Boğaziçi’nin yeni kayyum rektörü Naci İnci tarafından işine son verilen Can Candan, “İnci’nin icraatı ve sözleri göz önüne alınınca, bizler Boğaziçi’nde olduğumuz sürece kabul görme ihtimali yok. Aslında bunu uzun yıllar bu kurumun bir parçası olan kendisi de biliyordur diye düşünüyorum.” dedi.
Melih Bulu’nun görevden alınmasının ardından rektör vekili olarak atanan Prof. Dr. Naci İnci ilk iş olarak akademisyen ve belgesel sinemacı Can Candan’ın görevine son verdi. İnci daha sonra AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atandı.
Güney Kampüs’teki direnişi gün gün “belgeleyen” meslektaşlarına desteği 16 Temmuz’dan bu yana sürdüren ve “büyüten” akademisyenler, oturma eylemlerini Candan işine dönene dek nöbetlerine dahil edeceklerini de açıkladı.
Daha önce Can Candan ile 26 yıllık meslek yaşamını konuşan Bianet’ten Dilek Şen, söyleşinin ikinci kısmında ise Boğaziçi’nin yedi aydır verdiği mücadeleye ilişkin konuştu.
Söyleşide öne çıkan başlıklar şöyle:
Üniversitenin bizzat desteklediğini bildiğimiz projeniz Nükleer Alaturka’ya ilişkin çalışmalar nasıl etkilenecek durumdan?
Nükleer Alaturka, bağımsız bir belgesel film projesi. Diğer belgesellerimde olduğu gibi Boğaziçi Üniversitesi benim belgesellerimi üretmem konusunda şimdiye kadar bana hep destek oldu. Ekipman desteği, akademik gala desteği, basın ve tanıtım desteği sağladı.
Hangi gerçek üniversite istemez ki belgesel sinema alanında uzmanlaşmış bir hocasının belgesel film üretmesini ve filmleriyle ülke ve dünya çapında ses getirmesini?
Nükleer Alaturka’nın destekçileri arasından kurumlar, oluşumlar ve bireyler var. Şimdiye kadar bu projenin dünyanın dört bir köşesinden 500’den fazla destekçisi oldu.
Bu destekçilerin arasında Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri başta olmak üzere, diğer bileşenler de var. Çünkü onlar da bu film projesini sahipleniyor ve filmin seyircilerle buluşmasını istiyorlar.
Ayrıca Nükleer Alaturka ekibinde kurgucu olarak Boğaziçi’nde Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü Film Çalışmaları Sertifika Programı’nda ders veren Özcan Vardar da yer alıyor. Eski Elektrik-Elektronik Bölümü akademisyenlerinden İlke Ercan bilimsel danışmanımız.
Ben belgesel filmlerimi geniş katılımlı, imece yöntemiyle kotarılmış kolektif işler olarak görüyorum.
Nükleer Alaturka başından beri yaşanan olumsuzluklardan şu şekilde etkileniyor. Bu filme ayırabileceğim sürenin ciddi bir kısmı Çağlayan Adliyesi mesaisi 2016-2019), Boğaziçi Direnişi mesaisi (son yedi ay), şimdi de işten çıkarılmama dair hukuk mücadelesi gibi mücadelelere gidiyor.
Temel hak ve özgürlüklerimiz için günbegün mücadele etmek zorunda kalmadığımız bir ülkede ya da zamanda yaşıyor olmasaydım belgesel film üretimi konusunda çok daha üretken olabilirdim sanırım! Ne olursa olsun belgesel film üretmeye devam edeceğim tabii ki.
Boğaziçi bileşenlerinin istifasını talep ettiği kişi bu kez bir “Boğaziçili”. Naci İnci’nin kabul görme ihtimali ne kadar?
Bu sorunuzun cevabı, Boğaziçi Üniversitesi’nde verdiğimiz mücadeleyi biraz takip etmiş herkes için net değil mi aslında? Kendisinin şimdiye kadarki icraatı ve sözleri, yönetim anlayışı Boğaziçi Üniversitesi’nin yönetişim anlayışı ve değerleriyle bağdaşmıyor.
İnci’nin icraatı ve sözleri göz önüne alınınca, bizler Boğaziçi’nde olduğumuz sürece kabul görme ihtimali yok. Aslında bunu uzun yıllar bu kurumun bir parçası olan kendisi de biliyordur diye düşünüyorum.
Geçen aylar içinde bana ve diğer meslektaşlarımıza dair sarf ettiği sözler, yaptıkları, kendisine yapılsaydı Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri hep beraber kendisi için de ses çıkartırdı, bunu da biliyordur kendisi.
Naci İnci, Nükleer Alaturka projesinde birlikte çalıştığım, aynı zamanda yıllardır Boğaziçi’nde hocalık yapan Özcan Vardar’ın kampüse girişini bu dönem ders açmadığı bahanesiyle engellemeye çalıştı, bununla da yetinmeyip benim akademik özgürlüğümü doğrudan hedef aldı.
