Ankara Tabip Odası’nda seçimlere EDTTB adına katılan Çağdaş Hekimler Grubu’ndan Dr. Vedat Bulut: “TTB ile mücadele etmelerinin asıl nedeni, sağlık sektöründe rant, yağma ve talan ekonomisini ortaya koymamızdır. Asıl olarak 2019 yılında yapılacak olan Başkanlık seçimlerine bir otobanda, taşsız dikensiz bir yolda ilerlemek istiyorlar.”
Önümüzdeki haftasonlarında Tabip Odaları’nda seçimler yapılacak. SiyasiHaber olarak biz de Ankara, İstanbul ve İzmir Tabip Odalarında Etkin Demokratik TTB (EDTTB) adına yönetimlere aday olan hekimlere sorular sorduk. İlk olarak Ankara Tabip Odası’na aday olan Çağdaş Hekimler Grubu adına Dr. Vedat Bulut’la yaptığımız röportajı yayımlıyoruz.
Röportaj: SiyasiHaber
Savaş, ekolojik tahribat, işsizlik, yoksulluk, GDO vb. liste uzatılabilir. Bu sorunları TTB dile getiriyor, hekimlik sorunları ile ilgilenmiyor, insan hakları örgütü gibi çalışıyor deniliyor. Hatta hükümet yetkilileri daha da sert, parti kursunlar seçimlere girsin diyor. Etkin Demokratik TTB (EDTTB) adına seçime giren Çağdaş Hekim Grubu olarak sağlığı nasıl ele alıyorsunuz? Meslek örgütü ile bu sorunların ilişkisini nasıl kuruyorsunuz?
Tarih öncesinden beri tıp doktorları, devamlı olarak barışın yanında, savaşın karşısında olmuşlardır. 4700 yıl önce, tarihte bilinen ilk hekim İmhotep’tir isminin anlamı bile “barışla gelen”dir. 4700 yıl sonra da böyle olacaktır; çünkü tıp doktorları savaştan kazanç sağlayan rant şebekeleri değildir. Aksine barış ortamından yarar görürler, o ortamda daha iyi halk sağlığını geliştirirler. Kaldı ki TTB’nin bu metni 200 yıl önce hazırlanmış olan bir metin taslağından alınmıştır ve savaşın halk sağlığına zararlı olduğunu söylemek bir suç değildir. Uluslararası hukukî normlarda da bu böyledir. Türkiye’de bunun bir yargılama safhası olsa bile, buna bir ceza verilebilme durumu söz konusu değildir.
TTB ve meslek örgütleri ile mücadele etmelerinin asıl nedeni, bizim ortaya koyduğumuz yolsuzluklardır. Sağlık sektöründe rant, yağma ve talan ekonomisini ortaya koymamızdır. Benzer şekilde TMMOB de enerji ve maden sektöründe, ekosistem, su havzaları, kentleşme ve ulaşım vb. ile ilgili yolsuzlukları ortaya koydukları için hedef haline geliyorlar. Çünkü bu sektörlerde yüz milyarlarca dolar rant var. Ve bunu siyaset kendi güdümünde istiyor; bunun da eleştirilmesini istemiyor. Medyanın şimdiki durumunu biliyorsunuz. Doğan Grubunun da satılmasından sonra neredeyse tek sesliliğe doğru gidiyor medya sektörü. Karşılarında hiçbir ses olmasın istiyorlar. Dikensiz gül bahçesi istiyorlar ve asıl olarak da 2019 yılında yapılacak olan Başkanlık seçimlerine bir otobanda, taşsız dikensiz bir yolda ilerlemek istiyorlar.
