Birçok LGBTİ+ birey için eve kapanmak, şiddet riskini de beraberinde getiriyor. İstihdamdaki en kırılgan gruplardan LGBTİ+’lar gelir kaybı ve işsizlik riski ile karşı karşıya. Sağlık hakkına erişimde ayrımcılığa uğrama riski yüksek. Bir yandan da Covid-19 bahanesiyle LGBTİ+’lara nefret söylemi yaygınlaşıyor.
Yeni tip koronavirüsün (Covid-19) yaygınlaşması küresel düzeyde bir krize yol açtı. Türkiye'de ilk vakanın tespit edildiği 11 Mart'ta açıklandı. 11 Mart’tan beri virüsün yaygınlaşmasının önüne geçmek amacıyla Sağlık Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı öncülüğünde hükümet birtakım önlemler alıyor ve bazı tedbirleri hayata geçiriyor. Belli yaş grupları için sokağa çıkma yasakları, maskesiz kamusal alanlara çıkma yasağı, büyükşehirlerde il dışına seyahatin yasaklanması, süreli sokağa çıkma yasakları bu önlemlerden bazıları. Sağlık Bakanlığı bir yandan evde kalma çağrısı yaparken, diğer yandan birçok iş kolunda işçiler işlerine gitmek zorunda kalıyor.
“Herkesin kendi OHAL’ini ilan etmesi” çağrısıyla özetlenebilecek Türkiye’nin Covid-19 hikayesi; halihazırda ülkedeki en kırılgan, haklara erişimde ciddi sorunlar yaşayan, yaşam hakkı da dahil olmak üzere bir dizi hakkı sistematik olarak ihlal edilen LGBTİ+’lar açısından da ciddi sorunlara yol açıyor. Sağlık hakkına erişim, istihdam sürecindeki eşitsizlikler, evlere kapanmak zorunda kalmakla birlikte artan ev içi şiddet bir yana; LGBTİ+’lar koronavirüs günlerinde çeşitli nefret kampanyalarının da hedefi haline geldi.
1. Sağlık hakkına erişim
“Ne zaman psikolojik destek almak istesem homofobiye maruz bırakılıyorum ve bu yüzden travmalarımı atlatabileceğime dair umudumu kaybettim. Bu hep böyle gidecekmiş gibi geliyor.”
Rapor, nefret suçlarının mağduru olmanın LGBTİ+’lar için yarattığı psikolojik acının, diğer suçlara kıyasla daha fazla olduğunu gösteriyor. Cinsel yönelimleri ve kimlikleri yüzünden başlarına kötü olaylar gelen katılımcılar diğerlerine kıyasla daha fazla depresyon belirtileri, travmatik stres, anksiyete ve öfke gösteriyor. Bu süreçlerle başa çıkabilmek için psikolojik destek ise yukarıdaki alıntıda yer verdiğimiz gibi çoğu zaman yeterli olmuyor ya da ayrımcılığı katlayarak çoğaltıyor.
LGBTİ+’ların herkes gibi eşitlik içinde ve ayrımcılığa maruz kalmadan sağlık hakkını kullanabilmeleri konusunda Türkiye’de kamunun ise herhangi bir doğrudan düzenlemesi bulunmuyor.
2018 yılında bir hekim hastasına ayrımcı davrandı, hastasının bilgilerini sosyal medyada paylaştı ve “İ… te sınır yok”, “Poposunun reklamını yapıyor herhalde” dedi. Hekim hakkında 2020 yılında dava açıldı. Bu vaka, dava ile sonuçlanan ve ayrımcılığa maruz bırakılan kişinin yargı yolunu deneme gücünü kendinde bulabildiği az sayıda vakadan biri.
Sağlık hakkına erişimin ayrımcılık ile engellendiği koşullarda, Covid-19 gibi sağlığı çok yakından ilgilendiren bir konuda LGBTİ+’lar için yetersiz kamu sağlık sistemleri, damgalanma ve sağlık hizmetlerine erişimde ayrımcılık çok daha hayati etkilere yol açabiliyor.
Salgının, uyum sürecindeki transları nasıl etkilediğine ilişkin bu yazı için görüşlerine başvurduğumuz Pembe Hayat’tan Efruz Kaya, kendilerine danışanlara hastaneler birinci risk grubunda olduğu için mümkün olduğunca hastanelere gitmemelerini önerdiklerini söylüyor. Ancak Kaya’ya göre, bu durum birçok trans açısından haklı olarak süreçlerinin aksaması endişesini de yaratıyor. Kaya, “Bütün hastaneler pandemi hastanesi olduğu için aksaklıklar yaşanıyor” diyor.
