Fransa’nın başkenti Paris’teki Charlie Hebdo dergisine yönelik saldırının üzerinden az bir zaman geçti. Toplumsal meseleleri ve dinleri eleştirel bir bakış açısıyla daha doğrusu dalga geçerek ele alan karikatüristlerin cihatçı teröristler tarafından katledilmesinin ardından İslamcılık, İslamofobi ve düşünce özgürlüğü temaları üzerine yoğun tartışmalar yaşanıyor.
Yazıya Charlie Hebdo’ya yönelik saldırının bir katliam olduğunu belirterek başlayayım. Zira katliamın üzerinden az bir zaman geçmesine rağmen yaşanan olaylar bu saldırının ‘öfkeli’ gençlerin işi olmadığını bunun küresel cihatçı teröristlerin örgütü El-Kaide’nin planladığı bir katliam olduğunu gösteriyor. Bunun planlı bir katliam olduğunu belirtmekte şu yüzden fayda var; Ülkemizde ve dünyada bu katliamı haklı çıkarmak için İslamcılar bir süre bunun İslamofobiden bunalmış gençlerin kendi başlarına yaptıkları bir iş olarak sunmaya çalıştı. Charlie Hebdo’nun katliamdan sonra yayınlanan sayısında bu dehşete düşürücü olaya rağmen dünyanın dört bir yanından destek görmeleri nedeniyle bir iyimserlik ve umut var. Gerçekten de Charlie Hebdo katliamı sonrası dünyanın dört bir yanında insanlar Batı’nın Ortadoğu dünyasındaki müttefiki islamcılık üzerine düşünmeye ve sorgulamaya başladı. İslamcılığın ‘Ilımlı’ ve radikal diye ayrı tanıtılan fraksiyonlarının birbirlerine ne kadar yakın olduğu çok daha net görülüyor. Özellikle bizim gibi bir ülkede. Tüm bunlara rağmen ülkemizde katliamdan bu yana süren tartışmalar birçok aydının ve akademisyenin zengin katkılarına rağmen sağlıksız bir yönde ilerliyor. Bu tartışmalarda öne çıkan iki yönelim üzerinde duracağım. Bu yönelimlerden birincisi daha ilk andan itibaren katliamı İslamofobi ile açıklamaya çalışan yönelim. Bu yönelim bir zat İslamcılar tarafından dolaşımda tutuluyor. İslamcılar bir kez daha katliam vesilesi ile sorgulama ve yüzleşmekten kaçmak için İslamofobi kavramı arkasına sığınıyorlar. Bu sığınma onları katliamı açıkça kınamaktan uzaklaştırıyor. Yine tartışmalarda ortaya çıkan ikinci yönelim ise olayı komplolarla ve senaryolarla açıklamaya çalışan yönelim. Bu ikinci yöneliminde liberallerin ve sol aydınların ve düşünürlerin bir kısmından destek bulabildiğini belirtmek gerek. İki yönelim temelde farklı şeyler söylemiyor ve sorunun özünü ıskalıyor.
Charlie Hebdo katliamının öncesinde Avrupa’da özellikle Almanya’da ırkçılık ve İslamofobi yükselişteydi. Pegida isimli ırkçı örgütlenmenin sokak mitingleri on binlerce insanı topluyordu. Pegida aracılığıyla Almanya’da yayılan ırkçılık ve İslamofobi Almanya’daki sol, demokrat ve özgürlükçü insanların sokağa çıkmasıyla frenlenebilmişti. Şimdi Charlie Hebdo katliamı ile birlikte İslamofobinin yükselmesi beklenebilir. Ancak burada hatırlanması gereken Avrupa’daki İslamofobiyi, ırkçılıkla bağı içerisinde kavrayan demokrat ve özgürlükçü insanların ortak duyarlılığı ile İslamofobiye karşı mücadele edilebileceğidir. Almanya’da Pegida’ya karşı olan durum da budur. Ancak Charlie Hebdo saldırısı sonrası arkasına sığınılan islamofobi kavramının içeriği İslamcılar tarafından boşaltılıyor ve kendi istekleri doğrultusunda yeniden dolduruluyor. İslamofobi, Avrupa’da ve ABD’de aşırı sağın elinde ırkçılık, göçmen karşıtlığı ve yabancı düşmanlığı temelinde ve bunlarla birlikte gelişiyor. Ülkemizde katliam üzerine yapılan tartışmalarda İslamcıların arkasına sığındığı İslamofobi ise ‘İslamı ve İslamcılığı eleştiren her şey’ anlamına geliyor. Kutsallık zırhıyla çevreledikleri ‘değer’lere karşı gelişen her eleştiriyi bu İslamofobi kavramı altında değerlendiriyorlar. Onlara göre bu katliam da İslamofobi’nin bir sonucu. Charlie Hebdo, Müslümanların