Tuncay Yılmaz Yazdı… Nefes alamıyormuşçasına bitirdiğimiz günler çoğunlukta. Sorular, sorgulamalar, isyanlar, hüsranlar benliğimizi kemiriyor adeta. Öfke ya da acı, hüzün ya da isyan, tutunduğumuz bir duyguyu sonuna kadar yaşayamadan bir başkasına savruluyoruz.
Nefes alamıyormuşçasına bitirdiğimiz günler çoğunlukta. Sorular, sorgulamalar, isyanlar, hüsranlar benliğimizi kemiriyor adeta. Öfke ya da acı, hüzün ya da isyan, tutunduğumuz bir duyguyu sonuna kadar yaşayamadan bir başkasına savruluyoruz.
Olup biteni bir kez daha anlatmaya gerek yok. Herkesin gözü önünde olmakta her şey. Ama ne yapmamız gerektiğine ilişkin daha çok tartışmalı, mücadeledeki yerimizi, pozisyonumuzu, önemimizi daha fazla bilince çıkartmalıyız.
Normal dönemlerde sadece bir “sav”, belki de kuru bir “hamaset” gibi görünen pek çok söylem bu sürecin “olağan gerçeği” halini aldı.
Şayet tamamlanırsa, Türkiye kapitalizminin ideolojik örtüsünün Kemalist rejiminin Türk-İslam anlayışından İslam-Türk ideolojisine geçişi olarak tanımlanacak olan bu sürecini “Erdoğan rejimi” olarak tanımlayabiliriz. Nasıl ki Kemalist rejimin arkasında tüm devlet ve büyük sermaye güçleri vardı ise, Erdoğan rejiminin arakasında da aynı güçler yer alıyor.
Erdoğan rejiminin kalıcı mı, geçici mi olacağı, bu rejimin bitişinin ya da sürekliliğinin “kanlı mı kansız mı” olacağı tamamen bu süreçteki öznelerin tutumlarına bağlı. Erdoğan “kanlı” bir yol seçerek rejimini kalıcılaştırmayı seçmiş durumda, karşındaki güçlerse hala “kansız/demokratik” yollarla rejimi düşürme arayışında.
Kimi bölgesel ve küresel çıkar farklılıklarından dolayı her zamankinden daha fazla gözler önünde cereyan eden Erdoğan rejiminin insani, hukuki, ekolojik, cinsiyetçi, kültürel, inançsal katliamlarına (yaşanmakta olan kesinlikle cinayeti aşmış ve katliam düzeyine sıçramıştır) kim açık/gizli destek veriyor, kim seyirci kalıyor, kim karşı duruyor, kim çaresizce ve ne yapacağını bilemeden bekliyor, hepsi orta yerde.
Bize düşen bu açık gerçekleri doğru şekilde tasniflemek ve bu süreçten ezenleri değil ezilenleri, sömürenleri değil sömürülenleri, zalimleri değil mazlumları zaferle çıkaracak bir duruşta ve mücadelede ısrarcı olmak.
Erdoğan rejimi bütün kibrine, güç gösterilerine ve “babalanmalarına” rağmen bıçak sırtında seyrediyor. Ele geçirdiği devlet ve medya imkanlarıyla 7/24 fiili ve psikolojik bir savaş yürütüyor. Ülkede, bölgede ve dünyada kendisiyle açık çıkar ilişkisi içerisinde olmayan bütün kesimlerle karşı karşıya gelmiş durumda. Değil bir ay, bir hafta sonrasını göremeyen “günü kurtarma” politikalarıyla menzilinin nereye kadar uzanacağı ezilenlerin, emekçilerin ve demokrasi güçlerinin sergileyeceği pratiğe bağlı.
Emperyalistlerin küresel desteğine ve her türlü devlet imkanına rağmen devrimcileri ve demokratları teslim alamayan Erdoğan rejimi, yasaklar, gözaltılar, tutuklamalar, katliamlarla kendisi için dikensiz gül bahçesi yaratmak istiyor.
Şimdi yapmamız gereken sakinliğimizi ve demokrasi güçlerini ortaklaştırmayı hedefleyen stratejik aklımızı muhafaza ederek Erdoğan Rejimiyle her düzeyde mücadeleyi sürdürmektir. Sürecin gerilimiyle sağa ya da sola savrulan her pratik Rejimin kendini kalıcılaştırmasını kolaylaştırmaktan başka anlam taşımayacak.
Devrimciler, sosyalistler, feministler, ekolojistler, demokratlar olarak korkmadan, yılmadan, usanmadan, umudumuzu yitirmeden kitlelerle buluşma ve meşru devrimci/demokratik mücadeleyi onlarla birlikte organize etme çizgisinde ısrar etmeliyiz.
Erdoğan Rejimi bir kısmımızı tutuklayarak, sürgüne düşürerek, bir kısmımızı katlederek mücadelemizi yavaşlatabilir ya da sekteye uğratabilir ama asla engellemeyi başaramaz. Biz yeniden kurarız mücadele mekanizmalarımızı. Ancak Erdoğan Rejimi bir kez düşerse bu onun nihai sonu olacaktır!
Erdoğan rejiminin ötekileştirdiği kesimler içerisinde her an taşacakmışçasına biriken öfke seli korku duvarını yıkacak bir çatlak bulduğu an Rejimi yerle yeksan edecektir. Bugün paniğe kapılmadan çizgisinde ısrarcı, mücadelesinde dik duran, yarının kazananı olacaktır.
12.03.2016