublin, Bangkok, Buenos Aires, Cenova, San Salvador gibi kalabalık metropoller ile Hindistan, Endonezya, Nijerya, Güney Afrikave Japonya gibi farklı ülkelerden fast-food işçilerinin katılımı ile gerçekleşmesi bekleniyor. Dünyaca ünlü fast-food markası McDonald’s’ın Auckland/Yeni Zelanda’daki merkezi önünde bir açık oturum yapacak olan işçiler ayrıca Filipinler’deki 5 McDonald’s şubesi önünde ‘flash-mob’ gösterileri düzenleyecek ve Belçika’daki bir McDonald’s şubesini öğlen saatleri sırasında tamamen kapatmaya çalışacak. Ertesi gün ise İtalya’da başlayacak olan grevlerde ise Roma, Milan ve Venedik gibi ülkenin en turistik bölgelerindeki McDonald’s şubelerinin kapatılmasına çalışılacak.
Grevlerle ilgili resmi açıklamaların Manhattan’da düzenlenecek bir basın toplantısı ile duyurulması bekleniyor. Uluslararası bir sendika federasyonu olan International Union of Food, Agricultural, Hotel, Restaurant, Catering, Tobacco and Allied Workers’ Associations (Gıda, Tarım, Otelcilik, Restoran, Catering, Tütün İçşçileri Birliği Sendikası) tarafından bu hafta içinde New York şehrinde yapılan toplantıda yapılacak eylemlerin detayları sendika liderleri ve fast-food işçilerinin katılımı ile belirlendi.
İşçiler tarafından üzerinde uzlaşılan talepler arasında saat başı 15 dolarlık ücret ve sendika değiştirme özgürlüğü bulunuyor. Eylemlerin ana organizatörü ise Service Employees International Union (Uluslararası Hizmet Sektörü Sendikası). Sendikanın özellikle basın yolu ile yaptığı çeşitli eylemler sayesinde McDonald’s şirketine karşı açılan ‘maaş hırsızlığı’ davalarında son iki aydır çok büyük bir artış olmuş ve fast-food sektöründe çalışan işçiler ve CEO’lar arasında 543’e 1 oranında bir gelir farkı olduğunu belirten araştırmalar 2012 yılında kamuoyu ile paylaşılmıştı.
Aralık 2013’te bir benzeri düzenlenen fast-food işçileri grevine 100 ayrı şehirde katılım olmuştu. Bu grev öncesi McDonald’s şirketi e-mail yolu ile bir basın açıklaması yapmakla yetinerek “Biz şirket olarak işçilerimize ilerleme imkânı, rekabet ile artan ücretler, eğitim ve profesyonel gelişim sağlıyoruz. Amacımız işçilerimize kendilerini geliştirme ve başarılı olma imkânını sunmaktır” demişti. Greve hazırlanan işçiler için şu anda federal yasalar ile belirlenmiş olan ücretlendirme saat başı $7.25’e denk geliyor. Fast-food zincirleri çalışanlarına ileriye dönük onlara faydalı olacak eğitimler sundukları ile övünüyor olabilirler fakat ABD’li gazeteci Eric Schlosser’ın 2001 tarihli Fast Food Nation (Fast Food Halkı) kitabında aktardığına göre durum tam tersi. Kullanılan endüstriyel mutfak ekipmanları ve fabrikalaşmış pişirme yöntemleri sayesinde deneyimsiz işçileri en düşük ücretten çalıştırabilen fast-food markaları herhangi bir mesleki birikim elde edemeyen bu işçileri istediği zaman işten çıkartarak çok kalabalık bu sektörde gelişebilecek muhtemel sendikalaşmanın da önüne geçmiş oluyor.
Fast-Food sektörü 2013 yılında sadece ABD’de ekonominin 160 milyar dolarlık bölümünü oluşturdu. Ortalama bir fast-food şirketi CEO’su yıllık $23.8 milyon kazanırken iş veren ve çalışanlar arasındaki gelir farkı oranı 2013 yılında 1’e 1000 olarak açıklanmıştı.
Her yıl aynı sektörün kendisi gibi katlanarak büyüyen ve ülkeden ülkeye yayılan bu grevler zinciri kalıcı bir sonuç elde edebilecek mi bilinmez. Fakat ABD politik sahnesinin en ‘karikatür’ isimlerinden Cumhuriyetçi Parti üyesi Michele Bachmann gibi figürler “Eğer asgari ücreti tamamen kaldırırsak (.) işsizliği bir anda yok edebiliriz (.) çünkü her türlü seviyede ve pozisyonda iş önerme şansımız olur” gibi ‘beyin yakıcı’ açıklamalarda bulunmaya devam ettikleri sürece bu fırtına kolay kolay dinmez. Konu ile ilgili en net özet ise ABD’li komedyen Bill Maher’dan gelsin: “İşçiler sıfıra yakın maaşlar almaya devam ettikçe ancak sıfır kalitedeki ürünleri tüketebilecekler. Çoğu fast-food çalışanı ?ki ortalama yaşları artık 29- hükümetin sosyal yardım programlarından faydalanmak zorunda. Eğer çalışan insanlar bile hayatlarını idame ettirebilecek kadar kazanamazlarsa hükümetten para alırlar: Yemek fişleri, çocuklar için öğle yemekleri, sosyal konutlar (.) Eğer CEO’lar çalışanlarına yeterli ücreti öderlerse kalan açık bizim vergilerimizden kapatılmaz. Bu noktada soru şu: Daha az yardım programları olan daha küçük bir devlet yapılanması mı istiyorsunuz yoksa daha düşük bir asgari ücret mi? Çünkü ikisine birden sahip olamazsınız. Eğer Colonel Sanders (Kentuck Fried Chicken markasının kurucusu) bankonun öbür tarafındaki kadına yeterli bir maaş ödemezse, Sam Amca bu ödemeyi yapmak zorunda. Ve ben, bir vatandaş olarak çok büyük karlar elde eden bu şirketlerin çalışanlarının maaşlarını onların yerine ödemekten çok sıkıldım.”
Haber: Sevgi Özpehlivan / Radikal