kutsallarıyla dalga geçti, çizilmesi günah Muhammed’i çizdi. Bu yüzden bu İslamofobi’dir ve katliamın sebebi budur. ABD ve diğer batılı güçler yüzyıllardır Ortadoğu’yu kana buladılar. Bu insanlar bu kan deryasından ve yoksulluktan kaçıp batıya göç ettiler ve orada da ayrımcılığa ve baskıya uğradılar. Charlie Hebdo ise onların kutsalları ile dalga geçti bu yüzden ona saldırdılar. İslamcılar burada bilerek zihinleri karıştırıyorlar. ABD ve diğer emperyalistlerin yüzyıllardır Ortadoğu’yu sömürgeleştirdiği ve kana buladığı doğrudur. Bunu en çok dile getiren ve buna karşı mücadele edenler de solculardır. Ülkemizden örnek verirsek; Ortadoğu’yu kana bulayan ABD askerlerini denize döken gençlere saldıran ve ABD gemilerini kıble alarak namaz kılan İslamcılardı. Yine 11 Eylül sonrası ABD’nin Ortadoğu’yu sisteme entegre etme ve yeniden sömürgeleştirme stratejilerinde eş başkanlık görevini üstlenen İslamcıların ‘reis’i idi. Yani ABD’nin ve diğer batılı emperyalistlerin bölge politikalarındaki en büyük müttefiki İslamcılar oldu. Ortadoğu’nun kana bulanmasında birinci dereceden sorumlu olan İslamcılardır. Bu yüzden solcular bu tuzağa düşmeyerek İslamcıların bu rolünü teşhir etmelidir. İslamofobi’nin ‘mağdur’u bu öfkeli gençler batılı emperyalistlere saldırmadılar. Onlar bir karikatür dergisine saldırdılar. İslamcıların bilinçli olarak Charlie Hebdo ve emperyalistleri bir gösterme çarpıtmasına pabuç bırakmamalıyız. Düşünce özgürlüğüne yapılan bu saldırının emperyalistlere saldırı olarak gösterilmesine izin vermemeliyiz.
Charlie Hebdo, 68 kuşağının izini taşıyan ve yıllardır sol bir çizgide hiciv yapan bir dergi. Derginin çizgilerini ve içeriğini incelediğimizde İslamofobi bulamıyoruz. Ancak sisteme ve onun kurumlarına karşı incelikli eleştiriler görüyoruz. Şimdi ülkemizdeki tartışmalara bir bakalım. AKP iktidarının sözcüleri ve İslamcı yazarlar katliamı bir kez bile doğrudan kınamadılar. Kınama diye önümüze koydukları şeyde saldırıya uğrayan Charlie Hebdo’nun daha çok kınandığını görüyoruz. Charlie Hebdo’nun çizdiklerinin düşünce özgürlüğü olduğunu söylediğimizde İslamcılar ‘Kutsallara hakaret düşünce özgürlüğü değildir kutsallarımız böyle eleştirilemez” diyorlar. Buna karşı “eleştirmeye devam edersem ne olur?” diye sorunca İslamcılar açısından düşünce özgürlüğünün ne anlama geldiğini öğrenebiliriz. Düşünce özgürlüğüne gerçekten önem veren demokrat insanların hoşuna gitmeyen bir şeye karşı yapacakları şey onu kınamaktır daha fazlası değil. Ama ılımlısından radikaline karşı bu soruya İslamcıların vereceği cevap bellidir: “Eleştirmeye devam edersen öldürülmen meşrudur!”. Ülkemizde İslamcılar tarafından yaygınlaştırılan bakış açısı da budur. Onlar, Charlie Hebdo katliamı vesilesiyle insanların sorgulamaya yönelip İslamcılığa eleştirel yaklaşmasına engel olmak için Charlie Hebdo’yu şeytanlaştırma yoluna gidiyorlar. Devletin en tepesinden tabana doğru yayılan bu söylem Charlie Hebdo ve düşünce özgürlüğüne sahip çıkan insanların karşısına linç olarak çıkıyor. Derginin 4 sayfasını yayınlama cesareti gösteren Cumhuriyet gazetesine yönelik linç de bunun örneği. Devletin söylemi katliamı meşrulaştırmanın yanında en fanatik İslamcılara meşruluk kazandırıyor. Bin Ladin posterleriyle Kouachi kardeşler için cenaze namazları kılınıyor. Charlie Hebdo’ya yaklaşımın ülkemizle doğrudan ilgili olduğunu görmeliyiz. İslamcıların katliamı meşrulaştıran “Gerçek İslam bu değil” ve “İslamofobi” söylemlerine karşı düşünce özgürlüğünü sonuna kadar savunan bir çizgide olmamız hayati önemde. Charlie Hebdo vesilesiyle toplumda oluşan dinamiğin İslamcılar tarafından boğulmasına izin vermemenin tek yolu bu.
