A. Haluk Ünal – Diğer Yazıları
7 Haziran’da HDP’ye oy vermiş, Fırat’ın batısında yaşayan, yüzbinlerce tekil, bağımsız bireyden biri olarak gittikçe büyük bir karanlık içinde kaldığımızı düşünüyorum.
HDP önceki yazılarımda da vurguladığım gibi çoklu kurumların bileşiminden, unsurlarının birleşik ve eşitsiz bir gelişme ve etkileşim içinde olduğu, bir koalisyon.
Öte yandan bu kurumların dışında kalan benim gibi tekil öznelerin varlığı da başka ve çok önemli bir gerçeğimiz.
Batı’dan aldığımız oyların içindeki Kürt kesiminin payını bir an için ihmal etsek – ki edilmeyecek kadar önemli bir sayı aslında- toplam iki milyon oyun en az bir milyonu benim gibi, sol parti ve örgütlerin dışında kalan bireylere ait.
Bu halkanın dışında bir de HDP’ye yüzü dönük. Sempatisi yüksek, etkilenen ve etkilemek isteyen en az bir kaç milyon insanı da biraz sonra tartışacaklarım bakımından hesaba dahil etmek şart.
Her iki halka, oy verenler ve sempatiyle izleyip etkilenenlerin sosyo kültürel profilleri bence kültürel açıdan orta ve üst orta sınıf, ekonomik olarak da ücretlilerden oluşan bir nebula.
İşte bu kitle, karanlıkta kalan ve karanlıktan acilen kurtarılması gerekenler.
Karanlığın sayısız kaynağı söz konusu, ama bunların en önemlisiyle başa çıkamazsak, hepimiz çok önemli kayıplarla yüzyüze gelebiliriz.
Karanlığın Kaynakları
Saray merkezli (Erdoğan/AKP/askeri vesayetçiler merkezli) yeni iktidar bloğunun (YİB) başlattığı; Kürt Siyasi Hareketinin henüz boşa çıkartmayıp/çıkartamayıp, katılmayı seçtiği savaşta Devlet kanadının yöntemlerinin başında karartma geliyor.
Bilen bilir karartma, bütün savaşların en temel yöntemlerinden biridir.
YİB’u, ılımlı bile olsa muhalif bütün basını, iletişim araçlarını, alternatif bütün mecraları sistematik olarak karartırken, havuz medyası aracılığıyla da güçlü bir probaganda savaşı sürdürüyor.
Bu şaşırtıcı değil, bizim kısa vadede değiştirebileceğimiz bir durum da değil.
Asıl dikkat çekmek istediğim, bizim iradi alanımızda olup bitenler.
Dikkat edilecek olursa, seçim döneminde sözcülerimize kapısını aralayan Doğan Medya Gurubu bile hemen hemen kapılarını kapattı.
DMG biliyoruz ki, birinci cumhuriyetin, ya da eski rejimin omurgası olan TSK’nın Fatihlerinden müteşekkil bir yapı.
Amiral gemilerinin başlığının hemen altında, Türkiye’nin kimlere ait olduğunu deklare etme açıksözlülüğünden imtina etmemiş, bir grup.
YİB içinde eski rejim blokundayken birlikte çalıştıkları askeri vesayet unsurları yeniden yer almış olduğuna göre, bu grubun bundan sonraki dönemde geçen seçim dönemindeki toleransını bile göstermeyeceğini beklemek gerekir.
İki gün önce Ertuğrul Özkök gibi birinin bile boş bulunup “ne oluyoruz yahu” demesine neden olan Genel Kurmay bildirisini okuyup da (hazret saymış, 14 yerde Türk geçiyor – muş; Cumhuriyetin adından bile Türk Cumhuriyeti diye söz ediliyor- muş) bunun saraya açılmış bir savaş bloku kredisi olmadığını anlamamak için ya saf ya da kör olmak gerekir.
Hala soğuk savaş dönemi yapılanmasını koruyan TSK’nın -Dünya’da eşine nadir rastlanır- özerkliğini korumak için Avrasyacı olup, Türkiye’yi Doğu blokuna taşımaya yönelik kararına büyük bir tasfiye operasyonuyla yanıt veren; 17-25 aralık olayından sonra da aynı çizgiye kendisi de yerleşip, Harp okulunda “özeleştiri” yapan, aynı kişi, Tayyip Erdoğan.
Şimdi aynı TSK tarihinde görülmediği kadar fabrika ayarlarını hatırlatır görünüyor.