Hâlbuki bunu sağlamalarının tek bir yöntemi vardır. İktidar, uygulamalarında dürüst çalışmaları yeterli olabilirdi. Ancak dürüst çalışmayacaklar; aksine mevcut suçları örtmek gibi bir yaklaşım içerisindeler. Peki biz ne yaptık: Çocuk tacizlerini gündeme getirdik. Laik ve bilimsel eğitim dedik. Çünkü bunlar olmadan sağlık sorunları ele alınamaz. Örneğin çocuk yaşta evliliği engelleyemezseniz; gençlikte yaşanan sağlık sorunlarını da engelleyemezsiniz. Bunların tümü bizim, 6023 sayılı yasadan kaynaklanan görevlerimizdir. 6023 sayılı yasada, halk sağlığı korumak ve geliştirmek birinci, öncelikli görevimizdir. Geçmişteki iktidarlar da bu maddeyle uğraşıp bunu bile kaldırmaya çalışmışlardır; ancak Anayasa Mahkemesi reddetmişti. Neoliberal, vahşi kapitalizmin Türkiye’ye yerleşmesiyle beraber, bu serbest piyasacılıkla beraber bu çalışmalar yapılmıştır.
TTB üzerindeki baskılar yeni değildir. 2 yıl önce de gündeme getirmişlerdi. Bugünlerde bu bildiriyi bahane ediyorlar. Çünkü zamanlamanın uygun olduğunu düşünüyorlar. Ancak önlerinde önemli bir engel bulunuyor. Uluslararası platformlarda bunu hiç kimseye izah edemezler; çünkü dünyanın her yerinde söz konusu kurum o ülkenin ismiyle anılır ve TTB de Dünya Tabipler Birliği’nin kurucu üyesidir. Uluslararası sözleşmeler de TTB’nin ismi geçer. Eğer kurumun adından Türk ismini çıkarırsanız, tüm bu anlaşmalarda sakatlanmalar oluşur. Bunu yeni fark etmiş olacaklar ki, bu söylemi yavaş yavaş gündemden düşürdüler. Ancak hazırladıkları bir taslak var. O taslaktan da haberdarız. TTB vb. meslek örgütleri cenaze levazımatçısı değildir. Hani hatırlarsınız kovboy filmlerinde insanlar çatışırken ellerini ovuşturan cenaze levazımatçıları vardır; biz onlardan değiliz, tıp doktoruyuz. İnsanlar sağlıklı yaşasın, birbirlerini öldürmesin deriz. Ve bu çağrılarımızı sadece devletlere yapmayız; aynı zamanda terör örgütlerine de bunu söylemişizdir. Silahlı mücadeleye her zaman karşı çıkmışızdır. Bu nedenle bizimle ilgili karalama kampanyalarının bir kıymeti yok. Hekimlerin desteği bizim yanımızdadır.
Sağlık ortamında şiddet gündemde. Hekimlerde tükenme ve intiharlar artıyor. Bu sorunların kaynakları hakkında ne düşünüyorsunuz? Bunları azaltmaya yönelik TTB-Tabip Odaları hangi girişimlerde bulunuyor ya da bulunması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Hekimlerin intihar nedenleri hakkında birkaç madde sayabiliriz: Bunlardan bir tanesi iş stresinin son derece yoğun olmasıdır. Dolayısıyla sağlıkta dönüşüm projesidir. Hekimlerin baktıkları veya ameliyat ettikleri hasta sayısı üzerinden ücretlendirmelerini öngören bu kapitalist sistemdir. Nitekim bunun çöktüğünü son zamanlarda kendileri de kabul ettiler. Hekimler bu derece yoğun bir iş ortamına sürüklendiklerinde elbette ki tükenmişlik yaşıyorlar.