Uyum sürecindeki translar rutin testlerini de ertelemek zorunda kalabiliyor. Halihazırda aksaklıkların olduğu hormona erişimin koronavirüs tedbirleri kapsamında zorlaşması da ihtimal dahilinde. Kaya, “Her konuda yapılan iç rahatlatıcı açıklamalar translar için hayati olabilen süreçler hakkında da yapılmalı. Belirsizlikler daha büyük yanlışların yapılmasına sebebiyet verebiliyor” diyor.
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalından Doç. Dr. Koray Başar da, KaosGL.org’a yazdığı yazısında, “LGBTİ+’ların yaşadığı zorluğun böylesine salgın, afet ve kitlesel travmalarda katmerlendiğini” söylüyor. LGBTİ+’larda, süreğen bir şekilde deneyimlenen stres nedeniyle toplum genelinden daha fazla ruhsal ve bedensel hastalık görüldüğünü hatırlatan Başar, sağlık hizmetine erişimle ilgili güçlüğün Covid-19 ile ilişkili de yaşanabileceğini, belirtiler geliştiğinde test olabilmek veya tedavi olabilmek, yatarak veya ayaktan izlenmekle ilgili bu dönemde, her dönem gibi, ayrımcı muamele riski olduğunu belirtiyor.
Bu riskler söz konusu HIV’le yaşayan LGBTİ+’lar olduğunda daha da katmerleniyor. Bu yazı için görüşlerine başvurduğumuz Pozitif-İz Derneği’nden Yasin Erkaymaz, düzenli tedavi alanların eczaneden ilaçlarını temin edebildiğini ancak güncel ölçüm zamanları geldiğinde bu ölçümlerde aksamalar yaşandığını söylüyor. Dernek olan kendilerine başvuranlara da bu yönde bilgi verdiklerini ve “standart ölçüm zamanını ertelemelerini” tavsiye ettiklerini vurguluyor. Öte yandan Erkaymaz’ın verdiği bilgilere göre HIV tanısı için doğrulama testlerinde de gecikmeler yaşanıyor.
2. İstihdam
Kaos GL’nin Kadir Has Üniversitesi ile yürüttüğü özel sektör ve kamuda LGBTİ’lerin durumu araştırma sonuçlarına göre, özel sektörde de kamuda da LGBTİ+’lar gizlenmeye zorlanıyor, ayrımcılık işe alımdan başlıyor ve özellikle kamuda işyerinde nefret söylemi yaygın.
İstihdamda halihazırda en kırılgan ve güvencesiz gruplardan birini oluşturan LGBTİ+’lar, salgın günlerinde de işini kaybetme riski ile en çok karşı karşıya kalan gruplardan birine dönüşüyor. Raporlarda da belirtilen, “daha fazla çalışmak ve asla hata yapmamak zorunda hissetmek” salgın sürecinde yoğunlaşıyor ve işini kaybetmediğin durumda sömürü ihtimalini daha da arttırıyor.
“Herhangi bir sosyal güvenceleri olmayan ve düzenli istihdamları olmayan arkadaşlarımız şu anda aylarca sürecek belirsizlikle karşı karşıyalar ve bir işveren tarafından herhangi bir avans ödemesi kapsamında olmadığı için desteğimize ihtiyaçları var.”
“Ne yazık ki dünyaya belki de bir uyarı niteliğine dönüşen bu durum, müzik ve eğlence sektörüne bir ara, bu sektörde çalışan insanlar için ise ekonomik bir zorluk haline dönüştü.”
“2 yılı aşkın süredir düzenlediğimiz şovlarla ve topladığımız bahşişlerle oluşturduğumuz ekonomi çökmüş oldu. Bu sürecin belki de henüz başındayken; öğrenciliği devam eden, işsiz kalan, atanmış ailesinden destek almadan yaşayanlarımız her zamankinden daha güvencesiz hale geldi. Sosyal güvenliği, birikimi ya da başka bir geliri olmayan birçoğumuz başta sağlık ve barınma olmak üzere temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyor.”