Kısacası her türden demokratik reform Saray için de, TSK için de belli ki bir kabus. Reform taleplerinin tümü de uzak tutmak ve ertelemek için herşeyin göze alınabileceği birer düşman.
Tabloya buradan baktığımızda AKP, MHP ve CHP’nin önemli bir kesiminin nerede bloklaşacağını, ve bağlı/bağımlı oldukları ideolojik hegemonyayı sürdürebilmek için karartmaya nasıl açık/örtülü destek vereceklerini kestirmek zor olmasa gerek.
Peki NATO’cu TSK’nın sigorta olduğu böyle bir iktidar bloku ABD’yi ne kadar rahatsız eder? Suriye’de ve Ortadoğu’da gerektiğinde Batı Koalisyonu için savaşacak bir TSK, bu çizgiyi kabul etmiş, asgari %35 i kontrol eden Neo-liberal milli görüşçü Erdoğan’dan daha iyi bir partner nerde bulacak.
Müslüman kardeşler masalı zaten bitti.
Kürtlere dönük siyaset mi? O da seçimden sonra halledilir.
Kısacası karartma artarak sürecek.
Dahası seçimlerin ertelenmesi de artık güçlü ihtimallerden biri.
Öte yandan bu gün Altan Tan da yeni çok önemli bir iç tartışmayı -çok da gerekmediği bir biçimde, hatta bence rakiplerinin işine çok gelecek bir biçimde- gündeme soktu : boykot mu; seçimlere katılmak mı? Buyrun, tutun bu değneği, neresinden tutabilirseniz.
Buna bir süredir izlediğimiz ve neden böyle olduğunu katiyen anlayamadığımız, Kandil’in basın aracılığıyla HDP’ye yaptığı “eleştirileri” (çoğu insana göre azarlama veya kulak çekme) ve yanıt verme çabasındaki Demirtaş gerilimini ekleyin.
Zaten bulanık olan su, giderek daha da bulanacak açık ki.
Işık nerden yükselir
Kürt Siyasi Hareketinin bu tür karartmalardan etkilenmediğini ve etkilenmeyeceğini iyi biliyoruz. Irak, Suriye, Türikye ve İran Kürt coğrafyalarında KCK merkezli iletişimi karatmak kimsenin başarabileceği bir iş değil.
Ama görüyoruz ki, KSH’ni bizim duymamız, anlamamız bakımından henüz yeni kanallar, yeni mecralar açılabilmiş değil. Varolan bir kaç kanal da karartmadan payını aldı bile.
HDP yerel örgütleriyle yazının girişinde söz ettiğim iki büyük halkadaki kitlenin de hiç bir iletişim kanalı yok.
HDP, şu an itibariyle büyük ölçüde parlemento grubuna, içe doğru kapanma eğilimi gösteriyor.
Tahminim ve sınırlı da olsa gözlemim o ki, bu durum, keyfiyet, ya da merkeziyetçilik niyetlerinin sonucu değil; koşulların sonucu, istemedikleri bir durum.
Büyük bir çoğunluğunun yeni vekiller oluşu, sistem kullanım kılavuzlarını henüz öğrenmeye zaman bulamamaları, çok parçalı bileşimleri, parasızlık, diğer parti vekillerinden farklı olarak sürekli sahada, seçim bölgelerinde mücadelenin en önünde olma ahlakları, yetişmenin imkansız olduğu bir gündem dinamiği, ve en temelde de savaş iklimi gibi, aslında bildiğimiz veya tahmin edebileceğimiz engele dönüşen sayısız durum.
Bu karmaşada haklı olarak az hata yapmak için, bütün söz hakkını ve yetkisini esas olarak eş başkanlara vermiş olduklarını tahmin edebileceğimiz bir görünüm hakim.
Kendi payıma yaşadığım uzun politik hayat tecrübesi, böyle zamanlarda en büyük tehlikenin, hareketin merkezileşme eğiliminin artması, merkez ve çevre ilişkisinin son derece zayıflaması olduğunu söylüyor.
İşin kötüsü hep “haklı bir aciliyet” vardır.
Bakın Barış Bloku bile benzer bir tarzda gelişiyor. Belirli merkezlerde tasarlanan, çağrıldığımız imza kampanyaları, miting ve salon etkinlikleri. HDP kitlesini aşmayan kapsama alanı.
Belli ki ilk Barış Bloku mitinginde yapılan hatanın tashihi henüz mümkün olmamış.