Tartışmalarda İslamcıların tezlerine karşı muhalefetin tezlerinin bir bölümünü oluşturan başka bir yönelim ise olayı komplo teorilerine, senaryolara başvurarak açıklama yolu. Bu yönelimin solun bir kısmından destek bulabildiğini de göz önüne aldığımızda çıkarmamız gereken dersler de var. Bu yönelimin ilk yönelime göre daha masum olduğunu ama temelde diğer yönelimin teorik alt yapısını güçlendirdiğini vurgulamak gerek. 11 Eylül 2001 saldırılarını CIA’nin organize ettiğini iddia eden komplo teorilerinin Charlie Hebdo’ya yaklaşımı da benzer oldu. Buna göre tıpkı ABD gibi Fransa da bu saldırıyı kendisi organize etti. Amaç ise İslamofobi’yi artırmak ve Ortadoğu’daki planların uygulanmasını kolaylaştırmak. Emperyalistlerin her olayı manipüle edecek araçlar yarattığı ve yaratabileceği reddedilemez bir gerçek ancak böylesi senaryolara yönelmek yani emperyalistlerin, egemenlerin her şeye kadir olduklarını her şeyi yönettiklerini düşünmek hem gerçek dışı hem de ilk yönelime meşruluk kazandırıyor. İslamcıların katliamın hemen ardından yine bir süre bu teoriyi savunduğunu belirtmek gerek. Bu tezi savunmanın zararı İslamcıların saldırıdaki rolünü azaltmasıdır. Katliamın faili olan IŞİD’i, El-Kaide’yi ve İslamcıları araçsal olarak görmek bizi gerçekten uzaklaştırır. Emperyalistler bu saldırıyı manipüle edebilir, kendi amaçları doğrultusunda kullanabilir hatta katliam sonrası Avrupa liderlerinin birlikte yürümesi bu manipüle etme çabasından başka bir şey değildir. Ancak bu saldırıyı İslamcılar planlamış ve yapmıştır. Evet, saldırıdan sonra İslamofobinin büyümesi beklenebilir ancak bunun sebebi de yine İslamcılardır. Zira İslamofobi ve İslamcılık birbirilerini besleyerek büyürler. Bu emperyalistlerin katliamdaki rolünü de azaltmak değildir. Bir zat Charlie Hebdo, katliamdan sonraki sayısında bu konuda bize ders vermektedir. Bu iki hatalı yönelime de düşmeden Charlie Hebdo’ya, laikliğe ve düşünce özgürlüğüne sahip çıkmak gerekiyor. Bizim düşünsel avantajımız gerçeği açıklamak konusundaki gücümüzden geliyor. Gerçekleri saklamak konusunda bir çıkarımız yok ve gerçekler bizim çıkarımıza. Hatalı yönelimlere düşmeden olayları gerçekçi bir şekilde ele almak iki hatalı yönelimi mahkum etmek ve İslamcıların topluma dayattıkları nefreti yenmek için şarttır. İnsanlık emperyalizm ve gericiliğin ittifakına karşı öfkesini büyütüyor. Bu ilişki her geçen gün daha çok insanın canını yakıyor. Tüm dünya ölçeğinde bu ilişkiye yönelik tepkilerin arttığını görüyoruz. Biz Paris’te komşular pazarda görsün diye yürüyen ve dünyayı kana bulayan devlet liderleri, diplomatlar bürokratlar değiliz. Biz dünyanın her yerinden Paris’te bir araya gelerek “Je Suis Charlie” diyenleriz. Biz toprakta karınca, suda balık ve havada kuş kadar çoğuz. Charlie Hebdo, tüm dünyaya olduğu gibi ülkemizde de İslamcılığı ve dinsel gericiliği yeniden sorgulamayı geniş kesimlerin gündemine getirdi. İslamcı faşizmin ve gericiliğin boyutlarını gözler önüne sererek insanlığın ortak düşmanı olan gericilik ile egemenlerin kirli ilişkisini gerçekçi bir şekilde teşhir etmek gerekiyor. Derginin 5 milyon basılıp bir günde bitmesi bize umut vermeli. AKP’nin anlamsız gelebilecek baskısı tam da buna yönelik. Bu yüzden Charlie Hebdo’yu savunmak Türkiye’de düşünce özgürlüğü ve laikliği savunmaktır. Gerici saldırılara ve baskılara göğüs gerebilme cesaretimiz gelecek için belirleyici olacaktır.