Bu alıntılar queer gece hayatı çalışanlarıyla dayanışmak için başlatılan üç ayrı kampanyadan. Salgınla birlikte mekanların kapanması, işsizliğin en yoğun yaşandığı alanlar arasında hizmet sektörü ve eğlence hayatının olmasına yol açtı. Bu durumdan son yıllarda yeni istihdam alanlarına dönüşen queer gece hayatı, eğlence mekanı çalışanları ve performans sanatçıları etkilendi. Salgın nedeniyle gelirlerini kaybeden queer gece hayatı çalışanlarıyla dayanışma kampanyaları, işsizliğin LGBTİ+ çalışanları nasıl etkilediğini anlatıyor.
Seks işçisi LGBTİ+’lar için ise sadece iki seçenek var: Parasızlık ile kendini riske atarak çalışmak zorunda kalmak. Sosyal güvenceden yoksun, kayıtdışı olarak çalışmak zorunda kalan seks işçileri birincil risk grubunda yer alıyor. Pembe Hayat’tan Efruz Kaya duruma ilişkin, “Seks işçileri birincil sirk grubunda çünkü insanlarla çalışıyorlar. Birebir fiziksel temas oluyor. Sanal şov ya da online hizmet yapmaları yönünde tavsiye veriyoruz. Birçok seks işçisi çalışmayı bıraktı ama herhangi bir sosyal güvencesi olmadığı ve devlet desteği olmadığı için çok zorlanıyorlar. Birçok seks işçisi yakın zamanda tekrar çalışmak zorunda kalacak” diyor.
3. Ev sahiden de güvenli mi?
Türkiye’de nefret suçları ve ayrımcılığın hedefindeki grupların başında LGBTİ+’lar geliyor. Nefret Suçları Raporu’na göre cinsel yönelimleri ya da cinsiyet kimlikleri nedeniyle saldırıya uğrayan kişilerin neredeyse hayatları boyunca ve kendi evleri dâhil hayatın her alanında bu saldırılarla yüz yüze kalıyor. Nefret suçlarının büyük kısmı okulda, evde, evin civarında, toplu taşıma araçlarında veya duraklarında, kafe ve barlarda, sokakta veya diğer kamusal alanlarda işleniyor. Bu raporda öne çıkan evde işlenen nefret suçlarına ilişkin veriler; eve kapanmanın birçok LGBTİ+ kişi için ciddi güvenlik riskleri yaratacağını ortaya koyuyor. Rapordaki verilerin yanı sıra; Roşin Çiçek ve Ahmet Yıldız cinayetleri ailelerin birçok durumda nefret suçu ve cinayetlerinin faili konumunda olduğunu gösteriyor. Kendine ait bir evi olmayan, öğrenci olup da yurtlar kapandığı için aile evine dönmek durumunda kalan ya da maddî imkanları karantina günlerinde tek başına yaşamaya el vermediği için ailesinin yanına dönen LGBTİ+’lar, olası bir ev içi şiddet durumuna sürükleniyor.
Yine aynı rapora göre nefret suçu mağduru LGBTİ+’ların büyük bir çoğunluğu ailelerinden kolluk kuvvetlerinden ciddi biçimde korktuğu, birçok LGBTİ+ kişinin ayrımcılığa uğradığı mahkeme ve diğer devlet aygıtlarına güvenmediği için maruz bırakıldıkları şiddeti bildirmiyor. Sokağa çıkmanın virüse karşı alınan önlemler kapsamında kısıtlandığı koşullarda, evin içinde herhangi bir şiddete maruz bırakılan LGBTİ+’ların bu şiddeti bildirmekten misliyle çekineceğini kolaylıkla söyleyebiliriz.
Öte yandan, Covid-19 politikaları toplumun bütün alanlarında hareketi sınırlarken, online çalışmaya itilen LGBTİ+ sivil toplum örgütlerinin de olası şiddet vakalarına müdahale edebilme araçları kısıtlanıyor.
Eve kapanmanın yarattığı bir diğer etki ise, birçok sosyal ortamdan eşit bir şekilde faydalanamayan LGBTİ+’ların yalnızlık hissinin artması. LGBTİ+’ların sosyalleşebilmesi ve bir araya gelebilmesinde önemli rol oynayan LGBTİ+ örgütlerinin etkinliklerinin online ortama taşınması ve gece hayatı mekanlarının kapanması ile birlikte yalnızlık hissi katmerleniyor. Bu noktada Pembe Hayat Derneği’nin Instagram hesabından günlük canlı yayınları, SPoD’un LGBTİ+lar için ücretsiz psikolojik danışmanlık hizmeti, Queerwaves gibi çeşitli performans kolektiflerinin online partileri, KaosGL.org internet gazetesinin günlük yayıncılığı, Kaos GL dergisinin Korona özel sayısı hazırlaması gibi etkinlikler yalnızlık hissini azaltma konusunda önemli adımlar olsa da; LGBTİ+ örgütlerinin faaliyetlerinin sosyalleşme ve akran desteği ihtiyacını tamamen karşılayabildiği söylenemez.
