Aydemir Güler, İrfan Aktan, Foti Benlisoy’un Kobanê savrulmaları arasında temelleri arayış
Önemli her kavşak sola ve sağa savruluşları beraberinde getirir. Birileri direksiyonu sola, birileri sağa kırar. Sonuç hep yoldan çıkmak olur.
Peki, yol neresi? Galiba bunu tekrar tekrar hatırlamak, hatırlatmak zorundayız. Çünkü, savrulan her özne, kendi savrulduğu şeridi “doğru yol” kabul edip geri kalan herkesi kendisine göre konum almaya zorladığından “aydınlık yol”un nerede olduğu bilgisi sık sık karanlıkta kalıyor.
Önce ne için ve neye karşı dövüştüğümüzü netleştirelim, sonra bu dövüşte attığımız hangi adımların bizi nereye doğru götürdüğünü, emperyalizmin Rojava’daki müdahaleleri bağlamında tartışalım.
100 yıllık bilgimizdir, henüz değiştirmek için bir neden göremiyoruz: Emperyalizm ve sosyal devrimler çağında yaşıyoruz.
Bu demektir ki, emperyalizmi geride bırakan, sosyal devrimlere doğru giden her adıma geleceğin güneşi vururken emperyalizmi güçlendiren, devrim olanağını uzaklaştıran her adım bizi geriye iter; yaşadığımız kan ve sömürü çağının ömrünü uzatır.
Emperyalizm, kapitalizmin küresel ölçekte aldığı adsa, dünyanın bulunduğumuz köşesi her neresiyse orada hem kapitalizme hem emperyalizme karşı bir kavga vermek zorundayız. Birinden birini eksik bıraktık mı, aslında ikisini de eksik bırakmış oluruz.
ABD’nin Batı Kürdistan’da IŞİD’e bomba, YPG’ye silah yağdırması, PYD’nin “Koalisyon” adı verilen emperyalist entegrasyon gücüyle “birlikte çalıştığını” gururla ifade etmesi solu bir sorular kavşağına taşıdı:
Herkesin kendi meşrebince ifade ettiği bu sorular şimdiden bazı cevapları, bazı tavır alışları ortaya çıkardı bile. Aydemir Güler, İrfan Aktan ve Foti Benlisoy imzasını taşıyan bazı yazılar, bu kavşaktaki savruluşlara iyi örnekler oluşturuyorlar.
Aydemir Güler’in yazısının sorunu, başlığı ile vardığı sonuç arasındaki ilk bakışta görülmeyen, ama önemli dar açıda yatıyor. “Sola doğru son çıkış” başlığı, henüz defterin kapanmadığını, Kürt hareketinin hâlâ sol içinde kalmayı seçebileceğini imliyor. “Emperyalizmle yolunu çakıştıran solcu kalamaz” diye formüle edilen sonuç ise –bu çakışmanın bir şekilde yaşandığı verili olduğuna göre– yazarın bir gün önceki yazısındaki felaket haberini doğruluyor: “Kobanê ABD mühimmatıyla savunulacaksa, siyaseten kent düşmüştür!”
Yazarın dahil olduğu çizginin Kürt hareketini “gömme” konusundaki aceleciliği malum. “Cenazeyi bir an önce kaldıralım da işimize bakalım,” diye düşünüyor olmalılar. Oysa maddenin korunumu kanunu gereği hiçbir ölüm yok oluş değildir; ölenlerin ne şekilde öldüğü, kalanların yaşama biçimini belirler. Böylesine büyük bir halk hareketi bir gün bütünüyle düzenle uzlaşacak (ve bunun mantıki sonucu olarak da halka düşmanlaşacak) ise sosyalizmin örgütleneceği “bakir” bir halk değil, düzenin kök salacağı “hakir” bir halk bırakacaktır geride.
Dolayısıyla, Kürt siyasi hareketi bir gün –soldaki– siyasal ömrünü tamamlayacaksa bile bunun, mümkün olduğunca geç olması; ama daha önemlisi, mümkünse hiç olmaması, solun ve halkların faydasınadır. Çok mu kalabalığız ki birbirimizden kurtulmaya çalışıyoruz?
