Kasım’ın 16’sında Diyarbakır, tarihinde rastlanmayacak bir olaya tanıklık etti. Sahnede, kafadan yediği kurşunun hayırlı etkisiyle Kürtlüğünü hatırlamış İbrahim Tatlıses’le, daha önceleri devletin davetine “Kürtler özgür olmadıktan sonra ben niye geleyim?” yanıtını vermiş olan Şivan Perver. “Siyaset üstü kalacağım” derken kendisini RTE’nin siyasetinin tam ortasında bulan Şıvan, haline kendisi de şaşmış olsa gerek ki, “Gelo çima em hawa ne, megrî, megrî” (Acep biz neden bu haldeyiz, ağlama, ağlama) diye Tatlıses’le düet yapıyor; Emine hanım ağlıyor; RT Erdoğan ve Mesud Barzani mutlu yüzlerle alkışlıyorlar. RTE sanki bu büyük heyecan dalgasına kendisini kaptırmışçasına Şıvan’a sarılıp, “Kürdistan Bölgesel Hükümeti Başkanı’nı selamlıyorum” diyor. 90 yıllık sınıfsız imtiyazsız “Kemalist cumhuriyet” ideolojisinin ana direklerinden birinin kürsüden aşağıya yuvarlandığına tanık oluyoruz!
RTE 2005’te “Kürt sorunu benim sorunumdur” dediğinde de sanki yine böyle bir şeyler kürsüden aşağıya yuvarlandı sanılmıştı. Çok geçmedi RTE “Öyle düşünmezseniz Kürt sorunu diye bir şey de olmaz!” diyerek yanılgıları ortadan kaldırdı!
TC’nin bu en gündem yaratıcı başbakanı bu kez de yanıltmadı bizi; makamında Başbakan’ın elini tutmanın sevinci içersindeki Osman Baydemir’in “Türkiye Kürdistanı”ndan söz etmesi, yanılgıyı düzeltme fırsatını verdi RTE’ye: “Türkiye Kürdistan’ı gibi bir tanımı kabul etmemiz asla mümkün değildir. … Bunlar, belli yerleri tahrik etmekten başka hiçbir işe yaramaz.”
Siyaset ve coğrafya dersi bu kadar
Peki nedir bütün bu tiyatro? “Belli yerleri tahrik etmekten başka hiçbir işe yaramayacak” olan bu laflar niye edilir? Neden toplar bu kadar Kürt’ü bir araya, hem de Kürdistan’ın fiili başkenti Diyarbakır’da?
RTE, temsil ettiği sınıf adına, Ortadoğu’da büyük güç olup bölgenin avantasını yemeyi hesaplarken birden bire kendisini tüm komşularıyla ve hatta umudunu bağladığı İslam dünyasıyla çatışma içinde bulduğu gibi, en büyük iki destekçisi ABD ve AB ile de tam bir uyumsuzluk içerisine sürüklendi. Hiçbir vizyonu kalmadı. Şimdi bütün politikayı yeniden kurgulamanın peşinde.
RTE, Cemaat’i hizaya getirmeye çalışırken, Özgürlük Mücadelesini tasfiyeyi de önümüzdeki dönemin kurtuluş politikası kılacak oyunlar kuruyor. Ama Öcalan’ın en güçlü konuma ulaştığı noktada uzattığı barış çubuğunu, geleneksel tasfiye politikasının aracı haline getirmek isterken yaptığı oyunun altında kaldı.
RTE’nin imtiyazlı konumu sona erdi
Kendince barış sürecinden yararlanarak gerilla sınır dışına itilecek, ardından hep birlikte Suriye’ye saldırılacak, savaşın yoğun gürültüsü içerisinde de PKK-BDP tasfiye edilecekti. Ancak senaryonun yazarı, Çernişevsky gibi araya girip, “bundan sonra akıllı okuyucunun beklediği sonuç değil, benim dediğim olacak” dedi. Mısır’da, Bahreyn’de, Yemen’de, Libya’da, Tunus’ta, Irak’ta ve nihayet Suriye’deki gelişmeler, ABD’nin Asya-Pasifik projesiyle üst üste binince ABD, “a) Büyük Ortadoğu Projesi rafa kalktı, b) Siyasal İslam politikası sona erdi, c) Türkiye’nin rol modelliği kalmadı, d) Suriye’nin istilası söz konusu değil, e) RTE’ye, Irak ve Suriye’de oynadığın oyunlardan hemen vazgeç, f) İran’la savaş değil anlaşma gündemde” deyince emperyalizm açısından TC’nin bölgedeki önemi hızla azalırken RTE’nin imtiyazlı konumu da sona erdi.
Amaç Kürtleri bölmek
Tüm bunlara engellenemeyen Rojava’daki özerk yönetimin oluşumu da eklendi. Bu kendi oyunuyla tuşa gelmek demek olacakken, RTE son bir manevraya girişti ve seçim öncesinde kendisi açısından riskli olabilecek yeni bir adım attı: Rojava’ya karşı mücadeleyi ve barış sürecini Barzani’nin desteğiyle devam ettirirken BDP’nin bölünmesini sağlayarak, destekçilerinin bir kısmını Barzani desteğindeki bir Kürt partisine yönlendirip, bir kısmını da kendi partisine çekerek PKK’nin etkinliğini zayıflatmayı ve savaşın durmuş olmasının toplumun tüm katmanlarında yarattığı etkinin rantını toplamayı planladı. Böylece Gezi Direnişiyle birlikte son derece kritik eşiğe gelmiş olan ideolojik-politik hegemonyasının belli bir sınırda durmasını sağlamak istedi. Gezi Direnişinin ortaya çıkışından beri RTE iktidar olmaya yetecek bir tabanı her türlü desiseye başvurarak betonlaştırmaya çalışmaktadır. RTE destekçilerine, AKP’nin kaybetmesinin bütün kazanımların kaybedilmesi ve tam bir yıkım olacağı korkusunu vermeye çalışmaktadır. Toplumu en keskin biçimde saflaştırıcı, düşmanlık histerisine boğulmuş bir retorik kullanmasının esas nedenini bu seçim stratejisi oluşturmaktadır.
BDP’nin bölünmesi hesabı yeni bir şey değildir. Daha önce HAK-PAR bu işin adayıydı ama tutmadı. Bu kez riski olsa da daha büyük kartlar oyuna sürülüyor. Güney’le olan 12 milyar dolarlık ticaret ve yeni petrol-doğalgaz bağlantıları, Türk ve Kürt burjuvazisi (Kuzey’de ve Güney’de) arasında yeni bağlar oluşturuyor. Bunun politikadaki ifadesi kimi BDP’lilerin Öcalan’ın yanında Barzani’nin de önderliğini dillendirmeleri oluyor. Bunun için, Diyarbakır’da Qazi Muhammed, Baba Barzani yad edilirken, barışın asıl mimarları Öcalan’ın ya da Talabani’nin adı hiç geçmiyordu.