Birleşik Haziran Hareketinin ayrı mitingleri, kendilerini bağımsız olarak sıfatlandıran bir grup sanatçı ve aydının bu gün (2 Eylül) Barış blokundan ayrı basına sunduğu imza girişimi.
Öte yandan bizler karanlıktayız.
MYK’da nelerin tartışıldığı, nelerin konuşulduğu, işimize yarayacak ortak metinlerle bile bizlere ulaşmıyor.
Seçilmişler, seçenlerine düzenli raporlar veremiyor. Bazıları kişisel FB hesaplarından verdikleri soru önergelerini paylaşsa da, kastettiğimin bu olmadığı çok açık.
Bilgi ve dil birliği ile gündelik tartışmalarımızda fikri cephane birliği sağlamanın tek aracı Demirtaş’ın ve Yüksekdağ’ın açıklamaları.
Bunun ne kadar sınırlı, riskli ve söz konusu sözcüleri ne kadar büyük bir yıpranmanın eşğine getirdiğini de tahmin etmek zor değil.
Geçtiğimiz hafta en az on kez Figen Yüksekdağ’ın “sırtımızı YPG,YPJ’ye yasladık” lafında PKK geçiyor mu, kendi başımıza ayakta duramıyor muyuz, silahlı bir güce sırt dayama ihtiyacımız neden, kim olduğumu bilen esnafa bakkala taksiciye yanıt vermek zorunda kaldım. İşin kötüsü Yüksekdağ’ın ne kastettiğini ben de bilmiyorum? Kendisine sorun, kabilinden bir yanıt verebilecek günlerde olmadığımız da çok açık.
Öte yandan, ben akran olan tüm arkadaşlarımız çok iyi bilir ki, HDP hareketinin içi de iktidarın – ha keza farklı sınıf ve tabakaların- mücadele alanlarından birisidir.
Böyle zamanlarda karartmayı bozmak, bilgi paylaşmak, dil birliği sağlamak en yaşamsal ihtiyaçlardandır.
Hiç kuşkunuz olmasın böylesi süreçler yeterince esnek ve hazırlıklı olmayan yapıları böler. Bu sürecin sonunda sistem partilerinin bölündüklerini de birlikte izleyeceğiz. Şimdilik en zayıf ihtimal biz olsak da her şeye şerbetli değiliz.
Bu ve benzeri bir çok nedenle, yaşadığımız çağda parti yaşamına iletişim kavramı yalnızca seçim dönemleri giremez. 7/24 oniki ay siyasetin ta kendisidir, iletişim.
Parti sözcüleri de sık sık karartma ve ambargodan yakınıyor.
Oysa 6 milyon insan ve çevrelerinden oluşan bir topluluğun kendisinden büyük bir mecra olabilir mi?
6 milyon hanede internet, akıllı telefon var.
Hangi bilgi karartılabilir, hangi mesaj, hangi rapor kısmi kalabilir?
Tümel çözüm önerisi sunmadığımın farkındayım. Ama bu tür sorunlar tek tek kişilerin mucizevi önerileriyle çözülmez genellikle, ortak bilgi ve akıl gerektirir.
Ama çözüm denilince ne türden bir yaklaşım beklediğim daha iyi anlaşılsın diye tekil bir örnek vererek bitireyim.
Her sokak eyleminde, eyleme gelmek isteyen, iletişim ağımız içinde olan, ama bir çok sebebten gelemeyen arkadaşlarımız, eylemin başladığı saatte, eylem için önceden hazırlanan, veya o an çekilen, bir dakikalık bir videoyu paylaşsalar, bu da eylemin bir biçimi haline gelse önceden organize edilse, sokak eylemlerinin etkisi kaça katlanır?
MYK düzenli bilgilendirme, analiz, gözlem, duyum metinleri paylaşsa, – yorumu iyi kötü biz de yapabiliriz- bu metinlerin sağlayacağı bilgi birliği ile, her birimizin sosyal medya üzerinden bireysel yayıncılık yaptığı bu çağda partinin tartışma, etki, ikna gücü kaça katlanır?
Bu ve benzeri yaklaşımları bütünsel bir modele dönüştürmek de çözümün kendisi bence. Ama bütünsel model bütünsel bilgiyi şart koşar, tek tek bizleri aşar.
Sonuç olarak öyle görünüyor ki ışık, ne doğudan ne batıdan, ortak bilginin de aklında şu anda en fazla yoğunlaştığı HDP PM’den yükselebilir ancak.