4. LGBTİ+ mülteciler
Missing media.
Türkiye’de ilk Covid-19 vakasının açıklandığı 11 Mart’tan önce temel gündemlerden biri Türkiye-Yunanistan sınırında sıkışıp kalan mültecilerdi. Türkiye’nin tek taraflı olarak sınırı açtığını açıklamasının ardından sınırı götürülen mülteciler günlerce zor koşullarda sınırda bekledi. Salgının ardından hâlâ sınırda olan mülteciler polis tarafından alındı ve çeşitli şehirlerdeki karantina merkezlerine götürüldü. Sınırdaki bekleyiş sırasında çok sayıda insan hakkı ihlali yaşandı, Uluslararası Af Örgütü’nün raporuna göre Yunanistan-Türkiye kara sınırında 2 ve 4 Mart'ta en az iki kişi öldürüldü.Sınırda bekleyen mülteci LGBTİ+’lar da “Normal yaşamak istiyoruz biz de” diyerek yaşadığı zorlukları KaosGL.org’a anlattı. Bu yaşananların üzerine Covid-19 pandemisinden en çok etkilenen gruplardan biri de mülteci LGBTİ+’lar oldu.
“Zaten çok zor iş buluyorduk ancak salgınla birlikte ilk gözden çıkarılan, işini kaybedenler de biz olduk.”
Bu cümle Kaos GL’ye durumunu anlatan mülteci LGBTİ+’lara ait. Kaos GL Mülteci Hakları Programı’ndan sosyal hizmet uzmanı Defne Işık’ın bu yazı için aktardıklarına göre, mülteci LGBTİ+’lar gıdaya ve hijyen malzemelerine erişimde ciddi zorluklar yaşıyor, mülteci LGBTİ+’ların büyük bir çoğunluğu işlerini kaybetti ve gelir kaybı ile karşı karşıya. Işık’ın aktardıklarına göre günde sadece bir öğün yemek yiyebilen de var, faturalarını ödeyemeyecek duruma gelen de. Yardım kuruluşlarının büyük bir çoğunluğu ise vatandaşları önceliyor ve mülteciler yardıma erişmekte zorlanıyor. Bir diğer önemli sorun ise Türkiye’de uluslararası koruma altındaki mültecilerin büyük bir çoğunluğunun sağlık güvencelerinin kapatılmış olması. Gebelik ya da “ciddi kronik bir hastalık” olmadığı durumda sağlık güvenceleri aktif hale getirilmiyor. Bu örnekler tüm mültecilerin yaşadığı sorunlar olsa da, mülteci LGBTİ+’lar bu sorunları çok daha yoğun yaşıyor ve ilk gözden çıkarılan grubun içindeki ilk gözden çıkarılan gruba dönüşüyor…
5. Korona bahaneli nefret!
“Çocuklarımız bu projenin bir parçası olmasın. Lgbt sapıklarına destek vermeyelim.”
Bu cümleler koronavirüs salgını gündeminde okul müdürleri tarafından online WhatsApp gruplarına atılan bir mesajdan. Koronavirüs salgını nedeniyle evden çıkamayan çocukların yalnız hissetmemek için pencerelerine astığı gökkuşağı çizimleri üzerinden LGBTİ+’lar sistematik olarak hedef gösterildi. Dünya genelindeki bir olumlu eylem Türkiye’de önce Yeni Akit gazetesinin nefret dolu bakışına takıldı, ardından Milli Eğitim Müdürlerinin talimatıyla okul müdürleri karantina günlerinde online eğitimi sürdürmek için kurulan WhatsApp gruplarında LGBTİ+’ları hedef gösteren mesajlar paylaştı.
