Hep birlikte izlediğimiz bir savaştı.
Bu eşitsiz ve acımasız savaşta Cizre halkı zalime ve zorbaya karşı onurlu bir direniş sergiledi.
“İnsanlaşma üç aşamada tamamlanır; hayvanlık, düşünme ve isyan” tespitinin ne kadar isabetli olduğunu; Cizre halkının insanlığın tekamül etmiş hali olduğunu gördük.
Kötülüğe, zulme ve haksızlığa karşı isyan etmeyen bir toplumun, birlikte otlayan, geviş getiren ve bir otlaktan diğerine gezinen sürüden farkı olmayacağını gördük.
Başka şeyler de gördük.
Devleti ve AKP’yi eleştiren televizyon kanallarının keskin “U” dönüşlerini gördük.
Programlarına AKP yandaşlarını, silik ve sinik Kürtleri davet ederek HDP’yi PKK’ye karşı tutum almaya zorlayan modaratörlerin acınası hallerini gördük.
PKK’yi suçlu, HDP’yi sorumlu ilan edip, AKP ve Erdoğan’a da “yaramazlık yapan bizim oğlan” muamelesi yapan demokrat(!) aydın ve yazarların çokluğunu gördük.
Tarafsızlık veya muğlaklığın yalana ne kadar çok benzediğini gördük.
Dolaylı sansürün tahmin ettiğimizin çok daha ötesinde etkili olduğunu gördük.
Kürt komşusunun evini, dükkanını, arabasını yakmaya giden “vatansever Türk”lerin bir avuç değil, çok fazla olduğunu gördük.
Şehir meydanlarında ve sokak aralarında Kürtler linç edilirken öne atılan vicdanlı adamlar, insaflı kadınlar, cesur gençler beklemenin henüz hayal olduğunu gördük.
Mahalledeki kundakçıları, balkonundan ay yıldızlı bayrağı ile selamlayan kadını gördük.
Kürt işçiyi öldüresiye dövdükten ve onun parçalanmış omuzuna Türk bayrağı astıktan sonra, ona Atatürk büstünü öptürerek zafer kazandığını sanan sığır sürüsünü gördük.
13 yaşındaki bir Kürt çocuğun ağzını burnunu dağıttıktan sonra, eline Türk bayrağı tutuşturup sonra da bozkurt işareti yaptıran ilkel yaratıklarla ortak hiçbir yanımız olmadığını gördük.
“Bizim bayrakla derdimiz yoktur, bu bayrak bizim de bayrağımızdır” nakaratının anlamsızlığını ve bu bayrağın bizim bayrağımız olamadığını gördük.
Asker ve polis korumasında HDP il ve ilçe binalarını yakmaya gidenlerin, mobilize gruplar veya bindirilmiş kıtalar değil; her tarafta hazır-nazır bekleyen Türkiye realitesi olduğunu gördük.
Türkiye’de alttan-aşağıdan gelen faşizmin görmezden gelinerek, küçümsenerek, kınanarak durdurulamayacağını gördük.
Türk aydın ve yazarının, bu kirlenme ve çürümede kendi payını görmeyip, hala “HDP netleşsin, PKK silah bıraksın” dediğini gördük.
Herkesin gözleri önünde bu kadar kötülük, bu kadar merhametsizlik, bu kadar vicdansızlık yaşanırken, gözlerini öteye çevirip suskunluğu tercih edenlerin ne kadar da çok olduğunu gördük.
Bir devletin tepeden tırnağa yalan olduğunu gördük.
Ülkenin başbakanı rolündeki zatın, bozulmasın diye dondurucuda bekleyen 8 yaşındaki çocuğa terörist dediğini; “artık kendi dillerinde ağıtlarını yakabiliyorlar” diyecek kadar alçaklaştığını gördük.
Tankların, topların ve helikopterlerin bombardımanlarla yarattığı öldürücü gürültünün; tencere, tava ve naylon bidonlardan oluşan senfoni karşısındaki acizliğini gördük.
Bir savaşta zenginlik, güç ve silahın tek başına üstünlük sağlayamayacağını; örgütlü ve kararlı bir halk için eşitsiz koşullar ve yoksulluğun zayıflık anlamına gelmediğini gördük.
Cizre’de bir halkın kahramanlığı karşısında zalim bir devletin ve acımasız bir diktatörlüğün diz çöküşünü gördük.
Cizre’de bir halkın, boyun eğerek tarihin acısını çekmek yerine, onu yaparak nasıl tarihin kahramanına dönüştüğünü gördük.
*Ferda Çetin’in yazısı Yeni Özgür Politika’dan alınmıştır.