Türkiye’de göçmenler ya da mülteciler deyince akla daha çok Suriyeliler gelir. Oysa savaş, zulüm ya da yoksulluk nedeniyle çok çeşitli ülkelerden insanların yolu Türkiye’den geçiyor. Bu topluluklardan biri de Doğu Türkistanlı göçmenler. Soydaş kültürü, hem resmi hem sivil alanda onlara “pozitif bir ayrımcılık” alanı açsa da; Hükümetin Doğu Türkistanlılara ve göçe dair politikalarına eleştirileri var.
Mahlas adını Ahmet Can olarak seçen Doğu Türkistanlı gençle söyleşiyoruz. Kendisi 24 yaşında ve üniversite öğrencisi. Hem çalışıp hem okuyor. Türkiye’ye 7 yıl önce göç etmek zorunda kalmış. Sonraki yıllarda vatandaşlık hakkını kazanmış. Kendini ırkçılık karşısında tarif eden Ahmet Can, “Arapları gönderip sizi daha çok almak lazım” diyenlerden rahatsız olduğunu söylüyor.
Ezilmiş bir halkın göçmeni olarak Suriyelilere ve Kürtlere bakışı da oldukça çarpıcı: “Meseleye ırk temelinde bakmamak lazım. ‘Arapları gönderip sizi daha çok almak lazım’ gibi ırk temelli anlatımlar bizi rahatsız ediyor. Bakıyorum, bazı konularda Kürtlerin hakları bizden bile geri. Çin parasında Uygurca yazı var. Eğer Türkiye’de böyle bir şey olsa kıyamet kopar”. Devamında şu örneği veriyor: “Okulda her pazartesi Çin marşını kendi dilimizde okuyorduk. Şimdi ben böyle bir yasa sunsam, Diyarbakır’da herkes İstiklal Marşını Kürtçe okusun desem, yolda bir tane aşırı sağcı beni çevirip vurabilir…”
İsterseniz, Doğu Türkistanlı göçmenleri tanımak ve liberteryan bir genç olarak Ahmet Can’ı dinlemek için söyleşimize başlayalım:
Kendinizi nasıl tanımıyorsunuz, Uygur mu, Uygur Türkü mü?
Her ikisi de kullanılıyor. Ama genel olarak kendimizi Doğu Türkistanlı olarak tanımlıyoruz. Çin’de bulunduğumuz yer Doğu Türkistan, yani Sincan olarak geçiyor.
Türkiye’de şu anda ne kadar Doğu Türkistanlı nüfus var? Neden gelmek durumunda kaldınız?
Çok göç veriyoruz memleketten. Sanırım Türkiye’de 30 bin kadar kişiyiz. Gelenlerin bir bölümü de buradan Avrupa’ya gitti. Diasporamızdaki en yüksek nüfus Kazakistan’da, ikinci sırada Türkiye var. 1980 ile 2000 yılları arasında göç Kazakistan’a yönelmişti. Orada yerel bir Uygur nüfusu da var zaten. Türkiye kültürel olarak Uygurlara Avrupa’dan daha yakın geliyor. Çünkü Doğu Türkistanlılar Müslüman bir toplum. Çin 2016’da adı konulmamış bir tehcir politikası uyguladı. Çin’deki Uygur vatandaşlarına zorla pasaport dağıtıldı. Öncesinde pasaport almak çok zor, hatta imkânsız bir şeydi. Sadece çok zenginler iyi bir rüşvet karşılığında pasaport alabiliyordu. Politika değişikliğinin sebebi yeni ipek yolunun başlamasıydı. “Ebedi barış” adı altında bir uygulamaya gidildi. Milliyetçilikten terörizmden arındırılmış bir bölge kurma amacıyla asimilasyon başladı. Bu proje kapsamında herkese pasaport verildi. İnsanlar baskı rejiminin başladığını hissettiler. Başörtüsü ve sakal yasakları geldi. Ramazanda oruç yasağı da geldi. Baskıdan rahatsız olan insanlar göç etmeye başladı. Pasaportlar da göç edelim, yerimizden edilelim diye verilmişti.
