Öncelikle birkaç güncel bilgilendirme ile yazıya giriş yapmak yazının içeriğine ilişkin söylenecekler açısından önem taşımakta.
Türkiye liselerinde eğitim beş farklı türde verilmekte:
a- Anadolu/fen liseleri: Bu liselere giriş merkezi sınavla yapılmakta. Aynen üniversite sınav sisteminde olduğu gibi öğrenciler aldıkları puanlara göre tercih yaparak bu liselerden birine kayıt yaptırabilmekte.
b- Meslek liseleri: Aynı merkezi sınav ile girilen, Anadolu/fen liselerine puanı yetmeyen öğrencilerin tercih edebildikleri okul tipleri. Akademik eğitim yerine mesleki eğitimin verildiği okullar. Bu okulların puanları Anadolu/fen liselerine göre çok daha düşük. Özel ders alamamış, dershaneye gidememiş, eşit koşullara sahip olmayan illerin öğrencileri genelde bu liselere kayıt yaptırabiliyor. Meslek liselerinin puanları da kendi içlerinde değişkenlik gösteriyor.
c- İmam hatip liseleri: Yukarıda sayılan okullardan hiçbirine giremeyen öğrenciler sınavsız olarak imam-hatip liselerini tercih edebiliyor. Hatta çoğu yoksul aile, büyük şehirlerdeki ulaşım pahalılığı nedeniyle evinin yakınındaki imam-hatip lisesini doğrudan tercih edebiliyor.
d- Açık lise: Sınavla girilen Anadolu/fen/meslek liselerini kazanamamış öğrenciler doğrudan ya imam-hatip liselerine veya evinden eğitim alabildikleri açık liselere kayıt yaptırabiliyor.
e- Özel liseler: Bu liselere giriş merkezi sınavla olsa da çok düşük puanlarla kayıt yaptırmak mümkün. Anadolu/fen liselerini hedefleyip kazanamamış ve parası olan öğrenciler için ideal. Çocuklarının akademik eğitim almasından yana olan veliler meslek liseleri ve imam-hatip liselerine çocuklarını göndermek yerine banka kredisi çekerek bu okullarda çocuklarını okutabiliyorlar.
Yukarıda maddeler halinde sıralanan lise eğitiminin, biraz mantık yürüterek okunduğunda doğrudan sınıfsal bir zemin içerdiği söylenebilir. Orta-üst sınıfların çocukları Anadolu/fen/özel liselere; yoksulların çocukları meslek/imam-hatip/açık liselere. Ülkenin sosyo-ekonomik yapısı düşünüldüğünde açık liselere gidenlerin cinsiyet dağılımında kız öğrencilerin çoğunlukta olacağını söylemek de afaki olmayacaktır. Üstelik liselerin sayısal dağılımında imam-hatip liselerinin önde olduğunu söylemekte de yarar var.
Liselerde seçmeli dersler çeşit çeşit. Lakin seçilecek dersleri okutacak öğretmen olmadığı takdirde fazla öğretmenin istihdam edildiği seçmeli dersi seçmek “zorunda” kalınıyor. Dolayısıyla Kuran-ı Kerim, Peygamber’in hayatı gibi iki farklı seçmeli ders birden zorunlu hale gelebiliyor. Bunun yanı sıra zorunlu din dersi uygulaması halen eğitim müfredatında var. Bu din dersi ilkokul 4. sınıftan itibaren okutuluyor zaten.
AKP hükümetinin “demokrasi paketi” adıyla çıkardığı yasa sonrası okullarda öğretmenlerin başörtüsü ile derse girmeleri yasallaşırken bu meşruiyet öğrencilerin de derslere başörtüsü ile girebilmesini sağladı. Okullarda “ibadethane” açılabilirliğini içeren yönetmelikle, beden eğitimi dersleri için öğrencilerin giyinebilecekleri herhangi bir yer olmasa da mescitler için yer bulunabilen okullar bugün karşımızda. Aslında mescit olan ibadethanelerin açılabilmesi için uygun fiziki koşulların olmadığını söyleyen okul müdürleri ise “özel” görüşmeler, veliler ve il Milli Eğitim Müdürlüklerinin baskısı sonrası mescitleri bir bir açmış durumdalar.
Her türlü önyargıya, hatta saplantılara bile saygı duymayı öneren liberal dünya görüşü artık çok yaygın. Askeri vesayet rejiminden yana olmamanın bir göstergesine de dönüşen bu “saygı duyma önermesi”, siyasetteki karar alma süreçlerinden dinsel referansların uzaklaştırılması çabasını da bir baskı olarak tanımlayıp, dışlamakta. Oysa düzenleyici ve yönetici bir aygıt olarak devletin sınırlayıcı bir etkisinin olmadığı bir ortamda, tek ya da çoklu dini otoritenin güçlenerek toplumsal alanı düzenlemeye kalkışması, siyasetin ve toplumsal yaşantının dinselleştirilmesi olarak karşımıza çıkmakta.
Dinin siyasi, ekonomik veya toplumsal olanla girdiği ilişki, yani tam da odaklanılması ve üzerinde düşünülmesi gereken dinin bu ilişkisel hali, “özgürlükçü” görünmek adına görmezden geliniyor. Liseler özelinde görünür hale gelen örgütlü dinin kamusallaştırılması meselesi sol-sosyalist güçlerce, laik-bilimsel-anadilinde eğitimi savunan sendikalarca gündeme alınmıyor, görmezden gelinerek meselenin üzerinden atlanıyor. Diyanet’in kişilerin bedenlerine yaptırdığı dövmenin günah olduğuna, obezite gereği estetik müdahalenin yapılabileceğine değin verdiği fetvalar umursamazlıkla karşılanıyor, normalleştiriliyor.
Din, bireylerin vicdani tercihi olmaktan çıkarılıp kamusal alanın şekillendirilmesinde araçsallaştırılalı çok oldu. Dindar-kindar karşıtlığında tanımlanan nesil bir sandık sonucu olarak karşımıza çıktığında, sosyolojik-siyasi değerlendirmeler yapmak için şaşkın bakışlarımızla yanıt üretmeye çabalamak nafile.