Güler’in tahlilindeki sorun “emperyalizmden silah alma”yı fazla fetişleştirmesi. Yok, “Bu o kadar da önemli değil” demeye çalışmıyorum. “Bu her şeyin sonu değil,” demeye çalışıyorum.
Aslında, silah alma ediminin “mutlak ve nihai işbirliği” sayılmayacağını burada konu alınacak diğer yazılar da söylüyor. Ama sazdaki bir telin akordunu düzeltirken bazı başka telleri berbat ederek.
İrfan Aktan’ın metodolojisi yalındır: “PKK neylerse güzel eyler.” TC ile ateşkes yapıyorsa doğrudur, savaşırsa o da doğrudur. Emperyalizmle birlikte çalışılıyorsa bunun bir nedeni vardır, yarın –olmaz ya– emperyalizme topyekûn savaş açılsa –bulmaz ya– muhtemelen onda da bir hikmet bulacaktır.
Bu karmaşıklıktan gayet uzak metodolojiyi karmaşık bir dünyaya uygulamaya çalışırken elinin altında bir alet kutusu durur.
Pek öyle dolu olmayan bu kutudaki ilk alet “PKK saflarında savaşmıyorsanız bu konuda söz hakkınız yok” anahtarıdır. Mevzubahis yazısında mealen “TKP önce Kobanê’ye en az bir müfreze gerilla yollasın, sonra konuşsun” şeklinde arzı endam eder. Kobanê’de internet bağlantısı çok güçlü olmalı; bunu yazan biri cepheden başka yerde olamaz değil mi?..
Aynı yüzeyselliğe düşmeyelim. Elbette hiç kimse Kürt hareketini eleştirmek yahut da savunmak için onunla aynı cephede savaşmak zorunda değil. Öyle olsa Marx’ın Paris Komünü, Aktan’ın Rojava konusunda ağzını açmaması gerekirdi.
Kutudaki ikinci alet daha banaldir: “Böyle düşünmüyorsanız ulusalcısınız.” Bütün safsatalar gibi bunun da çıplak haliyle ifade edildiğinde komik olacağını bildiği için, hoşuna gitmeyen tutumlardan bahsederken sık sık “ulusalcı”lardan örnekler vererek okurunu beceriksizce hipnotize etmeye çalışır. Aydemir Güler PKK’yi sağa gömmeye ne kadar hevesliyse, İrfan Aktan SİP / TKP çizgisini ulusalcılığa gömmeye o kadar heveslidir. Böylece iç rahatlatıcı metodolojisine dönüp PKK’ye iman tazelemeye devam edebilir.
Bunca tatava esası gizleyemiyor, zaten gizleme niyeti de yok. İrfan Aktan özetle –kendi sözleriyle– “Kürtlerin ABD’yle ortak hareket etmek dışında bir şansları olmadığı”na inanıyor; “‘emperyalist müdahale’ karşıtlığı”na karşı duruyor.
Yani aslında diyor ki: “Kürtler kendi ulusal çıkarları için emperyalizme yanaşmak zorunda, lütfen emperyalist müdahaleyi destekleyelim.” İnsanın aklında şu soru kalıyor: Bu emperyalizm sevdasına bu kadar sol terminoloji çok değil mi? Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmiş bir canavarı övmeden önce Güler’e söylesek de Aktan’ın cenazesini soldan kaldırsa olmaz mı?
Bu bölümü bitirmeden beş sözcüklük bir İrfan Aktan fıkrası anlatmak isterim: “Devletsiz ama sömürüsüz bir Kürdistan.” Ortadoğu’daki mevcut devletlerin tüm ekonomik, askeri ve siyasi taallukatıyla olduğu gibi kalacağını, ama mucizevi bir şekilde bazı “kanton”larda sömürünün olmayacağını iddia edebildiğine göre okurunu harbi aptal sanıyor olmalı. “İnsan gerçekten hayret ediyor…”
Son ele alacağımız “Emperyalist haydutlardan silah ve patates almak” yazısı, cenaze kaldırma hevesine de koşulsuz şakşakçılığa da gönül indirmemesiyle diğerlerinden ayrı bir yerde duruyor. Benlisoy’un metodolojisinin1 en önemli öğesi ele alınan inceleme nesnesine Marksist kuram ve mücadele tarihinden bazı analoglar bulmak.