Kamp politikası da bu planın içindeydi. Kamplar asimilasyon ve “dönüşüm” için kuruldu. Uyum sağlamayanlar pasaport kolaylığıyla gönderildi. Bu yolla 60 ile 100 bin arasında insan göç etti. 2016’nın Ramazan ayında Çin devleti herkesin elindeki pasaportu geri aldı. Sakıncalıların gittiği düşünülmüştü. Üç milyon insanı kamplarda tutmak maliyetli olduğu için insanları kamplarda çalıştırdılar. Örneğin pamuk tarlalarına götürüp çalıştırdılar, doğru düzgün para vermediler tabii.
Doğu Türkistan’da partinin başındaki kişi Çin devletinin atadığı kişiydi. Yönetim yurt dışına çıkanların bir daha Doğu Türkistan’a alınmamasını emretti. Gelen olursa içeri tıkılacaktı. Bağımsızlık ve demokrasi fikirlerine yer yoktu. Biz Uygurlar olarak parti de kuramıyoruz, çünkü yasak.
Türkiye’deki statünüz nedir, sizi nasıl kabul ettiler?
Bizler sığınma değil ikamet başvurusu yaptık. Soydaşlık hukukuna göre insanlar Türkiye’de ikametgâh alabiliyor. Beş seneyi doldurunca kısa bir mülakat yapılıyor, sonra sınav ve ardından vatandaşlık veriliyor. Tabii sabıka kaydı olmamak şartıyla. Gelenlerin üçte biri vatandaş olmuştur sanırım. Fakat son dönem göç politikaları sertleşti. Vatandaşlık süreci duraklamaya başladı. Başvurular yine alınıyor ama bekletiliyor insanlar.
Ailelerimizle iletişim kurmak, para göndermek yasak!
Talepleriniz neler, bunları dile getirebiliyor musunuz?
Türkiye’de rahatça eylem yapabiliyoruz. Sadece bir defa bir polis memurunun ağır müdahalesi oldu. Çin konsolosluğu önündeydi eylem. Onun dışında sorun olmadı. Eylemlerimiz elçilik önünde izinli oluyor. Sanat sergisi gibi etkinlikler de düzenliyoruz.
Taleplerimize gelince: Diasporadaki insanların Doğu Türkistan’daki aileleriyle iletişim kurmaları mümkün değil. Aradığımız zaman aileler ajan ya da işbirlikçi muamelesi görüyor. Ailelerimizi tehlikeye atmak istemiyoruz. Misal, telefonda “İyi değilim” diyenler 5 ile 10 yıl arasında hapis cezası alabiliyor. BM’nin de bu konuda hak ihlalleri raporları var.
Bizler diasporayı güçlendirmek istiyoruz. Siyasal taleplerimizi anlatmak istiyoruz. Ekonomi de önemli, hayatı güvence almak için bu gerekli. Toprağından kopup gelenlerin başını koyacak bir yer alması Türkiye şartlarında çok zor. Bu yüzden Avrupa’ya göçler oluyor. Örneğin Kanada 10 bin Uygur almayı kabul etti.
Ailelerimize para göndermiyoruz. Çin sisteminde para göndermek “terörizmi fonlamak” olarak algılanıyor, para ve haber akışı yasak. Çocuklara bile para gönderemiyorsunuz. Herkes çalışıp para kazanarak geleceğe yatırım yapıyor. Eşler çocuklar da buraya gelemiyor.