“Gerekçe olarak da “Can Candan’ın bu gibi faaliyetlerde bulunma görevi yoktur; Özcan Vardar’ın Nükleer Alaturka web sayfasında da ismi geçmemektedir. Ayrıca ilgili web sayfasında, bahse konu hazırlanacak belgeselin içeriğinde siyasi bir partiyi hedef aldığı yönünde bir kanaat hasıl olmuştur. İlaveten kim tarafından finanse edildiği belli olmadığından talep tarafımızdan uygun bulunmamıştır” gibi cümleler yazmakta beis görmedi.”
Bu cümleler de Boğaziçi Üniversitesi tarihine kara bir sayfa olarak eklendi maalesef. Bu cümleleri yazan kişinin daha sonra Feyzi Erçin‘in önce yaz okulunda açılacak dersini, sonra da bundan sonra Boğaziçi’nde ders vermesini engellemesi ve beni işten çıkarma yoluna girmesi şaşırtıcı değil tabii.
158 yıllık bir eğitim kurumu ve 50 yıllık bir kamu üniversitesi olan Boğaziçi Üniversitesi’nin bir akademisyeninin kurumsal özerlik, akademik özgürlük ilkelerimizi, şeffaf, hesap verilebilir, demokratik işleyişlerimizi ve teamüllerimizi bu şekilde ayaklar altına alması, hem kurumumuza hem de kamuya verdiği zararlar gerçekten çok üzücü.
“Hasarlar artık daha görünür”
Eski rektör Mehmed Özkan bir “Boğaziçili” olarak kabul görmüştü. İki durum arasındaki farklar neler?
İki durum arasındaki en temelinde şu farklar olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar uygulamaları devam ediyor olsa da şu anda hukuken OHAL döneminde değiliz.
O karışık ve tekinsiz günlerde Mehmed Özkan bir şekilde akademisyenlerin çoğunluğu tarafından kabul görmeyi başarabilmiş, güvenoyu alabilmişti. Bunu da üniversitenin ilkelerine sahip çıkacağı sözüyle yapabilmişti.
Bu ilkelere ancak kısmî olarak sahip çıktı ve o dönemde çeşit türlü hasarlar verildi kurumumuza. BÜLGBTİ+ kulübünün adaylık süresi dolmasına rağmen asıl kulüp statüsüne geçirilmemesi; vahşice katledilen Hande Kader adına bir trans öğrenciye sağlanacak Hande Kader Bursu’nun iptal edilmesi; BÜLGBTİ+ kulüp etkinliklerinin hedef göstermeleri bahanesi ile iptal edilmeye çalışılması; barış imzacısı olması nedeniyle yabancı uyruklu Noemi Levy hocamızın sözleşmesinin yenilenmemesi; “Afrin lokumu” olayı sonrası öğrencilerimize uygulanan şiddete göz yumulması bunlara örnek olarak verilebilir.
Melih Bulu’nun atanması, hem Mehmed Özkan döneminde oluşan üzerimizdeki ölü toprağından kurtulmamız, verilen tavizlerin konuşulması, oluşan hasarların daha görünür olması, bir kez daha kendimize gelebilmemiz, özeleştiri yapabilmemiz hem de “Nasıl bir üniversite istiyoruz” konusunu tartışmamız için müthiş bir fırsat oldu.
Naci İnci’nin icraatı ise bizi Mehmed Özkan döneminin de gerisine götürme çabaları. Bunu kabul etmemiz mümkün değil. Boğaziçi Üniversitesi son yedi ay sayesinde kolektif bilinç ve akademik sorumluluk anlamında Mehmed Özkan döneminin çok ötesinde bir noktaya geldi.
“Kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz” demeye devam edecek misiniz?
Biz 2 Ocak’ta üniversitemizin ilkeleri ve iradesi hiçe sayılarak “kayyım” olarak nitelendirilen biri tepeden atanınca “Kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz” demeye başladık.
Senatomuzun 2012’de kabul ettiği ilkeler uygulanana kadar da devam edeceğiz. Nedir bu ilkeler? Birincisi, üniversitelerin herhangi bir kişi ya da kuruluşun etki ya da baskısına maruz kalmaması ve siyaset aracı olarak kullanılmaması, bilimsel ve toplumsal gelişim açısından vazgeçilmezliği.
İkincisi, özerklik için üniversitelerde karar alma yetkisinin demokratik yöntemlerle seçilmiş kurullarda ve akademik yöneticilerde olması. Rektör, dekan, enstitü müdürü, yüksekokul müdürü, bölüm başkanı gibi akademik yöneticilerin atamayla değil seçimle belirlenmesi.
Üçüncüsü, bilimsel özgürlük için özerk anayasal kurumlar olan üniversitelerin akademik programlarının ve araştırma politikalarının öğretim elemanlarınca ve/veya üniversite kurullarınca belirlenmesi.
Bu ilkelerimiz önce Melih Bulu’nun atanmasıyla ihlal edildi, şimdi de Naci İnci’nin icraatıyla ihlal ediliyor. Hem bireysel olarak beni hem de Boğaziçi akademisyenleri ve diğer bileşenleri olarak bizim bunu kabul etmemiz ve bu mücadeleden vazgeçmemiz mümkün değil.
Bu sadece Boğaziçi için değil, tüm Türkiye üniversiteleri ve herkesin eğitim hakkı için verilen bir mücadele.
Söyleşinin tamamı için TIKLAYINIZ.