Koronavirüs salgını gibi tüm insanlığı ilgilendiren tıbbi ve toplumsal bir meselede, LGBTİ+’lara nefret azalmak bir yana arttı ve artmaya devam ediyor. Koronavirüs salgını nedeniyle herkes herkesi #EvdeKal’maya çağırır, hükümet belli yaş aralığındaki vatandaşlara evden çıkmayı yasaklarken, sosyal medyada “YallahHollandaya” başlıklı homofobik nefret kampanyası açıldı. Karantina günlerinin bir diğer nefret kampanyası ise #netflixadamol ve #adamolnetflix idi. Büyük bir çoğunluğun evlerine kapandığı günlerde Netflix’in Türkiye yapımı Love 101 dizisinde eşcinsel bir karakter olacağı iddiası üzerinden sosyal medyada ölüm tehditlerine varan ifadelerle bir nefret kampanyası yürütüldü. Bu kampanyaya Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkanı Ebubekir Şahin de katılarak, “Uyardık, gözümüz üzerlerinde. Kırmızı çizgilerimiz bellidir. Ahlaksızlığa geçit vermemekte kararlıyız” dedi ve LGBTİ+’ları hedef gösterdi.
Kısaca bahsettiğimiz bu üç ayrımcı kampanya, LGBTİ+’ların Covid-19 kadar ve hatta belki de daha yoğun bir şekilde nefretin hedefinde olduğunu gösteriyor. Koronavirüs gündeminin diğer bütün gündemleri tali kıldığı önkabulü, söz konusu LGBTİ+’lara nefret ve bu nefreti örgütlemek olduğunda gerçekçiliğini yitiriyor. Özellikle okul WhatsApp gruplarına gönderilen mesajlar ve sosyal medyadaki nefret, güvenliği şaibeli evlerine kapanmak zorunda kalan LGBTİ+’ları daha da yalnızlaştırıyor ve olası linç girişimlerinin arkaplanını hazırlıyor.
Sonuç niyetine
Covid-19’un yayılmasını engellemek adına evde kalma ve karantina çağrıları, doğru ve yerinde olsa da; evde kalma ihtimali olmayan ya da evde kaldığında aile fertleri tarafından şiddet görme ihtimali olan LGBTİ+’lar açısından yeni sorunlar yaratabiliyor. Bu sorunların çözümü konusunda hükümet ya da ilgili bakanlıkların bir eylem planı ise bulunmuyor.
Şiddet riskinin yanı sıra, sağlık hakkına erişimde ayrımcılık pandemi günlerinde daha hayati bir konu haline gelirken; geçiş ya da uyum sürecindeki transların hastanelere gidememeleri ve süreçlerine dair adımları ertelemek zorunda kalmaları, HIV’le yaşayan LGBTİ+’ların hastane kontrollerinin aksamak zorunda kalması ve halihazırda sağlık hakkına erişimde sorunlar yaşayan mülteci LGBTİ+’ların karantina imkanı dahi bulamaması önemli sorunlar yaratıyor. İstihdamda ayrımcılığı en yoğun yaşayan gruplardan LGBTİ+’lar; işini kaybetme korkusu, işsizlik ve gelir kaybı ile karşı karşıya.
Sosyal güvenceleri olmayan seks işçisi LGBTİ+’lar maddi gelir kaybını en yoğun yaşıyor. Bir yanda koronavirüs diğer yanda gelir kaybı bir cendere yaratıyor. Hizmet ve eğlence sektörünün neredeyse durmasından en çok etkilenen grupların başında da yine LGBTİ+’lar geliyor. Bütün bunlar yaşanırken LGBTİ+’ları hedef alan nefret kampanyaları da yaygınlaşıyor.
Koronavirüse karşı alınan önlemleri düşünürken haklara erişimde ciddi sorunlarla karşı karşıya kalan LGBTİ+’ları da akılda tutmak ve LGBTİ+’ların maruz bırakıldığı hak ihlallerinin derinleşmesinin önüne geçmek gerekiyor. Bu konuda hükümetin ve ilgili bakanlıkların bir çalışması bulunmuyor.
Koronavirüs ve ayrımcılığın sıkıştırdığı LGBTİ+’lar yalnızlaşma, damgalama ve şiddet çemberinde hayatlarını sürdürmeye çalışıyor. LGBTİ+ örgütlerinin ve kolektiflerinin dayanışma ağları, online etkinliklerini her ne kadar bu sorunlara karşı önemli olsa da; ilgili devlet kurumlarının sorumluluğunu yerine getirecek adımları atmaması ve hem tarihsel hem de güncel olarak LGBTİ+ haklarını ihlal eden failler arasında olması “herkesin aynı gemide olmadığını” gösteriyor…
Bu yazı ilk olarak Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği tarafından yayınlanmıştır