Eğer geri dönüş yolu açılırsa ve Çin’de yaşayacaksak, kampların kapatılmasını istiyoruz. Ana dilinde eğitimin geri gelmesini istiyoruz. Bizim aydınlarımızın serbest bırakılmasını istiyoruz. Yurtdışı ile iletişim serbest olmalı. İnsanlar rahat gidip gelebilmeli. Doğu Türkistan’da inanç haklarımız tanınmalı. Türkiye “geri göndermeme” ilkesine uymalı. Otonomi hakkımız, Çin’de, 1948’de imzalandığı gibi uygulanmalı. Dışardan atamalara son verilmeli. Taleplerimiz böyle. Ama maalesef Türkiye’de hükümet Doğu Türkistan sorununa mesafeli duruyor. Çünkü bu sorunları dile getirdiğinde akla Kürt sorunu gelecek. Adama demezler mi “Sen bunları Kürtlere niye vermiyorsun kardeşim” diye. Bunlar zor şeyler.
‘Irkçılık Çinlilere de yapılsa kötüdür bizim için’
Soydaş göçmenler ile Suriyeliler gibi soydaş olmayan göçmenler arasında nasıl bir ilişki var? Temaslarınız oluyor mu? İzlenimleriniz neler?
Buradaki bazı vatandaşlar “Hükümet size iyi davranmalı ama Suriyelilere iyi davranıyor” diyor. Bunu doğru bulmuyoruz. Meseleye ırk temelinde bakılmamalı. “Arapları gönderip sizi daha çok almak lazım” gibi ırk temelli anlatımlar bizi rahatsız ediyor. Çünkü göçmenler benimle aynı şeyi yaşayan insanlar. Suriyeliler bir savaştan geldiler, ekstra ırkçılıkla karşılaştıkları zaman bu insanların psikolojisinin ne denli kötü olduğunu anlayabiliyorum. Bir insanın ailesinden, toprağından ayrı kalması kolay bir şey değil. Bana ırkım üzerinden bir yakınlık duyulması beni rahatsız eder. Uygurlar arasında kendisini Türklere yakın hisseden ya da bu konfordan yararlanmak isteyen insanlar var. Ama Uygurlar genel olarak ırkçılığa mesafelidir. Çünkü İslami hassasiyetleri daha ön planda. Çin’de yaşanan baskı da daha çok dinsel bir baskıydı. Dedelerimizden ırkçılığa karşı olmayı öğrendik. Irkçılık Çinlilere yapılsa da kötü bizim için. Suriyelilere karşı da ırkçılık söz konusu olmaz. Irkçılık ahlaki çürümedir.
Kişisel olarak ve dünya görüşü bakımından kendinizi nerede tarif ediyorsunuz?
Ben liberteryanım, yani özgürlükçüyüm. Devletler sisteminin, insanların ihtiyacı olmayan bir kötülük olduğunu düşünüyorum. Şu anki ÇKP’yi komünist olarak görmüyorum. ÇKP’nin ılımlı yönetim zamanları da oldu. O zamanlar Doğu Türkistan’a federal yapı da savunulmuştu. Ama sonra değişti durum.
Burada Türk olmayan yabancı arkadaşlarım da var. Gördüğüm kadarıyla Suriyeli küçük çocuklar akran zorbalığına uğruyor. Ebeveynlerdeki ırkçı yaklaşım ve Arap düşmanlığı çocukları etkiliyor. Çocuklarda travma oluşuyor. Uygur çocuklar bunu yaşamıyor çünkü pozitif ayrımcılık var onlara. Ne yazık ki durum böyle.
Çalışma koşullarınız nasıl? Hakkınızı arayabiliyor musunuz?
Uygurlar genellikle ticaretle uğraşıyor. Her şeyi deniyorlar, lokanta, turizm işkolunda çalışıyorlar. Çince ve Türkçe bilme avantajları var. Afrika’da madenlerde çalışanlarımız da var. Çin yemekleri yapabiliyoruz. İkametle yaşayan Uygurlar, vatandaş Uygurlara göre daha kötü durumda. Çünkü aynı parayı alamıyorlar, sigorta sorun. Bu sorunları aşmak için bir araya geliyoruz. Burada hem iş bulunuyor hem de hak gaspı varsa avukat tutuluyor. Biz buna sendika diyoruz ama aslında sendika değil dernek gibi bir yapı.