Bir diğer nedeni parçalanmış aile meselesidir. Biliyorsunuz, OHAL’den bu yana pek çok KHK çıktı ve terörle mücadele ile ilgisi olmayan bir sürü madde KHK’lere konuldu. Bunların içinde sağlıkla ilgili olanlar var. Yine bu OHAL sürecinde stratejik personel diye bir kelime ürettiler sağlık personeli için ve aileleri parçaladılar. Şu anda Türkiye’de binin üzerinde hekim parçalanmış aile yapısındadır. Mecburi hizmet nedeniyle eşler farklı şehirlerde görevlendirilebiliyor ve eş durumu tayini yapılmıyor. Nitekim hatırlarsınız, Batman’daki hekimimizin intiharında, kendisi Batman’dayken eşi İzmir’deydi; aile desteği alamıyordu. Orada geçirdiği depresyon açısından böyle bir meslektaşımızın bu intihara sürüklenmesi son derece üzücü ve bu işin sorumluları da stratejik personel kavramının arkasına sığınarak Anayasa’ya aykırı görevlendirme yapan zihniyettir. Mecburi hizmet Anayasa’ya aykırıdır; çünkü insanların dolaşım ve ikamet özgürlüğünü engelleyicidir. Mecburi hizmeti elbette ki devlet koyabilir; fakat kimlere koyabilir, eğitimi esnasında burs verdiği öğrencilere mezun olduklarında koyabilir. Ancak devlet bunu yapmak yerine, hem ücretini ben belirlerim hem de diplomanı gasp ederim; seni istediğim yere de görevlendiririm gibi bir sistem uyguluyor. Bunun insanî kabul edilebilir bir tarafı yoktur. Elbette gönderebilirsiniz bir hekimi en ücra köşelere; fakat uygun ücret karşılığında ve rıza ile. Bunu yapmak yerine, düşük ücretlerde ve zor koşullarda hekimler çalıştırılıyor.
Tabii hekimlik mesleği uzun bir eğitim gerektiriyor. Altı yıllık eğitimin ardından uzmanlık da yapıyorsanız 35 yaşına kadar mecburi hizmeti dikkate aldığımızda nerede yaşayacağınıza kendiniz karar veremiyorsunuz. Bizim sevmediğimiz bir söylem ama, bunu tüm yetkililere söylüyoruz, mal ve hizmetlere geldiğinde kapitalist olanlar insan kaynaklarına geldiğinde birden bire komünist oluyorlar. Ya gelin hepsini komünist yapalım ya da insan kaynaklarını da kapitalist sisteme göre işletin. Hekimler, hak ettiklerini alamama duygusu içindedir. Bunu da bir diğer neden olarak sayabiliriz.
Dolayısıyla intiharlar yaygınlaşıyor. Son dönemde ihraçlar, daha doğrusu işten atmalar nedeniyle de intiharlar görüldü. Son olarak İzmir’deki genç kardeşimizin intiharından sonra bylock kullanıcısı olmadığı, yani masum olduğu anlaşıldı. Devlet pardon deyip bu işlerden sıyrılamaz. Yani şu andaki iktidarın faşist yapılanması, pardon diyerek bu işlerden sıyrılamaz. Bunların yüksek düzeyde tazminatları olacaktır.
Darbecilerin cezalandırılması tabii ki gerekir. Ama masum insanların, muhaliflerin, sosyal demokratları, sosyalistleri vb. bu sepetin içerisine koyarak işlerinden atmaları tamamen hukuksuz, insanî kıstaslara uymayan, diktatörlük düzenlerine yakışır uygulamalardır. Bu konuda zarar görenlet uluslararası normlarda haklarını ve tazminatlarını alacaklardır.
Sağlıkta Dönüşüm Programı/Projesi (SDP) ile Türkiye tüm dünyaya örnek gösteriliyor? EDTTB bu konuya da itiraz ediyor? Vatandaşlar ve sağlık çalışanlar için SDP ne tür sorunlara yol açma potansiyeli taşıyor?
Sağlıkta dönüşüm projesi dünyada ilk değildi. Bu daha önce Kanada, ABD ve İngiltere’nin bazı bölgelerinde pilot uygulamaları yapılmış; ancak başarısız olmuş, halkın tepkisini çekmiş projelerdi. Bildiğiniz gibi, Batılı emperyalist ülkeler, kendilerinde eskiyen veya yürümeyen teknolojilerini veya projelerini böyle bizim gibi gelişmekte olan ülkelere şırınga etmek gibi bir alışkanlıkları vardır. O dönemde sağlıkta dönüşüm projesinin önerisini yapan ABD’liler, neyi amaçladıklarını açıkça yazıyorlar. Bunlar gizli saklı şeyler değildir. Gerek Dünya Bankası gerek IMF gerekse de sağlık sektöründe ABD merkezli tekeller; pazar haline getirdikleri bizim gibi ülkelere tıbbî cihazlar satma, ilaç satma, insanları sağlıksız kılarak daha fazla sağlık harcaması yapmalarını sağlama hedefindedirler. Buna sağlık turizmini de ekleyelim.