Sol yazında sıkça kullanılan ve daha da kullanılacak olan bu yöntem, hemen tahmin edilebilecek bir sakıncaya sahip: Teşbihteki hatalar…
Benlisoy’un da hemen başvurduğu “Teşbihte hata olmaz” kabulünün “Her teşbih hatalıdır” ile aynı şey olduğunu sık sık söylüyorum. Farklı coğrafya ve tarihlerde ortaya çıkan bağlamları birbirine hangi benzetme yönünden yaklaştırırsanız yaklaştırın, hem kaynak bağlamı yorumlayışınız, hem hedef bağlamla kurduğunuz paralellik sayısız itiraza meydan verecektir. Her seçimde bu bunalımı yaşıyoruz: Lenin’in şu veya bu makalesinin boykot fikrini ya da seçeneklerden birini desteklemek için istimal veyahut istismar edilmesi, bize “Bu tarihsel karşılaştırma fikrini hepten bir kenara mı bıraksak?” diye sorduruyor.
Yine de yarını bugünden kurmanın geçmişe bakmaktan daha iyi bir yolunu henüz bulamadığımıza göre bu yöntemin bir uygulanışına daha bakalım.
Öncelikle Benlisoy’un örneklerinden birçoğunun “geçerli” olduğunu söylemeliyim. Evet, emperyalist haydutlardan bir şeyler almak onların kayıtsız şartsız uşağı olmak anlamına gelmez. Yazıda geçen –Troçki spekülasyonları değilse bile– Lenin anekdotu ve mahut Brest Litovsk örneği, zorunlu uzlaşmaların erdem ya da stratejik zafer olarak yüceltilemeyecekleri gibi ilkesel olarak da reddedilemeyecekleri noktasını desteklemek için bir argüman sunuyor.
Fakat burada bu benzerliklerin benzemeyen yönleri devreye giriyor. Verilen bütün örnekler komünistlerden. Oysa Kürt siyasi hareketinin sosyalizmle arasına en az yirmi yıllık çok net bir çizgi çizdiğini biliyoruz. Milliyetçi, beğenmediyseniz “ulusal”, en iyi ihtimalle “yurtsever” bir hareketten konuşuyoruz; yaşadığı coğrafyanın pragmatizmine çokça kapılmış; Türkiye Devrimci Hareketi’nden aldığı anti-emperyalist kanı, Ortadoğu’nun dış güçlere bel bağlayarak var olmaya çalışan küçük-burjuva ve burjuva hareketlerinin uzlaşmacı suyuyla seyrelttikçe seyreltmiş; her daim emperyalizmin strateji ve silahları eliyle katliamdan katliama sürüklenmesine rağmen ona hiçbir zaman açıktan cephe almamış bir hareketten…
Örneklerin yalnızca nitel ayağı değil nicel ayağı da çok sallantılı. Devrimden yeni çıkmış, yoksulluklarla boğuşan, az gelişmiş bir ülke de olsa dünyanın en devasa insan ve toprak kaynağına sahip merkezlerinden Sovyet Rusya ile Suriye’nin kuzeyinde birbirinden kopuk üç ilçe merkezinde yarı-özerk bir hayat sürmeye çalışan ve kolaylık olsun diye hepsine birden “Rojava” dediğimiz fragmantal coğrafyanın kıyas kabul etmeyeceğini görmek için kartograf olmaya gerek yok.