Uygur göçmen toplumunda sosyal kültürel hayat nasıl?
Misal, eğlence yapamıyoruz. Doğu Türkistan’da “heydgah” dediğimiz bayram yerleri vardı. Orda bayram çıkışında Uygurlar “sama” dansı yapar, sonra evlere dağılırdı. Türkiye’de bunu yapmayı düşündük ama hoş karşılanmayacağından çekindik ve vazgeçtik. Düğünlerimiz düğün salonlarında oluyor. Cenazeleri memlekete gönderemiyoruz, burada gömüyoruz mecburen. Cenazelerimizin Çin’e gitmesine izin verilmiyor. Memlekette biri ölünce Tiktok’tan görebiliyoruz. Onlar için burada namaz kılıyoruz.
‘Paranın üzerinde Kürtçe yazsa’
Vatandaş olarak oy kullandınız mı hiç, hangi partiye oy verdiniz?
Son iki seçimde YSP ve DEM Parti’ye oy verdim. Kürt arkadaşlarımın bizim gibi baskı gördüğünü düşünüyorum. Ben Türkiye’ye geldikten sonra ve Kürtlerin durumunu görünce bazı haklar konusunda bizden bile geri olduğunu fark ettim.
Mesela Çin parasında Uygurca yazı var. Eğer Türkiye’de böyle bir şey olsa kıyamet kopar. Ya da Doğu Türkistan’da Çin marşı okuyoruz. Her ne kadar benimsemesek de marşı Uygurca okuyabiliyoruz. Okulda her pazartesi Çin marşını kendi dilimizde okuyoruz. Şimdi ben böyle bir yasa sunsam, Diyarbakır’da herkes İstiklal Marşını Kürtçe okusun desem, yolda bir tane aşırı sağcı beni çevirip vurabilir. Ben doğu Türkistan’da kendi ana dilimde eğitim gördüm. Okulda Çince dâhil üç dil seçebiliyorsun. Maalesef 2014’te tek dil seçeneği olarak Uygurca kaldırıldı. Ama çift dil eğitimi hala mevcut. Üniversite’de de Uygurca seçmeli ders var. Türkiye’de Kürtlerin ana dilinde eğitim konusu aktif bir tartışma konusu bile olamıyorsa bu durum üzücü.
Örneğin Doğu Türkistan hala bir otonom bölgedir. Gerçi devlet adamları merkezden ve Çinlilerden atanıyor ama yine de otonomi tanınıyor. Anayasa’da haklarımız çok, pratik olarak Çin istediği gibi kullanıyor. Bu haliyle bile otonomi Türkiye’de gündeme gelemiyor. Gelse bölücülük olarak karşılanır. İnsanların kafasında “bölücülük” fikrinin normalleşmesi beni üzüyor.
Diğer muhalefet partileri için ne söylersiniz?
Bir dönem DEVA partisini destekledim ama adayını beğenmedim. Selahattin Demirtaş bırakılsın diye DEM’e oy verdim. CHP’ye mesafeliyim çünkü benzer taleplerimize uzak.
Gelecek Partisi ve DEVA, Doğu Türkistanlılarla ilgili hükümeti eleştiren açıklamalar yaptı. BM’nin Doğu Türkistan’la ilgili hak ihlali raporu çıkmıştı. Hükümet bu raporlara mesafeliydi. Geri göndermeler de oldu Doğu Türkistan’a ama tepkiler üzerine şimdilik durdu. Zafer Partisi de Türkçülük üzerinden Doğu Türkistan sorununu gündeme getirdi. Ama onlara mesafeli duruyoruz. Çünkü bizler mazlumuz. Mazlumlar arasında ırkçılık üzerinden bir karşılaştırma ya da ayrım yapılamaz. Filistin konusunda tüm Uygurlar hassastır. Arapları dışlayıp karşısına Doğu Türkistanlıları koymak doğru değil.