Bunun getirdiği sonuç şudur: Sağlıkta dönüşüm dedikleri şey, aslında sağlıkta özelleştirmedir. Devletin sosyal devlet alanından çekilmesidir. Oysa Anayasa’da yer alan şudur; adalet, güvenlik, eğitim ve sağlık devletin yerine getirmek zorunda olduğu görevleridir. Vatandaşlar bunun için vergi vermektedirler. Halbuki bir yandan vergiler çarçur edilirken, hortumlanırken diğer yandan kurum zararları bahane edilerek özelleştirmeler yapılmıştır. Sağlık hizmeti, özel sektöre peşkeş çekilmiştir. Artık devlet, sağlığı alınıp satılabilir bir meta olarak düşünüyor. Oysa sağlık hizmeti, devletin vermesi gereken kamusal bir hizmettir.
Sağlıkta dönüşüm; AVM tipi şehir hastaneleri projesiyle, al-satçı lobilerin ilaç satma çalışmalarıyla, yine alternatif tıp gibi ne olduğu bilinmeyen uygulamalarla, aşı karşıtı kampanyalarla halk sağlığını bozacak sonuçlar doğuran bir sistemdir. Oysa halk sağlığı, çok daha az bütçeyle korunabilecek bir alandır. Önemli olan insanları hasta etmemektir. Tıp hekimliğinin temel prensibi de budur; önce hijyen, sanitasyon, çevre sağlığı ve ekosistemin korunmasına yönelik çalışmalardır. Halbuki buraları bozarak daha fazla insanın hasta olmasına yol açan ve sosyal güvenlik kurumu aracılığıyla sağlık hizmetlerinin giderek daha fazla özel sektöre devredilmesi projesidir uygulanan.
Ancak bu sistem çökecektir. Batı’da da çökmüştür. Türkiye’de cari açık aşırı artmıştır. Bunun esas iki kaynağı vardır; birisi savaş endüstrisidir; diğeri de sağlıktaki harcamaların karşılanamaz hale gelmesidir. Bugün Türkiye’de insanlar yılda ortalama kişi başına 8 kez bir sağlık kurumuna, muayene olmak için gitmektedirler. Bu, sağlıklı olmanın bir göstergesi değildir. Bu sağlıkta performansın çöküşünün birinci işaretidir. İkinci işareti ise sağlık harcamalarıdır. İlaç harcamaları 3-4 kat artmıştır. Yine malzeme kullanımı ve ameliyat sayıları da 3-4 kat artmıştır.
Eğer siz sağlığın niteliğine değil de niceliğine para öderseniz, bir jenerasyon sonra artık hekimler sayıyla hasta bakmaya başlarlar. Yani daha çok hastaya bakmayı, daha zor vakaya bakmaya tercih ederler. Bu durumda da yaşam tehlikesi artar. Bu dönüşümü Türkiye yaşamamalıdır. Bunun için sağlıkta dönüşüm projesinden vazgeçilmelidir.
Artık gençler hekimlik mesleğini tercih etmiyorlar. Ya da çalışma şartları zor olan uzmanlık alanlarını tercih etmiyorlar. Bu durum, bazı alanlarda yeterli hekim bulamama durumuna yol açacaktır. Hatta yaşlı hekimlerimiz şunu söylüyor: ‘Belki de ileride bize bakacak iyi hekimleri kendimiz dahi bulamayacağız.’ ‘Sağlıkta Dönüşüm’ün Türkiye’yi kenarına getirdiği uçurum budur.
İnsan kalitesini bozmamak gerekiyor. Hekimler ücretlendirmenin karşısında neyi önerdiklerini ortaya koymuştur: Yoksulluk sınırının üstünde emekli maaşı ve yoksulluk sınırının iki katı maaşa hekimler razıdır. Bunu yapsalar ve emekliliğe yansıyan güvenceli bir maaş sistemine geçseler -çünkü performans emekliliğe yansıyan bir sistem değildir- ‘Sağlıkta Dönüşüm’ün pek çok sorununu bu şekilde çözebilirler.