Yani soru hâlâ şu: “Faust olmayacak kadar güçlüysen şeytanla da müzakere edersin. Ama ya değilsen?” (*)
Bu da bizi Aydemir Güler’in tuhaf bir biçimde, İrfan Aktan’ın anlaşılır bir biçimde, Foti Benlisoy’un ise bilmiyorum neden gözden kaçırdığı hususa getiriyor: Sorun Rojava’ya atılan birkaç yüz sandık silah değil ki. Sorun Kürt hareketinin çeşitli kanatlarının emperyalizmin ve Türkiye oligarşisiyle “birlikte çalışma” isteğini ısrarla ve coşkuyla dile getirmesi.
Benlisoy, tarihten verdiği her örnekle haydutlardan da yardım alınabileceğini göstermeye çalışırken, emperyalizmle girilen ilişkinin de aslında pek tehlikeli olabileceğini görüyor ve söylüyor. Ama bir türlü utangaçlığını aşıp tartışmayı “silah yardımı”nın ötesine, “direkt işbirliği”ne (benim değil Polat Can’ın sözleri) getiremiyor. Programına çıkarttığı konuğa asıl sorması gereken soruları bir türlü soramayan terbiyeli spiker gibi, tartışmayı kısır bir “yardım alma” meselesine kilitleyip kalıyor. Oysa duyduğu samimi şüphelerin anlamlı bir telaffuza erişeceği asıl yer orası.
“Birlikte çalışmak” fiilinin karşımıza son günlerde ne kadar çok çıktığının farkında mısınız?
Ertuğrul Kürkçü, bir Twitter tartışması sırasında benim HDP açıklamalarını “tahrif” ettiğimi iddia ederek bir link göndermişti. Kobanê İçin Sokağa eylemleri sırasında onlarca insan polis gözetiminde Hizbulkontra tarafından katledildikten sonra yapılan bu açıklamada şöyle deniyordu: “Bizler hem ülke içinde, hem de dışında halklarımıza yönelen tehdidi Hükümet ile birlikte çalışarak bertaraf etmek istiyoruz.” (IMC TV)
Birkaç gün önce YPG Sözcüsü Polat Can, “Evet, şimdi uluslararası koalisyon güçleriyle birlikte hareket ediyoruz,” demişti. “Hem istihbarat olarak, hem askeri olarak, hem de hava saldırılarında direkt işbirliği halindeyiz.” (Radikal)
Siyasi dilimiz giderek daha çok tercümeleşiyor. Ama bir yandan da Türkiyelilerin onmaz İngilizce bilgisizliği kötüye kullanılmaya devam ediyor. Yukarıdaki ilk alıntıda geçen “birlikte çalışma”yı İngilizce’ye tercüme ederseniz, kullanacağınız sözcük, ikinci alıntıda geçen “işbirliği”ni çevirirken kullanacağınız sözcükle aynıdır: collaborate. Sözcüğü sözcüğüne çevrilirse “birlikte çalışma”, “birlikte emek harcama”, “birlikte iş yapma” anlamına gelir. Ama en kıytırık İngilizce sözlüğün bile göstereceği üzere bu sözcüğün bir karşılığı daha vardır: İşbirliği. Bizde olduğu gibi anglo-sakson sosyalist hareketlerinde de işbirlikçilere ağız dolusu küfrederken bu sözcük kullanılır: Collaborator!
Elbette Kürt hareketinin çeşitli kanatları beyanlarının İngilizceye nasıl çevrileceğinin farkında: “Biz collobarate etmek istiyoruz.” Ama Türkçe okuyan kamuoyuna hep sözcüğü yumuşak çevirisiyle servis etmeyi tercih ediyorlar: “Birlikte çalışıyoruz, yoksa işbirlikçi değiliz.” Aslında İngilizcesi daha eğlenceli: “We are collaborating, but we are not collaborators!”2
Elbette derdim, siyasi yelpazenin üç ayrı yerindeki üç yazarın fikriyatındaki boşlukları teşhir etmek değil. Yazıların ya da yazarların siyasi gerçekliğe yapacağı etkiyi abartmıyorum. Ama bu her biri farklı tarzdaki savrulmalara bakmak, Kobanê, Kürt hareketi ve emperyalizm hakkındaki bazı temel taşları koyabileceğimiz bir nirengi oluşturabilir.