Döner sermaye ve performans hekimler için önemli bir gelir kaynağı mıdır? Bu gelir kaynağına EDTTB olarak itirazınız söz konusu. İtiraz gerekçeleriniz nelerdir?
Daha önce söylediğim gibi ücretlendirmenin sayı üzerinden değil, hak etme üzerinden yapılması gerekir. Biz elbette hekimlerin maaşının herhangi bir meslek grubuyla kıyaslanmasını kabul etmiyoruz. Bu kadar zor, uzun bir eğitime ve riskli bir çalışma ortamına dikkat çekiyoruz. Çünkü hekimlerimiz bulundukları ortamlarda toksik gazlar soluyorlar, çeşitli mikroorganizmalarla, virüslerle karşılaşıyorlar, hepatit olma riskleri var, AİDS kapma riskleri var… Her türlü kötü koşullar altında çalışan hekimlerimiz zaten o performansa ihtiyaç duymayacak ücretleri hak ediyorlar. Bu ücretlerin performans sistemi olmadan kendilerine sağlanması lazım. Geleceklerini güvence altında hisseden hekimler çok daha kaliteli ve güler yüzlü hizmet verebilirler; bu sağlıkta şiddeti de azaltır.
Eğer siz bir polikliniğe günde 100 hastanın adını yazarsanız, o hastalara bakacaksınız derseniz… Sağlıkta şiddet olaylarının özellikle 16.00-17.00 saatlerine denk geldiğini görüyoruz. Yorgun anlarında hekimlerin yeterince cevap verememesi, hastasıyla yeterince ilgilenememesi veya hasta yakınlarının çok beklemekten kaynaklanan sinir/anksiyete durumları bu tür olaylara yol açıyor. Bunu azaltmanın yöntemi, hekimleri ücretlendirme politikasını performansın dışına çekmek ve hak ettikleri ücreti de kimseyle kıyaslamadan vermektir. Milletvekili maaşıyla bile kıyaslamasınlar. Gelip doktorluk yapabiliyorlarsa yapsınlar. Doktorlar isterlerse gidip milletvekilliği yaparlar. Milletvekilliği maaşından daha fazla maaş versinler, kurtulurlar.
Meslek örgütü olarak Hükümet ile diyalog kurmadığınız söyleniyor. TTB-Tabip Odaları olarak sorunların çözümünde diyalog sizce sorunları çözmek için yeterli olur mu?
Bu ifade doğru değil. Çünkü diyalog kuruldu. Pek çok kez Müsteşar, Bakan ziyaret edildi. Web sitemize bakılırsa bu temaslarımız görülecektir. Diyalog konusunda bir örnek vereyim: Yarın Zekai Tahir Burak Hastanesi’nde geçtiğimiz hafta karşılaşılan şiddet üzerine bir çalıştay yapılacak. Bu çalıştaydan Hükümet olarak sizin bile haberiniz yok. “Şifa veren ellere vefa.” Çalıştayın adı bu. Sağlık Müdürümüz katılacak, eski Sağlık Komisyon Başkanımız, Müsteşarımız, şu anda Adana Milletvekili olan Necdet Ünüvar katılacak, Sayın Valimiz katılacak oraya, Emniyet Müdürümüz katılacak. Ama bu çalıştaya meslek odamız davet edilmiş değildir. Kendilerine mesaj attım, arzu ederlerse çözüm önerilerimizi anlatmaya hazır olduğumu bildirdim, henüz cevap gelmedi. Belki kabul edeceklerdir, onu bilmiyorum. Sağlık Müdürü ile telefonla haberleşmeye çalıştım, telefonunu açmadı. Ama mesajımı gönderdim, okuduğunu görebiliyorum buradan.
Biz diyalog taraflısıyız. Biz projelerimizle gidiyoruz. Sağlık Bakanlığı’nın Sağlık Yasama Komisyon Başkanı Vural Kavuncu’yu ziyaret ettik defalarca. Yine Sağlık Bakanı Hukuk Müşavirini ziyaret ettik. Emekli maaşlarıyla ilgili hekimlerin sorunlarına ilişkin çözüm önerileriyle gittik. Biz sadece sorunları anlatıp çözüm önerisi götürmeyen bir meslek odası değiliz. Özellikle Ankara Tabip Odası’nın bir özelliği vardır; yönetmelik ve kanunları en hızlı biçimde yorumlayarak hızla refleks üretebiliyoruz; ki bunda Hukuk Büromuzun altyapısının kuvvetli olmasının büyük payı vardır, üç hukukçuyla birlikte çalışıyoruz. Ankara’da olmamız, Meclis’e de yakınlığımız hasebiyle gidip görüşmeler yapabiliyoruz.
Diyaloğu istemeyen karşı taraftır aksine. İsmail Kahraman’ın Meclis Başkanı olduğu bir Türkiye’de ben Meclis yasaklısıyım. Bunu daha önce de basına arz ettim. Ama milletvekilleriyle birlikte Meclis’e girebiliyoruz. Bunu kendileri de biliyorlar. Ama beni ekranda kırmızı işaretle “yasaklı” göstermek kendi ayıplarıdır. Tiyatro oyununda yaptıkları ayıbı bir meslek odasının başkanına da yapıyorlar; kendi ayıplarıdır.
Yarınki çalıştaya bizi de çağırabilirlerdi ve oraya gidip belgelerle şiddeti önlemek için çözüm önerilerimizi sunabilirdik. Biz şiddetin yasal düzenlemelerle önlenemeyeceğini düşünürüz. Daha ziyade yaygın öğretim, örgüt öğretimin etkili olabileceğini düşünürüz. Kurtlar Vadisi dizisiyle yetişen, Ertuğrul, Abdülhamit dizilerini izleyen bir nesil tabii ki şiddete yönelecek. Şiddet dolu, kanlı sahneler… Televizyon da bu işin içinde tabii…
Biz diyalog taraftarıyız. İsterlerse her zaman görüşürüz. Ama onların diyalog dedikleri biat! Bizim biat kültürümüz yoktur.
Hekim örgütü olarak üyelerimizin karar alma süreçlerine katılmalarını sağlayan mekanizmalarınız var mı? (Komisyon, çalışma grubu, işyeri meclisleri vb.) Bunları etkin çalıştırabiliyor musunuz?
Ankara Tabip Odası’nın 14 tane komisyonu var. Bu komisyonların tümü etkin olarak çalışıyor. 7 kişilik Yönetim Kurulu işin sadece icrai tarafını yürüten, gözüken kısımdır. Hâlbuki Tabip Odası’nın görünmeyen kısmı, kahramanları vardır. Bunların sayısı 300’ü geçer. Her komisyonda onlarca, yirmilerce arkadaşımız çalışma yürütür. Örneğin Aile Hekimliği Komisyonumuz aile hekimlerinin sorunlarını denetler, derler, bize iletir. Yine İnsan Hakları Komisyonumuz Türkiye’de olan işkence olaylarını, orantısız polis müdahalelerini raporlar ve biz bu raporları Valilik, Emniyet Müdürlüğü ve Cezaevi Müdürlüğü’yle, Adalet Bakanlığı ile paylaşırız. Biz sadece Sağlık Bakanlığı değil, Adalet Bakanlığı ile de defalarca görüşmeler yaptık. İşçi Sağlığı ve İşyeri Hekimleri Komisyonumuz yine işçi sağlığı ve meslek hastalıklarıyla ilgili çalışma yürütür. Halk Sağlığı Komisyonumuz, yine bizim asli görevimiz olan halk sağlığını nasıl daha iyi hale getirebiliriz konusu üzerinde çalışır. Konuyu tarihsel süreç içerisinde inceleyip, örnekleriyle vurgulayarak çalışıp getirir. Kadın Hekimliği ve Kadın Sağlığı Komisyonumuz var. Onlar da o açıdan bakarlar… Web sitemize girdiğinizde tüm komisyonlar hakkında bilgi edinebilirsiniz. Her Komisyonun hangi faaliyetleri yürüttüğü belirtilmiştir. Yine Çalışma Raporumuz yayınlandı, Cumartesi günü Genel Kurul’umuza gelen tüm üyelerimize sunulacak. 400 sayfayı aşkın bu raporda bizim faaliyetlerimizin sayısı binlercedir. Çoğu da hekimlik meslek örgütünün asli görevleri arasında olanlardır. Hepsi halk sağlığıyla, vatandaşımızın daha iyi hizmet almasıyla ilgilidir.
Komisyonlarımızın dışında Birim Temsilcilerimiz vardır. Onların çalışmaları OHAL nedeniyle bir miktar aksadı. Çünkü insanlar bu baskı altında çok fazla görünür olmak istemiyorlar. Biz bunu anlayışla karşılıyoruz. Çünkü mücadele etmek zor. İşinizden atılma endişesi yaşıyorsunuz. Birim Temsilcilerimiz hala var. Onlarla haberleşerek bilgileri alabiliyoruz. İletişim teknolojisi çok gelişti. Gelişmelerden anında bilgi alabiliyoruz. Şiddet olayları bunlardandır… Bir hastanede şiddet olduğunda en fazla 5 dakika içinde, Sağlık Bakanlığı’nın uyguladığı Beyaz Kod’dan bile daha hızlı biçimde bizim bilgimiz oluyor ve hukukçularımız ve ATO yetkilileri o tarafa giderek arkadaşımıza yardımcı olmaya çalışıyor.
Siz de izlediniz, geçen hafta iki hastanede şiddet oldu. Hemen müdahale yapıldı ve hukukî mücadele başlatıldı, kamuoyuna bilgi verildi, haber medyayla paylaşıldı.
Görünmeyen kahramanlar var, yüzlerce. Zaten onların (iktidar) anlayamadığı bu. Herhangi bir ücret karşılığı yapılmıyor bunlar, gönüllülük temelinde, meslek idealizmi nedeniyle yapılıyor. Meslek idealizminden bir şey anladıklarını zannetmiyorum. Aynı zamanda bizim mezun olduğumuzda yaptığımız yeminin anlamını kavradıklarından da emin değilim. O yemini okurlarsa, bizim o yemine bağlı olarak çalıştığımızı anlarlar. Ve herhangi bir şeyden korkmayacağımızı da bilirler.
İbni Sina yedi iklim yedi kral gezmiştir. O kraldan memnun olmayınca diğerine gitmiştir. Bizim de cebimizde uluslararası diplomamız var, burada çalışamazsak başka ülkelere gider çalışırız. Ama onlara muhtaç değiliz. Recep Tayyip Erdoğan’a hiç muhtaç değiliz.
Son olarak seçime katılacak üyelerinize ne söylemek istersiniz? Seçime giderken sloganınız nedir?
Mesleğimizin adına, onuruna, iyi hekimliğe sahip çıkmak için bu seçimlere katılmaları son derece önemlidir. Çünkü eleştiriyi özellikle şuradan getiriyorlar: Toplam üye sayısının çok az miktarı oy kullanmaya geliyor, deniyor. Buna karşı hekimlerimizin sandığa gelip oy kullanmaları mesleki onurlarını, iyi hekimlik değerlerini korumak, odalarına sahip çıkmak demektir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda Türk tabiplerinin payı vardır. Mülkiyeliler, Harbiyeliler, Tıbbiyeliler… O nedenle, Türkiye Cumhuriyeti’nin korunmasıyla ilgili elimizden geleni yaparız. Türkiye Cumhuriyeti’nin yapısının değiştirilmek istendiğini biliyoruz. Pek çok kurumun başından Türk adını attılar. Türk Kızılay’ı ya da Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası’nın başındaki TC ifadelerini attılar. Onlar savaşla ilgili bir açıklama mı yapmışlardı? Hayır. AK Parti Türk adından rahatsızdır aslında. Aslında sadece MHP’yi seçimlere kadar payanda olarak kullanma niyetindedir. Seçimler olunca onu da çöpe atacaklar. Tamamen şeriatçı bir özlem içinde hareket ediyorlar. Türkiye’yi ortaçağ karanlığına sürükleyecek tamamen şeriatçı bir devlet peşindeler. 2023 hedefleri budur ve biz de bu hedefin önündeki en önemli engel olmaya devam edeceğiz.